İslâm ve Osmanlı kadını
Yaradılışta olduğu gibi (Hz. Havva), İslâm Dininin başlangıcında da kadın unsuru var: Hz. Hatice... Erkekler dünyasında kadın ve tüccar olarak var olabilmiş müthiş bir insan...
O kadar ki, Peygamberimizden (sav) sonraki ilk Müslüman, Hz. Haticedir...
Bu muhteşem kadın, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir dönemde, iş kadını olarak kendini kabul ettirebilmiş, aşık olduğu erkeğe (Efendimize) evlenme teklif edebilecek kadar da cesur ve mert davranabilmiştir.
Peygamber-i Âlişan, peygamberlik müjdesini alır almaz akrabalarından herhangi bir erkeğe değil, sadece Hz. Haticeye sırrını açmıştır...
Onunla bütünlenerek güçlenmiş, moral bulmuş, onun desteği ile peygamberliğini açıklamıştır.
Hayatın ve dinin başlangıcında nasıl kadın önderler varsa, bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, ilk Müslüman-Türk unsurların Anadoluya girişinde de kadın önderler vardır.
Meşhur tarihçimiz Âşık Paşazâdenin Bâciyân-ı Rûm olarak isimlendirdiği bu teşkilât üzerine ilk kez Alman müsteşrik (oriantalist) Franz Taeschner durmuştur, ancak o günün toplumsal yapısında kadınların böyle bir teşkilât kurmuş olabileceklerine ihtimal vermediği için, Âşık Paşazâdenin yanıldığını yahut bir istinsah (alıntı) hatası yaptığını düşünmüştür
Ona göre, Paşazâde, Hâciyân-ı Rûm (Anadolu Hacıları) veya Bahşıyân-ı Rûm (Anadolu Sihirbazları veya Ruhanîleri) yazacakken, bir istinsah hatası sonucu Bâcıyân-ı Rûm yazmıştır.
Ancak bunların olabilmesi için, o devirde Anadoluda Hacı olmuş Türkmenlerin Hacıyân-ı Rum isimli bir örgüt kurmaları veya eski Türklerde kendilerine Bahşı denilen sihirbazların örgütlenmiş olmaları gerekir.
Tabii o tarihlerde bu mümkün değildir.
Nitekim tarihçi Prof. Fuad Köprülü, Âşık Paşazâdenin Bâciyân-ı Rûm olarak adlandırdığı kadın teşkilâtı hakkında olabildiğince kapsamlı bir çalışma yapmış, bu çalışmanın sonunda Frans Taeschnerin öne sürdüğü iddiaları çürütmüş, Bâciyan-ı Rûmun, Silâhlı ve savaşçı kadınların kurduğu bir teşkilât olma ihtimalini tarihçinin dikkatine sunmuştur.
Ancak Fuad Köprülü bu teşkilâtın mahiyeti ve çalışmaları hakkında çok açık bilgiler vermemektedir.
Orhan Gazi zamanında Anadolunun birçok yöresinde Türkmenler arasında bulunup gözlem yapmış, özellikle de Türkmen hanımların çeşitli alanlardaki faaliyetlerine şahit olmuş olan meşhur Mağribli gezgin İbn Battuta ise tarikat çerçeveli kadın oluşumlarından söz etmektedir.
Ayrıca Niğdeli Kadı Ahmed 1340 yılında tamamladığı el-Veledüş-Şefik isimli eserinde Niğde dolaylarında Taptuklu Türkmen dervişlerin hanımlarının faaliyetlerini kaydetmektedir.
Meşhur Süryani tarihçi Malatyalı Ebul-Ferec (Gregory) de bir münasebetle bu Bâciyan-ı Rûmdan bahsetmiştir.
Mevlevî yazar Ahmed Eflâkî de, keza, eserinin bir yerinde Konyadaki bir kadınlar cemaatinden söz etmiştir...
Bacılar Teşkilâtının faaliyetlerine dair başka bir bilgiyi Menâkıb-ı Evhadüd-din-i Kirmânîde buluyoruz. Bu görüşe göre, hanımlar arası bu teşkilât, önceleri Fakiregân diye de anılıyordu. Ancak teşkilâta mensup olan genç kız ve kadınlar birbirine Bacı diye hitap ettikleri için, kadın ve kızların meydana getirdikleri teşkilâta daha yaygın olarak Bâciyân (Bacılar) denmeye başlanmıştır...
Şimdiki bilgilerimizle bu tabiri ilk olarak kullanan da Âşık Paşazadedir.
Bendeniz, Kayı Aşiretinin (Osmanlı Devletini kuran aşiret) Anadoluya gelişini anlatan Merhaba Söğüt (Kültür Bakanlığı Yayınları ve Nesil Yayınları, 0212 551 32 25) isimli kitabımı kaleme alırken, Türkmen kadınlarının, erkeklerin yanısıra örgütlendiklerini, hattâ Bey Ana, Bacı Bey, Gazi Ana gibi unvanlarla (rütbeler) komutanlık yaptıklarını görmüş, doğrusunu isterseniz, beklemediğim bu durum karşısında hayretler içinde kalmıştım.
Bugünkü İslâm dünyasında kadının yerini hatırlarsak, konu daha da ilginç bir hal alıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.