Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Brütüs tayfası!

Brütüs tayfası!

Sadık Albayrak’ın Yürüyenler ve Sürünenler diye bir çalışması bulunuyor. Yolda düşenlerin kaydını tutuyor ve sebat edenlerin hikayesini anlatıyor. Lübnanlı merhum Fethi Yeken’in de benzeri Mütesakitun/ Elenenler adıyla aynı mahiyette bir kitabı var. Lakin maalesef kendisi de kitabında hikayesini ettiği ‘elenenler’in durumuna düşmekten yakasını kurtaramamıştır. Cemaatinin çizgisini (İhvan-Cemaat-i İslamiye) aşarak Tahran-Şam ekseninin parçası haline gelmiştir. Ölmeden evvel cemaatiyle bu yüzden yollarını ayırmıştır Düşenler ve elenenler nedeniyle son yıllarda çok sık hayal kırıklığı ve keder yaşıyoruz. Bunu yaşatanlardan birisi de Muhammed Said Ramazan el Buti’dir. Son sıralarda yeni bir hutbesinde halkını öldüren Suriye ordusunu neredeyse Bedir kahramanları seviyesine çıkartıyor. Komplo teorileriyle aklını bozmuş bulunuyor. Bundan dolayı da vakarını ve heybetini de kaybediyor. İhvan’la fikri çatışmasını, gözden geçirme veya muhasebe düzeyinden mutlak düzeye çıkarmış ve fücur seviyesine getirmiştir. Böylece kayıtsızca kendisini tamamen rejimin kollarına atmıştır. Onunla bütünleşmiştir. Keza Elbani ve Tayyip Tızzini gibi selefi-sol şahsiyetlerle de polemiklere girmiştir. Lakin bu polemiklerinde hak çizgisine tutturmaktan ziyade nefsi zemine düşmüştür. Siyasi olarak Ahbaş tayfasına benzemiştir.

•


Buti geçmiş vaazlarından birisinde Nasrullah’ın tırnağı bile olamayacağını söylüyor. El hak, kendi itirafıdır. Suriye konusunda tamamen Nasrullah’la aynı paralele düşmüştür. Nasrullah’ın tırnağı olamayanlar Esat rejiminin kolu kanadı ve payandası olmuşlardır. İhvan arasında da Buti’ye benzeyenler var. Bunlardan birisinin Fethi Yeken olduğuna temas etmiştik. Bunlar pratik üzerinden teorisini terk edenlerdir. Yine Tahran-Şam eksenine yamanmasından dolayı cemaatiyle ters düşerek kopma yaşayanlardan birisi eski dostumuz Kemal Helbavi’dir. Kendisini ibretle ve dehşetle izliyorum. O da Buti gibi ‘Nejad ve Hamaney’in tırnağı olamam’ diyenlerden. Kendi namına bunu söylemesine itirazımız yok. El hak, doğrudur. Lakin İslam alemi adına hatta tarih adına söylüyor. Onları Hazreti Ömer’e benzetiyor. Bu benzetme her iki tarafça da merdut ve sakattır. Daha ötesi Hazreti Ömer’in ruhunu incitmektir. Böyle bir benzetme veya sentez ancak Helbavi gibi ‘çarpılmış’ bir kafanın ifrazatı olabilir. İran-Şam ekseni cemaatiyle yollarını ayırmasına neden olmuştur. Zira İran’la ilişkilerinde cemaat çizgisini aşmıştır. Muhammed Selim Avva ve Tevfik Ganim gibi bazı diğer cemaat mensupları da Karadavi’nin 2008’deki İran aleyhindeki manifestosunda üstatlarını yüzüstü bıraktılar. Brütüs taifesi olmuşlardır. Yolların ayrışma noktasında cemaatlerine değil İran’a sadakat göstermişlerdir. Helbavi de ‘İsrail karşısına Hamaney-Nejad gibi kim çıkabilir?’ diyor. Bir zamanlar cemaatini zindandan zindana süren Nasır da İsrail’in karşısına aynı retorikle çıkmıştır. Unutmuş olmalı. Gücü Beşşar gibi sadece İhvan’a veya halkına yetiyordu.


