Ramazan; Oruç ayı mı, açlık ayı mı?
Bir Ramazan daha geldi. Bu sefer yeni bir sayfa açıp “gereğince” yararlanabilmek için, “Ramazan Ayı”nın, öncelikle “Oruç Ayı” olduğunu idrak edelim; “diyet fırsatı” olmaktan çıkararak “oruç ibadeti”ni eda edelim.
Eğer “Ramazan”ı, ictimai ölçekte “ibadet ve Allah’a yakınlaşma” ayı olarak değerlendirir, iç alemimizi Allah’a yönlendirir, “sadece Allah’tan” diler, Kur’an’a daha fazla sarılırsak...
Eğer Ramazan, “oruç tutan”ı “dünyevi tutkular”ın peşinden alıp “Allah’a ibadet”e adapte eder, din artık bir oyun ve eğlence olmaktan, ya da bir ideolojik tarafgirlik sebebiyle takip edilmekten kurtulup bizim için gerçekten bir “hayat biçimi” haline gelirse ve vaktimizi “Ramazan eğlenceleri”yle geçirmezsek...
Eğer “Oruç Ayı” münasebetiyle evlerimiz, aile hayatımız, çoluğumuzla-çocuğumuzla olan alâkamız ve beşeri münasebetlerimiz “İslam mikyası” ile biçimlenirse, “İslam’dan kopuk” bir “Kültür Müslümanlığı” halinden kurtulabilirsek, yaşantımızı “ilahi formasyon”a adapte edebilir, “Ramazan” münasebetiyle ve “Oruç” sebebiyle kendimizi inanç bakımından isnad ettiğimiz “İslam” evlerimizdeki yerini kuvvetlendirir, hayatımız “İslam”a, inancımız “iman”a olduğundan biraz daha yaklaşırsa, Rasulullah’a ümmet olma bilincini daha bir kuvvetle içselleştirip amelimize aktarabilirsek, gerek bireysel ve gerekse ictimai ölçekte hayatımızı Kur’an ve Sünnet üzere revize edip yenilemeyi başarabilirsek...
Eğer, Ramazan’ın “manevi atmosferi”nin kuşatıcılığı adı altında dinimize yeni ritüeller sokuşturmaz, “ibadet”i asli hüviyetinden çıkarıp “tören” haline getirmez; “itikad”a ise “şirk” bulaştırmazsak...
Eğer Ramazan’da indirdiğimiz hatimler dilimizden öteye de geçer ve “Kur’an’ın bize verdiği mesaj”ın ne olduğunu idrak etmemize vesile olursa, okuduğumuz ayetlerde Allah’ın biz kullarından neler istediğini, Kur’an ayetlerine göre nasıl bir hayatı kuşanmamız gerektiğini, “vahyin çizgisi”nin ne olduğunu araştırırsak; dillerimizde terennüm eden Kur’an gönüllerimize iner, bilincimize yerleşir, amellerimize biçim ve yön verir, hayatımıza rehber olursa, Ramazan münasebetiyle Kur’an’a göre “hayat”ı ve “hayatımız”ı gözden geçirir, Kur’an ile biçimlenirsek, dünyanın Kur’an’a göre nasıl biçimlendirilmesi gerektiğine dair kafa yorar, bütünüyle Kur’an’a aykırı olan şu içinde bulunduğumuz siyasi-idari, içtimai-sosyal, hukuki-adli, iktisadi-ekonomik, tedrisi-kültürel hayattan rahatsızlık duyar da bunu Kur’an’a göre nasıl yeniden biçimlendireceğimize dair plân ve program hazırlayıp gereğince organize olmanın çabası içine girersek...
Eğer camilerimiz yozlaşma ve “laik sisteme adapte olma merkezi” olmaktan kurtulursa, “devlet”i ve “devlet sistemi”ni sorgular, “sosyal” ve “siyasal” yapıyı analiz eder, “kültür” ve “kimlik” meselelerimizi ele alırsak, “dünya” ve “ahiret” dengesini ve bunların birbirleriyle olan münasebetini irdeler, “ibadet/kulluk” ve “dünyalık” için “Kur’ani esaslar”ı ve yönlendirmeleri araştırırsak...
Eğer “Oruç”u modern hayatın gereklerine ve gidişatına uydurmazsak, artık oruç tutmak, iftar ve sahur sofraları, “oruç”a ilişkin söylem ve eylemlerimiz kalbe, gönüle, inanç derinliklerine iner; imaja, vitrine, gösterişe ve teşhirciliğe dayanır olmaktan çıkarsa, “oruç ibadeti”nin hakkını verir ve onu bir “genel âdet” olmaktan çıkarır, gerçekten “oruç”u, bizi arındıran bir ibadet vasfıyla tutarsak, orucun günahlardan ve kötülüklerden “sakındırıcı” vasfını hatırlar ve “helali-haramı ayırt etme”de bir “yeniden diriliş” olarak değerlendirirsek...
Eğer Allah’a teşekkür ve tefekkürü ihya edersek, dünyeviliğe ve günahlara olan temayülümüzde bir azalma olursa, Allah’ın istediği “kulluk vazifesi”ni hakkıyla yerine getirirsek, “Oruç”, bir “içtimai şükür” ameliyesi olursa, orucun “şükür”, “ibadet” ve “manevi huzur” boyutunu unutup sadece “sıhhat” boyutunu ön plâna çıkararak “ihlas”ı bozmazsak...
Eğer Ramazan Ayı müslümanlar arasında “ictimai dayanışma ve yardımlaşma”ya, ya da tefrika içinde bulunan müslümanlar arasında “birlik ve beraberlik”e vesile olursa...
Eğer ömrümüzü dışında tuttuğumuz ilim meclislerine yakınlaşır ve böylece, Müslüman olduğumuzu söylediğimiz halde hükümlerinden çok da fazla haberdar olmadığımız dinimizin bize çizdiği yolu ve yaşam kurallarını öğrenmek için bir çaba gösterirsek...
Eğer kendimizi uzak tuttuğumuz “ölüm”ü hatırlar, “Cennet’i garantilemiş gibi” tevbe etmediğimiz günahlarımız için Allah’tan gereğince af diler, akıbetimizin hayır üzere olması için dua ve niyazda bulunursak...
Eğer tuttuğumuz oruç, bir ömür taşımamız gereken “Rabbani ilkeler”in bizde ne kadar yer ettiğini yılda bir, bir aylığına olsun, en ince ayrıntılarına kadar test etmek, muhasebesini yapmak için vesile olursa...
Eğer Ramazan, bol proteinli “ziyafet sofraları”nda, günün verdiği açlığın getirdiği “yeme temayülü”nün düşüncesizce “mide doygunluğu”na dönüştürülmesi zevkini tatmin eylemi olmaktan çıkarsa...
Eğer işte -en azından- bunları yaparsak, Ramazan’ı gerektiği gibi değerlendirmiş oluruz.
Buna şunu da ilave etmekte fayda var: Müslümanların Allah için eda ettikleri “oruç ibadetinde başlama ve bitirme zamanları”nı da, “bayram günleri”ni de “ilkelerini ve kendini biçimlendiren kuralları İslam’dan almayan bir sistem” belirliyor. İslam’a göre biçimlenmemiş bir sistem, müslümanlara “oruca başlayın” dediğinde oruç tutmaya başlanıyor, “bayram edin” dediğinde bayram ediliyor. Kimse de bu işte bir gariplik aramıyor, bir hile ya da yanlışlık olup olmayacağını sorgulamıyor, buna dair bir endişe taşımıyor. Eğer bu hususta duyarlılığımız dinin emirlerine göre gelişirse de Ramazan’ı değerlendirmede bir adım atmışız demektir.
İki gün sonra Oruç. Bugün karar verelim. Ramazan Ayı’ndan gerektiği gibi yararlanacak mıyız, yararlanmayacak mıyız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.