Boyları Devrilsin!
İslam, ibadet (Allah'a kulluk) ve yüksek ahlâk dinidir. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Gerçek Müslüman hem ibadet eden, hem de ahlâklı ve faziletli olan bir insandır.
Namazını kılıyor, orucunu tutuyor, hacca gidiyor ama dinin yasak ve haram kılmış olduğu nice ahlâksızlığı yapıyor. Yalan söylüyor, vaadinden dönüyor, emanete hıyanet ediyor, haram kazanıp haram yiyor, gıybet ediyor, diliyle insanlara zarar veriyor, lüks, israf ve sefahat içinde yaşıyor... Böylesi gerçek dindar değildir, münafıktır, fasıktır, facirdir, canavardır.
Müslüman, yaşayış tarzında, hayatında Resulullah'a (Salat ve selam olsun ona) uyan, onu kendisi için örnek ve model kabul eden kimsedir.
Hem ibadette, hem de ahlâkta ona uyacaktır.
Bugün Türkiye Müslümanları hem ibadet, hem ahlâk konusunda büyük noksanlar ve ayıplar sergiliyor.
İbadetlerin en önemlisi olan namaz yüzde doksan terk edilmiştir.
Ahlâkımıza gelince korkunç bir kriz içindeyiz.
İslamcı geçinen birtakım haşarat, dinin kesinlikle yasak etmiş olduğu her haltı yemektedir.
Bu haşarat Müslümanların adını kötüye çıkartmış, yüzlerini kara etmiştir.
Bir dinsiz bir Müslüman'a gerici, tutucu, eski kafalı diyebilir ama asla ve asla ona yiyici, sahtekâr, yalancı, güvensiz adam diyememelidir.
Bir dinsiz, Müslüman'ın arkasından "O vatandaş çağdışıdır ama doğruluğuna ve adaletine diyecek yoktur" demelidir.
Müslüman, insan olmak hasebiyle hata edebilir, günah işleyebilir, yanlış yapabilir ama şunları kesinlikle yapmamalıdır:
1. Yalan söylemek... 2. Verdiği sözden dönmek... 3. Emanete hıyanet etmek... 4. Haram yemek... 5. Saçı bitmedik yetimlerin, fakir halkın hakkını yemek... 6. Gıybet ve nemime yapmak... 7. Başkalarının karılarına, kızlarına, bacılarına kötü gözle bakmak, onların namusuna dil ve el uzatmak... 8. Kara, kirli, haram servet sahibi olmak... 9. Lüks ve israfa batmak... 10. Adaletsizlik yapmak... 11. Komşularına kötülük yapmak, onları rahatsız etmek... 12. Kindar olmak, intikam almak...
Çağdaş Türkiye'de İslam'a en büyük zararı verenler, en ağır darbeleri vuranlar ahlâksız sahte dindarlardır.
Bu ve aynı konudaki önceki yazılarımla bir nebzecik de olsa emr-i maruf ve nehy-i münker (iyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek) vazifemi yaptığıma inanıyor, ahlâksız İslamcıları, sahte Müslümanları Allahü tealaya havale ediyorum.
Boyları devrilsin!
"İkinci yazı"
Türkçeme Dair
Bendeniz edebiyatçı değilim, tumturaklı derin laflar edemem. Ahmet Cevdet Paşa'nın kaba Türkçe dediği çok sade ve açık bir dille yazarım.
Merhum üstad Necip Fazıl bir keresinde, "Şevket, sen konuşur gibi yazıyorsun" demişti.
Bazıları ağır ve anlaşılması güç bir dil kullandığımı iddia ediyor. Tamamen haksız ve yersiz bir iddiadır bu.
Bundan daha açık, bundan daha sade, bundan daha yalın bir Türkçe ile yazamam. Zaman zaman bugün fazla kullanılmayan bazı kelimeler kullanırım. Bunun iki sebebi vardır: Öğretmek. İkincisi: Zaruret olduğu için.
Okur-yazar bir Türkiyelinin ne mal olduğu yazılı edebî Türkçesinden anlaşılır... Herkes elbette büyük şair ve edip olamaz ama lise ve üniversite bitirmişlerin yazılı ve edebî Türkçeyi gramer, imla ve noktalama hatası yapmadan kullanmaları gerekir.
Bugün Fuzuli'nin Türkçesiyle konuşup yazmıyoruz ama kültürlü bir Türkiyelinin Fuzuli'nin Türkçesini anlaması gerekir.
Kültürlü insan, günlük şifahî iletişim ihtiyaçlarını birkaç yüz kelimeyle halledebilir ama en az on bin kelimelik zengin Türkçe de bilmek zorundadır.
Maddî imkânım olsa, hacimleri küçük de olsa edebî Osmanlıcayla gazeteler, dergiler, kitapçıklar yayınlarım.
1928'den önceki Türkçe kitapları, evrakı, mezar taşlarını, kitabeleri okuyamamak bir Türkiyeli için büyük kültür ayıbıdır.
Bugün başbakan diyoruz. Daha önce başvekil deniyordu... Osmanlılar sadrazam, veziriazam diyorlardı. Kültürlü insanlar bunları bilecektir.
Dış İşleri Bakanı... Hariciye Vekili...
Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı... Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti...
Genelkurmay Başkanlığı... Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti...
Din Görevlileri... Hademe-i Hayrat...
Temyiz Mahkemesi... Yargıtay...
Danıştay... Şura-yı Devlet...
Sayıştay... Divan-ı Muhasebat...
Kabine... İcra Vekilleri Heyeti...
Büyükelçi... Sefir-i Kebir...
Lise ve üniversite mezunuysan zengin ve edebî Türkçeyi bileceksin, anlayacaksın.
Mektubunun başında "Lütufnâme-i âlileri vâsıl-i dest-i âcizî oldu..." diye yazmasan bile bu cümlenin mânasını bileceksin.
A muhterem Abdülgani bey, mahdumunuza İngilizce hocası tutmuşsunuz; ona bir de ehliyetli, muktedir ve liyakatli bir Türkçe ve edebiyat hocası tutsanız ne iyi edersiniz.
Başta tenkit edenler olmak üzere herkese ihtirâmat-ı fâikamı ve selamlarımı arz u takdim ediyorum.