Ramazan hatırlatıyor!
Temel bir ibadet, bizi temelden yakalıyor. Ramazan iklimi Müslümanların bütün dünyada hissettiği bir diriliş mevsimi.
Türkiyede ramazan sadece dini bir vecibenin yerine getirilmesi değil, kültürel arkaplanın her zaman kendini hissettirdiği yaşanılan bir vakıa. Oruçlu veya oruçsuz, dindar veya dine uzak herkesin hissettiği, bir şekilde yaşadığı bir hayat kesitinden söz ediyoruz.
İşte bu bütün toplumu kucaklayan olgu, her yıl hazırlıklarla karşılanıyor. Basın yayın organları da özel sayfalar düzenleyerek, dizi yazılar hazırlayarak, ramazana mahsus hediyeler vererek ramazanı karşılıyorlar. Her yıl birkaç gazete meal veya Kuran-ı Kerimin Türkçe tercümesini verir okuyucularına.
Müslümanlık geçmişi bin yıldan fazla olan Türk dilli bir toplumun, kitapla, Kuranla ilişkisi ramazan vesilesiyle bir daha gündeme geliyor.
İslâmiyeti Türkistanda, farsçanın etkili olduğu şehir muhitlerinde öğrendik. Kuranın aslî lisanı yanında birçok dinî terimi, bu sebeple farsçadan aldık. Dinî ilimleri Arapça üzerinden öğrendik. Türkistan muhiti, İslâm ilim tarihinde mühim bir yere sahip. Muteber hadis kitaplarını tedvin eden hadis âlimlerinin çoğu Türkistanlı.
Kuranın mânasını anlama merakından da uzak kalmadık. Eldeki örneklerden ilk türkçe tercümelerin 10. Miladî asırda yapıldığı anlaşılıyor. Kısacası 10 asırlık bir geçmişi var Kuranı dilimize çevirme maceramızın.
Satır arası denilen bu tercümelerin farsça tercümeler ile eş zamanlı yapıldığı sanılıyor. Bugün anladığımız mânada bir metin tercümesi veya meal sözkonusu değil. Kelime kelime karşılıklar yazılıyor, böylece Kuranın ne dediği, erbabınca anlaşılmaya çalışılıyor.
Satır arası tercüme, meal gibi okunabilir değil. 20. yüzyıla kadar, diyebiliriz ki, Kuranı çevirme metodunda pek farklılık olmamıştır.
Modernlikle karşılaşan Müslüman aydınlar, ilim geleneğinin zayıf noktalarını keşfettiler ve doğrudan doğruya Kitapdan yararlanarak İslâmı anlamak gerektiğini düşündüler.
Doğrudan doğruya Kurandan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı (Âkif)
İşte bu yüzden 20. yüzyılda Kuran tercümeleri mahiyet değiştirdi.
Yüz yıl içinde lâfzı ve mânasıyla bir mûcize olan Kuran-ı Kerimin günümüze kadar yüzden fazla türkçe tercümesi yapılmıştır. (Osman Cilacı: Tercüme teknikleri açısından meallere genel bir bakış Kuran Mealleri Sempozyumu)
Bu iyiye mi delalet eder, kötüye mi? Doğrusu cevabı müşkil bir soru!
Kimler Kuran tercümesine çok istekli idi?
Modernlikle karşılaşan dindar mütefekkirler, Mehmet Âkif gibi.
Bu istekli oluşta yüzlerce yılın birikimi olan dinî ilimlerdeki durağanlıktan kaynaklanan kuşkuyu hissetmek mümkün. Kurana doğrudan muhatap olmak, ondan bugüne yönelik düşünceler elde etmek. Aradaki arızalı düşünce, bilgi ve tutumu böylece dışarıda bırakmak... Selef-i salihinin sâf dinine ve heyecanına vâris olmak...
20. asırda başka bir zümre, batıda Hıristiyanlığın geçirdiği reformun İslâmda da yaşanması gerektiğini düşünüyordu. Bunlar Kuranı kavimlerinin lisanına çevirerek, İslâmı millileştirmek, kavmileştirmek istiyordu.
İslâm toplumunda müşterek olan ibadet dilini kavmileştirmekle işe başlamak istiyorlardı. Cumhuriyetten sonra Türkçe ibadet tahayyül ve düşünce olmaktan çıkarılıyor, resmî kanalla uygulanmak isteniyor. Böylece bir milliliğe ve laikliğe ulaşmak hedefleniyordu.
1930larda türkçe ezan uygulanıyor ama, türkçe ibadet, her şeye rağmen uygulanamıyor. Mehmet Âkifin kılı kırk yararak ve ısrarlar üzerine kabul ettiği Kuran tercümesi işinden vazgeçmesinin altında yatan sebep bu.
Herkes, o zamanlar (bugün de öyle) Kuran tercümesini en iyi Mehmet Âkifin yapabileceğini düşünüyor. Mehmet Âkif, teklifi kendince makul itirazlarla karşılıyor ve fakat, ısrarlar üzerine kabul ediyor (1925). Yedi yıl çalışıyor, tercümeyi bitiriyor, temize çekiyor, fakat Türkiyede Türkçe ibadet uygulaması başlayınca, mukaveleyi feshediyor, avansı iade ediyor ve meali göndermiyor...
Sonrası bilinir: Türkiyeye gelirken yakın ve güvendiği arkadaşı Yozgatlı İhsan Hocaya emanet ediyor. Şartı kendisi dönemezse, imha edilmesi. Bu arada, Türkiyeyi yönetenler Mehmet Âkifden meali almak için epeyce çaba harcıyorlar. Her türlü yolu deniyorlar. Ölüm döşeğindeki Âkife yüklü paralar teklif ediyorlar... Fakat sonuç alamıyorlar.
Mehmet Âkifin meali yayınlansa, dolaşımda olsa idi, elimizde bulunsa idi, yine yüz küsur Kuran mealimiz olur muydu?
Sanmam ki olsun!
Mükemmel yok, mükemmel arayışı var, fakat sonuç yok! (Bu arada, herkesin mükemmelin peşinde olduğu da şüphe götürür!)
Bu mevzuda, Mehmet Âkiften sonra ismi anılması gereken şahsiyet kim? Şüphesiz Elmalılı M. Hamdi Yazır. Türkçenin 20. yüzyıldaki tefsirini TBMMnin talebi üzerine yapıyor. Bu tefsir daha aşılamamıştır diyenler haklıdır.
Kendisi de meal-tefsir arası bir eser hazırlamış olan Hasan Basri Çantay, Elmalılı tefsiri için, bu alanda yüksek bir erkân-ı harbiye haritası gibidir, ondan daha çok dinî ilimlerle ilgili olanlar istifade edebilir, halk ve bugünün aydınları istenilen faydayı sağlayamazlar, diyor. (Devam edeceğiz)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.