•


Şia ile yakınlaşma hususunda Helbavi gibi isimler Hasan el Benna’nın mirasına sığınıyorlar. Benna ve Bediüzzaman gibiler ümmete olan şefkatlerinden eski yaraların kaşınmasını doğru bulmamış ve tarihi aşan bir fırsat yakalamaya çalışmışlardır. Lakin İran devrimiyle birlikte tarih geri dönmüştür. Ondan önceki deneyimler de umut verici olmaktan uzaktır. Onlar Şiilerle Sünniler arasında esbab-ı hilafın kaldırılmasını istemiş veya en azından bir işbirliği zemini bulmaya çalışmışlardır. Eski Irak Müftüsü Emced Zehavi gibiler de aynı kafileye katılmışlardır. Lakin bu umut ve beklenti muhtelif düzeydeki tecrübe edildikten ve sınandıktan sonra berhava olmuştur. Vakıa bu beklentiyi tekzip etmiştir. Zira, İran devrimiyle birlikte yeni rejim bölgede İran merkezli bir Şii imparatorluğu tasarlamıştır ve bunun av sahası da İslam alemi olmuştur. Nükleer program bunun araçlarından biridir. Gizlice Şiilik faaliyetleri yürüten bu yapı açıktan ise ideolojik bir araç olarak direnişe sarılmıştır. Tarih bu yönde de tekrar halindedir. Şii dosyasını yeniden açan Reşid Rıza’ya ilk tepkiler Lübnan’dan gelmiş ve kendisine Fransız mandası dururken bu meseleleri kurcalamanın alemi sorulmuştur. Fransızların yerinde bugün İsrail vardır. Yine Reşid Rıza’nın yazdığı gibi Fransız mandasından cesaret alan Şii propagandası olmuştur. Yabancı varlığı varken de yokken de ihtilaf meselelerini kaşımak doğru değildir. Ama bu atmosferi gerekçe göstererek Şii yayılmacılığı yapmak istismardır. İran hem siyasi hem de mezhebi açıdan bunu yapıyor mu yapmıyor m? Dinler arası diyalog ve mezhepler arası yakınlık Afgani ve Abduh projesidir. Benna bu hususta bu ekolün devamıdır. Bu emanete ve misyona sadık kalan Reşid Rıza ilk dönemlerde Osmanlı’ya karşı İran’ı bile tercih etmesine rağmen 36 yıllık tecrübesi ona bu yolun çıkmaz olduğunu göstermiştir. Şia ve Sünne çalışması bu tecrübenin acı bir meyvesidir. İran devrimi bu gerçeği bir kez daha test eden vakıa ve süreç olmuştur. Devrimden önce Reşid Rıza’nın deneyimine benzer bir biçimde Suriye İhvan Lideri Mustafa Sıbai yakınlaşmanın sınırlarını test etmiş ve bunun mümkün olmadığı kanaatine varmıştır (Es Sünne kitabı buna tanıktır). Said Havva’nın devrimden sonra yaşadığı hayal kırıklığını Sibai 1960’larda yaşamıştır. 2008 yılında Karadavi yine bu deneyimin çıkmaz sokak olduğunu ilanen bir kez daha duyurmuştur. Ondan önce Şii ulemayla istisnai bir deneyim yaşayan Musa Carullah Bigiyev bu deneyiminin acı meyvelerini El Veşia kitabında toplamıştır. Suriye ve Irak temas hattında olduğundan bu meselede ilk ayıkanlar bu coğrafyanın alimleri olmuştur. Muhibbiddin Hatip gibi. Bu sayfayı hüsranla kapatmışlardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi