Sorun çözme yöntemleri
Ahmet Cevdet Paşa, Sultan Abdülaziz'in hal'inden önce çıkan Suhte İsyanı'ndan bahsederken, küçük bir anekdot nakleder: Bir gün padişaha "Bir husustan dolayı 'beynen na's gûft-gûyu mucib olur' (halk arasında dedikoduya yol açar) denildiğinde, "na's dediğiniz bizimkiler ise anların hükmü yok, eğer ecnebîler ise anlara da hekim ve mühendis gibi Hıristiyanları karşı tutarsınız" cevabı alınmış.
Halkın düşüncelerinin, bir olay hakkındaki kanaatlerinin "beynen na's gûft-gû" olarak aşağılanmasından, bugünün saygıdeğer kamuoyuna geçiş arasında uzun bir tarih duruyor. Dün padişahın "hükmü yok" dediği şey bugün sorun çözmenin anahtarı. Artık, masa başında, kapalı kapılar arkasında yaptığınız planların, aldığınız kararların hükmü yok. çözümü toplumda bulacaksınız. Toplumun bulduğu çözümün peşine takılıp onu siyasete taşıyacaksınız. Fetvayı halk verecek, siz icra edeceksiniz.
Bu uzun tarihin ayağımıza dolanan tortularını, alışkanlıklarını gözden kaçırmayalım. Bu uzun tarihte halk bir sürü idi. Başımızdaki çobanlar, halk için neyin doğru olduğunu bilir ve kararı verirdi. Memleket yönetimi ayağa (yani halka) düşürülmezdi. Söz ayağa düşerse her kafadan bir ses çıkardı. Düzen ve adalet sağlanamazdı. Memleket bir insan vücudu gibi organik bir bütündü. Bu bedenin bir beyni, yani yöneticileri, kolları ve kasları yani ordusu olurdu. Ayaklara düşen beyne itaat etmekti.
"Yönetme hakkı kime aittir?" sorusuna vereceğiniz cevap, anlatılan masalların ötesinde gerçekte nelerin değiştiğini gösterir. İmparatorluktan Cumhuriyet'e geçerken aslında yönetim biçimimizi değil sadece seçkinlerimizi değiştirdik. Halk bir sürü olarak kalmaya, bizi yönetenler de çobanlık yapmaya devam ettiler. Başları sıkıştıkça sürüye musallat olan kurtlardan dem vurdular.
Bugün karşımızda duran sorunların tamamı, bize çobanlık yapanlar tarafından icat edildi. Halktan kopuk, halktan uzak olanlar halkı bir sorun kaynağı olarak gördüler. Sorun bulamayınca da icat ettiler.
Türkiye'nin Kürt Sorunu, masa başında ve kapalı kapılar arkasında alınan kararlarla icat edildi. Yine bu kararlar istikametinde girişilen icraatlarla bugünkü boyutlarına ulaştı. Şu soruyu sorduğumuz zaman müsebbipleri daha iyi teşhis edeceğiz. Toplum bu sorunun neresinde yer aldı? Kürt sorununda toplumun bir vebali var mı?
Türkiye ilk defa bugün kararı halkın verdiği ve icrasını denetlediği bir aşamaya geldi. Ve ilk defa Kürt Sorunu, Türkiye'nin canını yakan bir sorun olmaktan çıkıp çözüme yaklaştı. Sivil siyasetin çözüm üretme yeteneği devreye giriyor. Toplumda var olan çözümü siyasî alana taşıyan sivil siyasetçiler ülkenin önüne bambaşka bir ufuk açıyor. çünkü sorun çözme yöntemimiz değişiyor. çözümü, bizim yerimize düşünenler değil biz buluyoruz. Bulmak bir kenara, kendi içimizde yaşattığımız çözümün başına "siyasal" sıfatını koyacak fırsatı buluyoruz.
Türkiye seçkinlerini değiştiriyor. Fakat bir seçkin grubundan iktidarı yeni bir seçkin grubu devralmıyor. Bürokratik seçkinlerin yerini demokratik seçkinler alıyor. Yeni seçkin grubu, halkın çözümlerini devlet katına taşıyarak demokratik ayrıcalıklarını pekiştiriyorlar.
Son yazımdaki "Kürt Kemalizmi" nitelemesine olumlu ve olumsuz çok fazla tepki aldım. Bu nitelemenin toplumun dışında iki kutupta sorunu icat edip büyütenlerin ortak paydasını gösterdiğini düşünüyorum. Biri silahlı-bürokratik araçlarla, öbürü şiddetin gölgesinde kurduğu hegemonyası ile Kürt Sorunu'nu içinden çıkılmaz hale getirdiler. İkisi de toplumu bir sürü, kendilerini çoban olarak gördüler. Şimdi büyüyen çözüm, toplumun üzerine inşa edilen sivil siyasetin çözümü.
Sorun çözme yöntemimiz değişiyor. İçinden çıkılmaz gördüğümüz sorunlar fazla zorlanmadan yoluna giriyor. O zaman sorunların anası olarak eskimiş sorun çözme yöntemlerimizi görmemiz lâzım. Tecrübe ettiğimiz ve işe yaradığını gördüğümüz yeni yöntemin ışığında, toplumun kendisini bir sorun çözme alanı olarak merkeze yerleştirmemiz gerekiyor.