Erdem Bayazıt
Bin dokuz yüz yetmişli yılların sonu. Ankara Zafer çarşısı’nın zemin katı. Genellikle sol düşünceye hakim yayınevleri, iş yerleri, kırtasiye, fotoğrafçı ve diğer tüketilen maddelerin satıldığı ve Ankaralı ünlü solcuların uğradığı bir mekan.
Bu mekanda bir kitabevi vardı. Hatırladığım kadarıyla kitabevinin adı da Fatih Kitabevi’ydi. çünkü sahibinin adı Fatih’ti. Akıncılar ve MTTB gençliğinin ağabeylerinden olan Maraşlı Fatih, solcuların mekanında kendisine bir yer bulmuş ve orada bu ülkenin “yerlilerinin de” olabileceğini göstermişti.
Zafer çarşısı’na gitmeye ilk zamanlar korkardım, çünkü eli yüzü teşir neşir olmuş, hani Deniz Baykal’ın öfkelendiği anda yüzünün gerginliği ve korkunçluğu var ya, işte aynen onun gibi insanı sıtmadan beter hale getiren yüz tipine benzer, bir sürü tipler vardı ve herkese düşman olarak bakıyorlardı.
üstleri başları kirliydi, tırnaklarının arasındaki kirlerden bir milyon karınca doyardı, hele solcu kızların saçları arasında bit ya da pire girse, dünyanın en büyük mikroskoplarıyla ne pireyi ne de biti bulabilirdiniz, öylesine kirli ve paslıydılar ki, ben de haliyle bu kirli solculardan korkardım. Şimdi de hâlâ kirlilerinden de temizlerinde de korkarım ya.
Korkumla beraber hep de Zafer çarşısı’nın zemin katını merak ederdim. Fatih Kitabevi’nin açıldığını, oraya girip çıkıldığını, kavga falan edilmediğini söylüyorlardı fakat yine de gidemiyorduk. çünkü solcu gençlerin bildikleri tek şey vardı, kendilerinin dışında hareket eden her canlıya düşman olmaktı. Gerçi bugün de aynılar ya, her fırsatta CHP bunun en güzel örneğini sergiliyor.
Neyse lafı uzatmayalım. Bir Perşembe günüydü galiba, Erdem Bayazıt ağabeyi Kızılay’da yürürken rastladık. Ben ilk defa o zaman görmüştüm. Geçmiş dönemde bakanlık yapanlardan biri bize o zaman ağabeylik yapıyordu ve Erdem ağabeyi de en iyi o tanıyordu. Hemen tanıştırdı ve birlikte yürümeye başladık.
Erdem ağabey bizi sevmiş olacak ki, çay ısmarlamak istediğini ama Zafer çarşısı’nın zemin katında bulunan Fatih Kitabevi’ne uğrayacağını söyleyince daha bir başka sevinmiştik. En azından Erdem ağabey gibi boylu poslu, iri yarı ve vurunca adamı devirecek gösterişli birisiyle Zafer çarşısı’na giriyorduk ki, “Benim diyen solcular bizden yana bile bakamazdı.”
Erdem ağabey ile çarşıya girdik, onu tanıyanlar selam veriyor ve kimse saygıda kusur etmiyordu. Erdem Bayazıt gibi bir isimle yürümek bile insana sıfırdan on puan kazandırıyordu, bunu yaşamıştık. Hep birlikte oturduk konuştuk. Söz şiirden açıldı, edebiyattan açıldı, sanattan açıldı derken sohbet uzadıkça uzadı ve doya doya Erdem ağabeyi tanıma imkanı bulmuştuk.
Erdem ağabeyinin babacan görünümü beni öyle etkilemişti ki, artık peşini bırakmıyordum. Sonra Selanik Caddesindeki Mavera Dergisi’nin yerine gidip gelmeye başladık. O yıllarda Mavera Dergisi’nin öyle bir cadde üzerinde bulunması da apayrı bir gurur ve mutluluk vericiydi.
Allah rahmet eylesin Akif İnan başta olmak üzere bütün Mavera dünyasını orada tanımıştık, kucağımda çok Mavera Dergisi taşıdığımı, Diriliş taşıdığımı bilirim. Hele Erdem ağabeyin; “İpek Yolundan Afganistan’a” kitabı çıktığında bir solukta okumuş ve Afganistan’da olup bitenleri onun sayesinde öğrenmiştik.
Erdem ağabeyi sonra milletvekili olduğunda da takip etmiştim. özal’ın milletvekilleri içerisinde pek çok yiğit vardı ama Erdem ağabeyin yiğitliği daha başkaydı. Sözünü esirgemez, söyleyince de karşısındaki teslim alırdı.
Dün son sözünü söyledi ve aramızdan ayrıldı. Bir insan sevilecekse böyle sevilmeliydi. Eyüp Camii’nin avlusu, ondan fikir ve düşünce nemalanan insanlarla doluydu. Cumhurbaşkanı ve Başbakan başta olmak üzere, bu ülkenin yiğitleri camideydi. Daha ne denilebilir ki, Allah rahmet eylesin ruhu için el Fatiha.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.