D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Ramazan hatırlatıyor!

Ramazan hatırlatıyor!

Temel bir ibadet, bizi temelden yakalıyor. Ramazan iklimi Müslümanların bütün dünyada hissettiği bir diriliş mevsimi.

Türkiye’de ramazan sadece dini bir vecibenin yerine getirilmesi değil, kültürel arkaplanın her zaman kendini hissettirdiği yaşanılan bir vakıa. Oruçlu veya oruçsuz, dindar veya dine uzak herkesin hissettiği, bir şekilde yaşadığı bir hayat kesitinden söz ediyoruz.
İşte bu bütün toplumu kucaklayan olgu, her yıl hazırlıklarla karşılanıyor. Basın yayın organları da özel sayfalar düzenleyerek, dizi yazılar hazırlayarak, ramazana mahsus hediyeler vererek ramazanı karşılıyorlar. Her yıl birkaç gazete “meal” veya “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe tercümesi”ni verir okuyucularına.
Müslümanlık geçmişi bin yıldan fazla olan Türk dilli bir toplumun, kitapla, Kur’an’la ilişkisi ramazan vesilesiyle bir daha gündeme geliyor.
İslâmiyeti Türkistan’da, farsçanın etkili olduğu şehir muhitlerinde öğrendik. Kur’an’ın aslî lisanı yanında birçok dinî terimi, bu sebeple farsçadan aldık. Dinî ilimleri Arapça üzerinden öğrendik. Türkistan muhiti, İslâm ilim tarihinde mühim bir yere sahip. Muteber hadis kitaplarını tedvin eden hadis âlimlerinin çoğu Türkistanlı.
Kur’an’ın mânasını anlama merakından da uzak kalmadık. Eldeki örneklerden ilk türkçe tercümelerin 10. Miladî asırda yapıldığı anlaşılıyor. Kısacası 10 asırlık bir geçmişi var Kur’an’ı dilimize çevirme maceramızın.
“Satır arası” denilen bu tercümelerin farsça tercümeler ile eş zamanlı yapıldığı sanılıyor. Bugün anladığımız mânada bir metin tercümesi veya “meal” sözkonusu değil. Kelime kelime karşılıklar yazılıyor, böylece Kur’an’ın ne dediği, erbabınca anlaşılmaya çalışılıyor.
“Satır arası tercüme”, meal gibi okunabilir değil. 20. yüzyıla kadar, diyebiliriz ki, Kur’an’ı çevirme metodunda pek farklılık olmamıştır.
Modernlikle karşılaşan Müslüman aydınlar, ilim geleneğinin zayıf noktalarını keşfettiler ve doğrudan doğruya Kitap’dan yararlanarak İslâmı anlamak gerektiğini düşündüler.
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı (Âkif)
İşte bu yüzden 20. yüzyılda Kur’an tercümeleri mahiyet değiştirdi.

Yüz yıl içinde “lâfzı ve mânasıyla bir mûcize olan Kur’an-ı Kerim’in günümüze kadar yüzden fazla türkçe tercümesi yapılmıştır.” (Osman Cilacı: “Tercüme teknikleri açısından meallere genel bir bakış” Kur’an Mealleri Sempozyumu)
Bu iyiye mi delalet eder, kötüye mi? Doğrusu cevabı müşkil bir soru!
Kimler Kur’an tercümesine çok istekli idi?

Modernlikle karşılaşan dindar mütefekkirler, Mehmet Âkif gibi.

Bu istekli oluşta yüzlerce yılın birikimi olan dinî ilimlerdeki durağanlıktan kaynaklanan kuşkuyu hissetmek mümkün. Kur’an’a doğrudan muhatap olmak, ondan bugüne yönelik düşünceler elde etmek. Aradaki arızalı düşünce, bilgi ve tutumu böylece dışarıda bırakmak... Selef-i salihinin sâf dinine ve heyecanına vâris olmak...
20. asırda başka bir zümre, batıda Hıristiyanlığın geçirdiği “reform”un İslâmda da yaşanması gerektiğini düşünüyordu. Bunlar Kur’an’ı kavimlerinin lisanına çevirerek, İslâmı millileştirmek, kavmileştirmek istiyordu.
İslâm toplumunda müşterek olan ibadet dilini kavmileştirmekle işe başlamak istiyorlardı. Cumhuriyet’ten sonra “Türkçe ibadet” tahayyül ve düşünce olmaktan çıkarılıyor, resmî kanalla uygulanmak isteniyor. Böylece bir milliliğe ve laikliğe ulaşmak hedefleniyordu.
1930’larda türkçe ezan uygulanıyor ama, türkçe ibadet, her şeye rağmen uygulanamıyor. Mehmet Âkif’in kılı kırk yararak ve ısrarlar üzerine kabul ettiği Kur’an tercümesi işinden vazgeçmesinin altında yatan sebep bu.
Herkes, o zamanlar (bugün de öyle) Kur’an tercümesini en iyi Mehmet Âkif’in yapabileceğini düşünüyor. Mehmet Âkif, teklifi kendince makul itirazlarla karşılıyor ve fakat, ısrarlar üzerine kabul ediyor (1925). Yedi yıl çalışıyor, tercümeyi bitiriyor, temize çekiyor, fakat Türkiye’de Türkçe ibadet uygulaması başlayınca, mukaveleyi feshediyor, avansı iade ediyor ve meali göndermiyor...
Sonrası bilinir: Türkiye’ye gelirken yakın ve güvendiği arkadaşı Yozgatlı İhsan Hoca’ya emanet ediyor. Şartı kendisi dönemezse, imha edilmesi. Bu arada, Türkiye’yi yönetenler Mehmet Âkif’den meali almak için epeyce çaba harcıyorlar. Her türlü yolu deniyorlar. Ölüm döşeğindeki Âkif’e yüklü paralar teklif ediyorlar... Fakat sonuç alamıyorlar.
Mehmet Âkif’in meali yayınlansa, dolaşımda olsa idi, elimizde bulunsa idi, yine yüz küsur Kur’an mealimiz olur muydu?
Sanmam ki olsun!

Mükemmel yok, mükemmel arayışı var, fakat sonuç yok! (Bu arada, herkesin mükemmelin peşinde olduğu da şüphe götürür!)
Bu mevzuda, Mehmet Âkif’ten sonra ismi anılması gereken şahsiyet kim? Şüphesiz Elmalılı M. Hamdi Yazır. Türkçe’nin 20. yüzyıldaki tefsirini TBMM’nin talebi üzerine yapıyor. “Bu tefsir daha aşılamamıştır” diyenler haklıdır.
Kendisi de meal-tefsir arası bir eser hazırlamış olan Hasan Basri Çantay, Elmalılı tefsiri için, “bu alanda yüksek bir erkân-ı harbiye haritası gibidir, ondan daha çok dinî ilimlerle ilgili olanlar istifade edebilir, halk ve bugünün aydınları istenilen faydayı sağlayamazlar”, diyor. (Devam edeceğiz)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi