Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Aşkla Dans

Aşkla Dans

Bu haftaki kitabımız; “İlgi Kültür Sanat” Yayıncılık’tan çıkan, Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin yazdığı “Aşkla Dans” ismini taşıyor. “Aşkla Dans”, günümüzde “vur kaç mayalı insanların”, nefsi zaaflarından doğan ve bu zaaflarını aşk gibi güçlü bir kelime ile örten “değer hırsızlarının maskeli ilişkilerini” anlatmıyor.

Kitabın kapağındaki ismin altında ikinci başlık şöyle: “Türkler, Tasavvuf ve Musiki.”
Eserde her insanın altından kalkamayacağı çok duyarlı ve duygulu bir insan hikâyesi var. Yani Mim Kemal Öke ve kızı Nazlı’nın hikâyesi.
Mim Kemal’in bütün hayatını ve kariyerini kızının hayatından sonrasına bırakması ve adam gibi baba olması, ibretlik sahnelerle dolu.
Mim Kemal Öke, 35 yaşında Türkiye’nin en genç profesörü olduktan sonra kariyerinde zirveye çıkma hazırlığında iken, çevresi kendisini alkışlarken, o bir başka kariyer hazırlığına soyunmuştu. Baba olma kariyerine.
Üniversitelerde hoca, siyasette bakan, büyük şirketlerde danışmanlıklar yerine; o, kızı Nazlı’ya baba olmayı seçmişti.
*
Mim Kemal Öke’nin kızı Nazlı Hilal, 1991 yılında “Down Sendromlu” dünyaya gelir.
İşin bundan sonraki kısmını kitaptan takip edelim, ama önce kısaca “Down Sendromlu” ne demektir, tarifinden bir parça alalım.
“Down Sendromu; vücutta yapısal ve fonksiyonel değişiklikler ile karakterize edilir. Vücuttaki küçük ve büyük farklılıkların kombinasyonu yapısal olarak sergilenir.”
*
“Her şey 1991 ile başladı. Kızım; Nazlı Hilal’in doğumuyla birlikte... Aynı burcu paylaştığımız Nazlı, özel-sıra dışı (buna özürlü/engelli diyorlar) bir bebekti.
Tabi aynı “kaderi deneyimlemiş” pek çok baba gibi ben de –itiraf edeyim- ciddi bir vurgun yedim. Uzun sürmedi, işin hakikatini gösteren bir ilahi tecelli sayesinde toparlandım ve o andan itibaren ailece Nazlımıza “endeksli” bir hayata adım attık.
Ne var ki, Nazlı’nın ergenliğe girdiği o kritik yaşlarda, gerek toplumun reaksiyonlarından rahatsız olan, gerek ise kendi farkındalığının bilincine varan kızımız ağır bir depresyonun pençesine düşüverdi.
İğneyle kazdığımız kuyuya felek, buldozerle toprak boşaltıyordu. Uçuruma yuvarlanmış gibi bir durumdu bu anlayacağınız. Kazanımlarımızın hepsini birer birer yitiriyorduk.
İşte o sıralarda ritim-raks ve müzik terapi imdadımıza yetişti. Düştüğümüz yerden kalkabildik. Hayata tekrar asıldık.”
*
Bu araya Mim Kemal Öke’nin bir röportajda kızı Nazlı’nın müzikle terapiye başlarken, İstanbul’dan İzmir’e kadar babasına arabada ilahiler dinlettiğini hatırlatayım ve kitaba dönerek meseleyi özetleyelim.
“Sizi kitapla baş başa bırakmadan önce kaydedeceğim bir önemli nokta daha var:
O da ben de bu denemeyi, tevhid neşesi ile yazdım. Birleştirici, kucaklayıcı olmaya çalıştım. Bu eserin kimseyle veya herhangi başka bir amaçla güdülen ‘dava’sı yoktur. Ben dava değil, ‘mana’ peşindeyim.
Eser hakkında bilgi için: 0212 526 39 75

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi