Hicap perdesi yırtılıyor!
Evliliklerimiz bile bozuldu...
Eskiden ya sever alırdık, ya da görücü usulü evlenirdik...
Şimdi her şey televizyon ekranında başlayıp bitiyor: Birkaç dakikalık görüşme sonrasında evlilikler gerçekleşiyor...
Peçe arkasında saklanan hicap duygusundan eser yok!
Eskiden dünür huzuruna çıkmaya utanan kızlar, şimdi sere serpe ekranda. Anladık peçenin yerini türban aldı, ya ar, hayâ, hicap gibi duygulara ne oldu? Başı sımsıkı kapatıp ekranda evlilik pazarlığına oturmak, başörtüsünün simgelediği inanç sistemine hakaret değil mi?
Ne tuhaf: Taliplerin bir birlerine uygun olup olmadıklarına artık aileler-akrabalar değil, televizyon stüdyosunda oturan ilgisiz insanlar karar veriyor...
Ne gelini tanıyorlar, ne damadı...
Her şey, hadi rastgele havasında gerçekleşiyor.
Ya rast gelmezse ne olacak?..
Nitekim çoğu rast gelmiyor, olan da çocuklarımıza oluyor.
Ne diyeyim: Ekranlarda evlenmek artık çok moda!
Televizyon kazanıyor, programcı kazanıyor, reklamcı kazanıyor, reklam veren kazanıyor...
Bu modanın tek kaybedeni, evlenen çiftler!
Birkaç dakikalık görüşmeyle bir birlerini tanıdıklarını zannediyorlar. Bu ülkenin tarihinde evlilik hiç bu kadar yozlaşmamış, bu kadar ciddiyetsiz bir konumda olmamıştı.
İster istemez diğer doğal evlilikler de etkileniyor bundan. Ve evlilikler, gitgide sıradan bir işe dönüşüyor.
Televizyon kanallarındaki aymazlığı örnek alanlar, olmazsa boşanırız havasında evleniyorlar.
Aşklarımız bile kirlendi!
¥
Bir hicaz şarkı vardı eskiden, dillerden düşmezdi...
Adalardan Modalara geçilir/ Yar elinden zehir olsa içilir,
Bu dünyada başa gelen çekilir/ Beni şad et Şadiyem başın için.
Sanırım kafiyeden dolayı, moda denince aklıma hep ada gelir. Eskiden adalarda yazlık almak moda idi, sonra başka moda yerler (Bodrum, Çeşme gibi) çıktı, adaların pabucu dama atıldı.
Bir vesile ile bu konuya da gireriz belki, ama şimdiki konumuz ada değil, moda; daha doğrusu moda yüzünden kaybettiğimiz çeşitliliğimiz.
Eskiden İstanbul rengârenk bir karnaval şehirdi. Farklı kıyafetler, farklı diller, farklı başlıklar harmanıydı. Bir tarafta fötr şapkalı Levantenler, daracık pantolonlu ve bastonlu İngiliz sörleri, bereli Fransız asilleri, diğer tarafta sarıklılar, serpuşlular, fesliler, kavuklular, keçe külahlılar, kabalaklılar, yağlıklılar, takkeliler... Setreliler, yelekliler, ceketliler, cübbeliler, kaftanlılar...
Öte yandan rengârenk çarşaflarıyla yürüyen Osmanlı kadınlarının yanı sıra, başlarına üzerleri envai çeşit el yapması çiçeklerle süslü abartılı şapkalar takmış yabancı kadınlar...
Bu kıyafet Osmanlı kadınlarına kuşkusuz son derece gülünç gelir, ancak rahatsız edici tek bir bakış dahi atmazlardı. Çünkü insanı incitmemek, Osmanlı ahlâkinin temelini teşkil ederdi.
Moda sayesinde hepimiz bir birimize benzedik!
Şu moda denen olgunun, imanımıza da zararı dokundu, ama en büyük zararı hiç kuşkusuz, çeşitliliğimize verdi...
Moda yüzünden çeşitliliğimiz ortadan kalktı.
İnançlısı, inançsızı nüans farkıyla aynı şeyleri yiyor, aynı şeyleri giyiyor, aynı şeyleri yapıyor, benzer şeyler yaşıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.