Aklını Kullanmayan İnsanlar
Akıl ile iman arasında kopmaz bir bağ var.
Yıllarca aklın bittiği yerde iman başlar görüşü dillendirildi.
Sanki akıl, imana rakip ve onun alternatifi imiş gibi.
Kuran-ı Kerime baktığımızda hiç de böyle olmadığını görüyoruz.
Sanıldığının aksine, iman ile akıl arasında müthiş bir uyum ve alaka mevcut.
Pek çok ayette akla vurgu yapılması, düşünce ve tedebbüre davet edilmesi boşuna değil!
Bir bilim adamının dediği gibi, aklın gücü imanın gücüyle doğru orantılıdır.
İnsan, aklını ne kadar iyi kullanır, ne ölçüde geliştirebilirse imanı da o denli güçlü ve zengin olacaktır.
***
Her ne kadar iman nimeti, öncelikle Allahın rahmet ve dilemesiyle mümkün oluyorsa da, kulun iradesi de imanda belirleyici bir unsurdur.
Zaten Allahın muradı, bütün kulların iman etmesi ve hidayete ermesidir.
İrade-i külliye dediğimiz mutlak irade, daima bunu murad eder.
Bu murad ediş, yüce Yaratıcımızın bize rahmet ve merhametinin bir tecellisidir.
Ancak kul murad etmezse ona zorlama yoktur, çünkü Allah zorba değildir.
Ama kul, Allahın muradı üzere iradesini gösterirse, o zaman iman ve hidayet nasip olur.
Kulun iradesinin, şüphesiz akıl ve idrakle doğrudan ilişkisi vardır.
Aklı örten şeyler, bağnazlık, peşin fikirlilik, düşmanlık, cahillik, öfke, saplantı, taassup
bütün bunlar sağlıklı düşünceyi engeller.
Çünkü bu sayılanlar, akıl ve düşüncenin, kalp ve vicdanın yollarını bloke eder, tıkar.
Sanki, insan vücudundaki hayat damarlarının tıkanması gibi, Allaha giden yolları tıkar bunlar!..
***
Aklın dinle çeliştiği ve çatıştığı iddiası, bize batıdan ithaldir.
Batılı din anlayışının bu iddiayı dillendirmesi doğaldır.
Çünkü, orada akıl değil, sadece ruhban sınıfının ürettiği nakiller, rivayetler geçerlidir.
Kilise ne derse o doğrudur tezi, asırlarca Hıristiyan toplumuna hakim olmuştur.
Papanın, papazların, rahip ve rahibelerin, keşiş ve azizlerin, kısaca ruhani lider ve önderlerin egemenliği, kral ve kraliçelerin hep önünde olmuştur.
Ne zaman ki akıl dışı, bilim dışı fikir ve uygulamalar toplumun hayat damarlarını tıkamış, insanları bezdirip bunaltmış, onları çıkmaz sokağa sokup duvara toslatmış, o zaman Reform ve Rönesans hareketleriyle batı toplumu çıkış yolları aramaya başlamıştır.
Batıdaki bu durum, dinle ilim, imanla akıl çatışmasını da beraberinde getirmiştir.
Oysa, İslam dininin ve oluşturduğu değerlerin bu manzarayla uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Ne yazık ki bizim aydınlarımız, Hıristiyanlıkla İslamiyeti aynı terazide tartma gafletine düşerek benzer değerlendirmeler yapmışlardır.
***
Bugün kendisini dindar diye tanımlayan bazı Müslümanlar da, iman ile akıl ayırımı yaparak aynı hataya düşmektedirler.
İslamiyetin akılla değil sadece nakille anlaşılabileceğini, akıl ve düşüncenin ise felsefecileri, filozofları ilgilendirdiğini, bunun da imansızlığa götürdüğünü söyleyecek kadar işi ileriye taşımaktadırlar.
Elbette ki, İslamın ana kaynağı İlahi vahiydir.
Kuran ve bunu beyan eden Sünnet, temel referanstır.
Ama, bunları anlamak için akıl gereklidir.
Aklı olmayanın dini olur mu?
İçtihatlar, kıyaslar, üretken akıl olmazsa nasıl yapılacak?
Tahkiki iman için bile akıl şarttır.
Sadece şu ayet, bunun önemine işaret için yeter:
Allah izin vermedikçe hiçbir kimse inanacak değildir. Allah, akıllarını kullanmayanların üzerine alçaklık ve pislik yağdırır.(Yunus,100).
***
Demek ki, akıllarını kullanmayanların iman etmesine Allah izin vermiyor.
Çünkü, Allah iman etmenin de etmemenin de usül, şart ve kurallarını ortaya koymuş, insana bunları kullanması için akıl, irade ve yetenek vermiştir.
İnsan, bunları kullanarak iman ve inkar etmekte muhayyer bırakılmıştır.
Sonuçta, bu imkan ve fırsatları insana veren bizzat Allahın kendisidir
Bu yüzden, insanın iman etmesi de inkar etmesi de yine Onun izniyle olmaktadır.
Not: KonyaTVde Sahur konuklarım; Çarşamba Prof.Dr.İbrahim Sarmış, Perşembe Yusuf Arıkan, Cuma Prof.Dr.M.Ali Kapar olacak, bekleriz.
twitter.com/parlakturk
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.