Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak
Marallar oymağında bir ceylanla oturup ağlayan şairin hikâyesini bilir misiniz? Geçmiş aşk çağlarından bir hikâye veya Mecnun’un, İbrahim Edhem Hazretlerinin başından geçen menkıbelerden biri değil, şimdiki zamanda yaşayan bir şairin hayâlde fakat mânevî olarak yüreğini kanata kanata yaşadığı, sonra mısralara döküp inşirah bulduğu bir ceylan aşkının hikâyesidir bu.
Şair ve hikâyeci Hasan Ejderha, ilk şiir kitabı “Seni Yaşamadan Olmaz”dan sonra ikinci şiir kitabı “Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak” adlı şiir kitabını (Sage Yayıncılık, Haziran, 2012, Ankara) yayınladı. Bu kitaptaki bazı şiirlerin serencâmı yüreğime dokundu ki, hüznünü anlatmadan geçmek olmaz. Adı pek güzel olan şiir kitabında 45 şiir yer almaktadır. Yüreğime dokunan bazı şiirler var ki, adını söylemeden edemem. Bunların içinde en dokunaklısı “Hasta Anneler Ülkesi.” Ardından, “Suya Eğilip Ay’ı Öper Çocuklar”, “Her Şey Kuş Oluyor Öpünce Annem”, “Ceylan”, Ceylan Çağrısı”, “Gene Ceylan”, “Leyla Çağrısı”, “Leyla Türküsü”, “Yetimler ve Şairler” ve “Pınar” adlı şiirler yüreğimi yaktı geçti.
Şair, marallar oymağında bir ceylanla oturup ağladığını şöyle şiirleştirmiş: “Hüznünü dağlara savuran / senin kırılgan ürkekliğin yok mu ceylan / ruhumu kanatlandıran / an be an kaçmaya hazır hâline / ne aşklar susadı / Ah ceylan! /ürkek aşkların zarif sultanı / karanlıkları silen aydınlığını / saklama dağlardan / senin gözlerinden kopan / bir deniz boğulur bende / merhametin ziyası sende parlar / güzellik sende kanat açar göklere / Beni böyle koşturan arkandan / bir avcılık halidir sanma n’olur / aşka uçan turnalar içimde kanat vurur / (…) İn ovalara ceylan! / bu yürekle sana haykıran / en soylu ağıtları sunmalıyım / (…) Ah ceylan! / Boynumda bir vebaldir çağın insanı / kirlerinden oluşmuş zamanın lisanı / (…) Sen ve ben ceylan / cerenler bizi izlerken yükseklerden / asrın çizgilerini çizmek üzre / hayatı hüzn’olan turnaların / aşkına denk bir aşkla / çetele tutmalıyız yine aşklara dair / ceylan ceylan / hüznünde beni an / senden aldığım yaralardandır / yüreğimden sızan kan / Sen sultansın nazlan ceylan / yürekler kanatan naz var sende / Kıtalara yayılan yaz var sende / Bir kurşunla hazan olan güz var sende / yüreğime sürekli batan biz var sende / Sen sultansın nazlan ceylan / senden aldığım yaralardandır yüreğime sızan kan.”
Şair, böyle dile getirmiş bir ceylanla oturup ağladığını. Bu fakîr de, şairin marallar ve ceylanlar yurduna hicret hikâyesini anlatacak size ki, yüreğinizle dinleyin, derim:
“Çok göresim geldi ay ceylan seni”, diyecekti şair. Hıçkırarak ürkek ceylanın boynuna sarılacak, elleriyle zarif yüzünü okşayacak, yüreğinden sâdır olan gözyaşları, ceylanın sabî yüzüne damlayacaktı. Ürkek ceylanın lâl olan bakışlarındaki mâna, şairin yaralı yüreğini daha da kanatacak ve "vururlar, vururlar seni âh ceylan!" diye ağlayacaktı. Sonra yüreği yanında olmayan zâlim insanları hançeresinden çıkan acılı sözleriyle kahredecekti.
ŞAİRİN, MARALLAR OYMAĞINA KONUK OLMAK İSTEYİŞİ
İnsanların kıyıcılığından kaçarak marallar oymağının konuğu olacaktı şair. Kirli çağın kirletemediği yeşil vâdinin ovalarında yaşıyordu marallar oymağı. Rüyalarına giren marallar oymağındaki bir ceylana gitmeye karar vermişti. Söyleşecekti ceylanla. Kirlenmemişliğe ve pak kalpliliğe dair hemhâl olacaktı. Ceylanları katleden insanlara duyduğu fikirli öfkesini gerçekleştirmek için marallar oymağına gönlünce teslim olacaktı.
Yaratılmışlar arasında kötülük düşüncesinden masun olan marallar oymağının varlığını atalarından dinlemişti. Yeryüzünde kötülüklerin işlenmediği âsude mekânlar olan mor dağların ardındaki sahralarda fıtratlarındaki safiyetiyle, zâlim insanoğlundan ayrı bir başına marallar oymağı yaşıyordu. İnsanoğluna merhamet duygusunu hatırlatan marallar ve ceylanlara karşı savaş açan kötülerden kaçarak alıp başını gidecekti şair.
ŞAİRİN, MARALLAR YURDUNA GİTMEK İÇİN HAZIRLIK YAPMASI
Her ezilen yüreği, yok edilen merhamet hissini, marallar oymağındaki bir ceylana anlatmak için kalbî tâlim yapıyordu. Yürek yakıcı işler, güzellikleri katledici çirkinlikler şairin yüreğine bir topak gibi oturuyordu. Bu yüzden kirli insan medeniyetlerinin dokunamadığı uzak dağların sonundaki çöllerde masumiyet ve güzellik timsâli olan ceylanların yaşadığı marallar oymağına sığınacaktı. Görklü bir hayat süren maralların hayatına katacaktı şair yüreğini. Irmaklardan su içecekti ceylanlarla.
Yeryüzünde iyilik ve güzelliğin marallar oymağında var olduğuna inanıyordu. Göklere bakan ulu ormanların ovalarında kötülüğü bilmeden yaşayan, sevginin ve paylaşmanın her dem yürürlükte olduğu marallar oymağına kuşlar götürecekti şairi.
Şairin boynunda vebaldi kirli çağın insanları. Marallar oymağına savaş açmış, kötülükler etmişti kıyıcı ve aşksız insanlar. Bundan dolayı şairin yüreği merhametle kabarmış ve marallar oymağının yurduna gitmeye karar vermişti.
MARALLAR OYMAĞININ, ŞAİRİ DİNLEMEK İÇİN SAF TUTMASI
Gidecekti şair; bir ceylanla oturup söyleşecekti yürekten; bezm-i elest’te verilen mukaddes sözün üstüne ağlaşacaklardı karşılıklı. Kalbini ceylanla arıtacaktı şair. Rüyalarını anlatacaktı. Şiirlerini okuyacaktı hüzünlü sesiyle. Marallar oymağı, şairi dinlemek üzere saf tutacaklardı ürkek ve zarif duruşlarıyla.
Şairin yüreği ki bir zamanlar ceylan derisi kaplı kitaplar aşkı üstüne yazmış olduğu "biz ceylan derisi kitapları kokladık" şiiri yüzünden kendini helâk etmiş, kırk kere nâdim olmuştu. Şimdi ceylanlardan af dilemek için yürek tâlimi yapıyordu.
Yüreğini kanatan her şeyi marallar oymağındaki bir ceylana anlatacaktı şair. Diz çökecekti ceylanın önünde; “kaçma ürkek sultan, zarif sultan” diyecek; “hasret kokan şiirlerimle geldim sana, ay ceylan” diye gözlerine bakıp ağlayacaktı. Ceylanın ürkek ve sabî gözlerinden boşandıkça gözyaşları, şair tutamayacaktı kendini, daha bir ağlayacaktı: “Ay ceylan, yüreğimle geldim sana, kötülerden kaçıp senin cemâlinde aşk bulmağa geldim” diyecekti. “Yüreğimi kavî kılmaya, pak kalpli aşklarda pişmeye geldim; sende beni bulmak için sana geldim ürkek sultan, zarif sultan” diyecekti. Sonra marallar oymağına hıçkırıklı bir söyleşi yapacak, “Özü Kirlenmemiş Yaratılmışlar Üstüne” şiirler okuyacaktı.
ŞAİRİN, MARAL ANA EFSANESİNİ ANLATMASI
Böyle bir kutlu hicrete hazırlanıyordu şair. Pak kalpli bir ceylanla oturup ağlaşmak için yüreğini ve şiirlerini topluyordu. Her bir derdini sayıp dökecekti; “kaçma ürkek sultan, zarif sultan, yüce aşkları, bozulmamış fıtratları bulamadığım yeryüzü medeniyetlerinden kaçıp, sana geldim” diye yalvaracaktı. Af dileyecek, insanlar adına dostluklarını talep edecekti. Kardeşliklerinin sembolü olarak onlara Ana Maral Efsanesi’ni anlatacaktı:
Düşman kabile tarafından bütün efradı yok edilmiş bir kabileye mensup her şeyden habersiz çıkıp gelen bir kızla bir oğlanın yaşadıklarını gören düşmanlar onları da tam öldürmeye karar verirken, Maralların ulularından Ana Maral çıkıp gelerek çocukların serbest bırakılmasını ister. Düşman kabile reisi: “Ne yapacaksın bunları?” diye sorar. “İnsanlar ikiz yavrumu öldürdü, bu çocukları evlat edeceğim, bunları emzirmek istiyorum.”
Düşman kabile reisi: “İyi düşündün mü? İnsan yavruları bunlar, büyüdükleri zaman senin yavrularını yine öldürürler.” Maral Ana: “Hayır, büyüyünce benim maral yavrularımı öldürmezler, onların anaları olacağım, onlar da benim çocuklarım olacak, insan öz kardeşlerini öldürür mü? Onları kimsenin bulamayacağı uzak bir ülkeye götüreceğim, serbest bırakın bu çocukları, memelerim dopdolu, sütüm öldürülen yavrularım için ağlıyor.”
Maral Ana çocukları alır ve onlara: “Ben sizin ananızım, siz de benim çocuklarımsınız, sizi ormanla örtülü uzak karlı dağların koynundaki Isık Göl denilen yere götüreceğim, orada barış içinde binlerce yıl yaşayın, soyunuz, nesliniz çoğalsın, sizden gelenler ana dilini hiç unutmasınlar, analarının, babalarının diliyle konuşmaktan zevk alsınlar, ben gelecek zamanlarda hep sizinle olacağım” der.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN ANA GEYİĞİ KÂFİRLERDEN KURTARMASI
Marallar oymağı ve ceylanlar, kirli çağın yaratılmışlarından işitmedikleri bu kutlu efsaneyi anlatan şairi yurtlarına konuk edecekler ve Peygamber Efendimizden sonra yeryüzünde insanoğluna açmadıkları yüreklerini açacaklardı. Sonra Marallar oymağının bir büyüğü, Peygamber Efendimizin maralların yaşlı atalarından bir ana geyiği kâfirlerden kurtarışını ve kefil oluşunu anlatacaktı şaire:
Kâfirler, İslâm Peygamberinin, peygamberliğini âyan etmesini, mucize göstermesini istemek üzere huzura gelirler. İslâm Peygamberi de bir kâfir atının eyerine bağlı, iki gözü iki çeşme bir ana geyiği görüp “şu geyiği çözün, benim peygamberliğimi açıklasın” buyurur. Kâfirlerin reisi, “biz o geyiği ne hallerde yakaladık, bırakalım da kaçsın mı?” der. “Kaçarsa yerine beni tutun” buyurur ve geyiği çözdürmeye râzı eder.
ANA GEYİĞİN YAVRULARININ İSLÂM PEYGAMBERİNİ GÖRMEK İSTEMELERİ
Serbest kalan ana geyik, Allah tarafından dile gelerek İslâm Peygamberinin peygamberliğine şahâdet eder ve: “Yâ Mustafa, bir kara yüzlüyüm, çok cefa gördüm, Çin diyârından kardaşımı aramaya gelmiş bir garibim, Mekke dağlarına gelip kuzuladım, iki kuzucağım oldu, gizledim. Kuzularımı emzirmek için otlamaya çıkmıştım, bu kâfirler benim çevre yanımı sarıp avladılar, mecalim yoktu, kaçamadım. Bana şimdi bir gün doğdu, dağda bıraktığım yavrularımı ne yapayım, dişleri bitmemişti ki otlayalar. Yâ Resûlullah, yavrularıma ulaşayım, onları emzirip doyurayım, durumumdan haberdar edeyim” der. İslâm Peygamberinin kefaleti ile ana geyiğe belli bir süre için izin verilir. Ana geyik ise yavrularına ulaşır, başından geçenleri bir bir anlatır. Yavruları da bunun üzerine ana geyiği emmeyerek, İslâm Peygamberini görmek istediklerini söylerler.
Bu sırada art niyetli kâfirler, verilen süre içerisinde ana geyik gelmesin de İslâm Peygamberi sözünden yalan çıksın diye gizlice tuzak kurarlar. Bunun üzerine Cebrail Aleyhisselâm, Allah tarafından görevlendirilerek tuzağa düşen geyiği tuzağıyla beraber alıp İslâm Peygamberinin huzuruna getirir. Kâfirler yaptıklarından mahcup olup imana gelirler ve ana geyik de muradına erer.
AH MARALLAR OYMAĞI, AY CEYLAN! İYİLER VAR, KÖTÜLER VAR
Dostluğu pekiştiren bu menkıbeyi dinledikten sonra yüreği kavîleşen şair, “Âh marallar oymağı, ay ceylan! İyiler var, kötüler var. Ben iyi ve görklü insanların yüreği adına geldim sizlere. Yeryüzünün gökyüzüne bakan gözü Isık Göl yamaçlarından Anadolu’nun boz yeşil dağlarına kadar saf fıtrat ve güzellik üzere süren hayat hikâyenizi dinledim büyüklerimden” diyecek ve tarihten elemli bir hâdise anlatacaktı Marallar oymağına:
GAZNE SULTANININ YAVRU CEYLANI BIRAKMASI
Zamanın Gazne hükümdarlarından Emir Sebüktegin bir savaşta yenilgiye uğrar ve gönlü viran, kalbi yaralı bir vaziyette yalnız başına Gazne’ye dönerken yolunun üzerinde yavrusuyla oynaşmakta olan bir ceylan peydâ olur. Okunu gerip tam fırlatacağı sırada acıdığı için vazgeçip yavru ceylanı canlı yakalar. Yoluna devam etmesine rağmen ana ceylan, hükümdarı takip ederek feryat eder. Hükümdar, ana ceylanın yürek parçalayıcı hâlinden dolayı gözlerinden yaş döke döke yavru ceylanı bırakır. O günden sonra hükümdarın başındaki kara bulutlar dağılır ve her tuttuğu altın olur. Daha sonra aynı hükümdarın kudretli ve acımasız oğlu Sultan Mahmud, omuzundaki iflâh olmaz ağrıdan dolayı kasavetini dağıtmak üzere aynı yerde ceylan avına çıkar. Bir ana ceylan ve yavrusu ile karşılaşır. Ayakları küçücük, gözleri kocaman yavru ceylanı yakalayıp kucağına alır, fakat ana ceylanın kımıldamadan durup titreyerek beklediğini gören Gazne Sultanı babasının başından geçen kutlu ceylan hâdisesini hatırlar ve yavru ceylanı serbest bırakır. O an Gazne Sultanının vücudunu ilâhî bir titreme ve kalbini ilâhî bir heyecan sarar. Sonra yüreğinden ılık bir şeyler akıp geçer. Sağ omuzundaki ağrı yok olur ve gözlerine karanlık gözüken âlem birden parlamaya başlar.
ŞAİRİN, CEYLANIN VE MARALLAR OYMAĞININ HEP BERABER AĞLAMASI
Bu söyleşiden sonra, şair oturup ağlayacaktı. İyilikler, güzellikler ve yüce aşklar üstüne konuşacaktı ceylanla: “Kaçma ay ceylan, göğe eren, dört yanı harlı ateş olmuş aşkımla geldim sana” diyecekti. Şairin gözyaşları marallar yurdunu hüzne boğacaktı. Şairin yaralı yüreğine dayanamayan ceylan da ağlayacaktı. Sonra bütün marallar oymağı ağlayacaktı.
O şair ki yüreğinde kuş, çocuk ve ceylanlar yuva yapmıştı. Kuşlar, çocuklar ve ceylanlar için, “Sevgim ve merhametim o kadar kuşatıcı, kudretli ve bol olsun ki, hiçbir kötülük onlara uğramasın” demişti.
-----------------------------------------------
İLÂVE YAZI:
GÖNLÜME DÜŞENLER
Mustafa Göktürk; “Semavî Türklerden”, yani Göktürk sülâlesinden. Kalbimin şairinin ifadesiyle “Göktürklerin turnası.” Büyükleri gibi ayağıma basan bir Göktürk değil. Akademisyen, fakat bütün Göktürklere mahsus olan meşrep ve fıtrî olarak akademisyen hâlet ve tavrına sahip değildir. Sivil ve yerli. Göktürklere has bir yapı olarak zihniyeti sağlam bir dost. Fikir Dükkânı’nda avcılık ve yiyecek sohbeti edenlere karşı kitap sohbeti ettiğim ve muarızlarımın fakire attıkları oklara hedef olan gönül ve fikir dostum. Kaç zamandır dahili hafif gurbette olan bu dostun bir gün mağaramıza yeniden döneceği, yani Fikir Dükkânı’nın bulunduğu şehirde mesleğini sürdürüp bu fakîri muarızlarına karşı eskisi gibi koruyacağı günleri iple çekiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.