Avrasyacılar tasfiye mi ediliyor?
Son günlerde iyice ortaya çıkan 'ulusalcı yapılanma'nın sadece iç politikayı düzenlemeye yönelik bir amacı yok; iktidarla oynamak isteyenler, dış politikada bir eksen değişikliğiyle iktidarlarını sürekli kılacak yeni bir 'uluslararası ittifak' sistematiği de geliştirmiş görülüyorlar.
Aslında bu türden arayışlar yeni değil. 'Eksen değişikliği' önerisinin gündeme girdiği 2002 başını hatırlayalım. öneri, çok üst düzey bir komutandan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'tan gelmişti: 'AB ve ABD yerine Rusya, çin ve İran ile bir blok oluşturmalıyız.'
AB ve ABD'nin Türkiye'de demokratik güçlerle çalışma eğiliminde olmaları ve özellikle AB'nin sivil-asker ilişkileri konusunda demokratik bir yeniden yapılanmayı öngörmesi, askerin tadını kaçırmıştı 1999 sonrası. Siyaset ve ekonomi üzerindeki vesayetlerinin AB sürecinde sorgulanacağını ve muhtemelen de kaldırılacağını anlayan bazı askerî kesimlerin AB karşıtı bir pozisyona sürüklenmeleri çok sürmemişti. 2002 sonunda AK Parti'nin seçimleri kazanması işlerini kolaylaştırdı. Artık tehlikede olanın kendi 'sekter çıkarları' değil, rejim, cumhuriyet, laiklik, ulus devlet vs. olduğunu söyleyebilecekleri bir siyasal tablo oluşmuştu. Akademyadan ve siyaset dünyasından buldukları destekçilerle beraber yoğun bir AB karşıtı, ulusalcı dalga yarattılar. Bu süreçte Kıbrıs sorunu ellerindeki en uygun imkânlardan biriydi. özden örnek'in anılarından anlaşıldığı üzere Kıbrıs bahanesiyle hem ulusalcı dalgayı güçlendiren bir psikolojik operasyon yapıldı, hem de neredeyse fiili bir noktaya gelen darbe girişimi meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Ordudaki ulusalcıların saptaması doğruydu; AB süreci devletin demokratikleşmesini gerektiriyordu ve bu, ordunun siyaset üzerindeki vesayetinin kalkması, ekonomideki ayrıcalıklarının bitmesi anlamına geliyordu. 2002'de bu noktada olan 'ulusalcılar'ın ordu içinde örgütlenmediklerini söylemek çok naif olacaktır. 2004 darbe organizasyonu 'Avrasyacılık'ı darbeciliğe kadar götüren bir cüretin ve cesaretin var olduğunu gösteriyordu. Emeklilik 'ulusalcı' askerlerin hızını kesmedi. 'Sivil toplum' faaliyetleri devam ederken 'dış politikada eksen değişikliği' önerisi hâlâ masadaydı. önceki yıl Londra'da Şenuygur'la birlikte katıldıkları bir toplantıda emekli general Tuncer Kılınç, 'Türkiye'nin Batı hegemonyasından ve sömürgesinden kurtulmasının bir şekilde NATO'dan ayrılmasıyla sağlanacağı' değerlendirmesinde bulunmuştu. Emekli Orgeneral Huşit Tolon da, "AB'nin emperyalizmin yeni versiyonu olduğunu, AB'nin yolunun Lozan'ın iptaliyle Sevr'in yürürlüğe girmesinden geçtiğini" belirten konuşmalara devam ediyordu.
Sivil toplum faaliyetlerine de nüfuz eden bu kanatın en büyük başarısı, Eruygur'un ADD'sinin başı çektiği 'cumhuriyet mitingleri'dir. 'Ne AB ne ABD' sloganıyla 1979 İran devrimini hatırlatan bu gösterilerle sadece AK Parti'nin cumhurbaşkanlığı seçiminde önü kesilmeye çalışılmadı, 'eksen değişikliği'nin toplumsal zemini de hazırlandı.
'Dışa kapanma' ve özellikle de 'Batı'dan kopma' ulusalcı blokun istedikleri türden 'otoriter' bir rejim kurmalarının önşartı olarak stratejik bir değer taşıyordu. Batı'nın siyasal değerleriyle ve kurumlarıyla beraber duran bir Türkiye'de demokrasiyi askıya almanın makul karşılanmayacağını biliyorlardı. Yani, Batı yerine Rusya-çin-İran ekseninde bir ittifak, demokrasinin askıya alınmasının uluslararası desteğini oluşturmanın bir gereğiydi.
Ergenekon soruşturması, orduda 'Avrasyacı' ekibin tasfiye edildiğini, en azından gözden çıkarıldığını gösterir mi? öncelikle Avrasyacıların sayısının iki emekli generalle sınırlı olduğu düşünülemez. Ama Avrasyacılığı ulusalcı bir cuntacılıkla harmanlayanların bu tutuklamalarla ciddi bir darbe yedikleri kuşkusuz. Tasfiye iddialarının geçerliğini 'ağustos şûrası'ndan sonra göreceğiz. Her durumda 'Avrasyacılar'ın, Eruygur ve Tolon'un tutuklanmalarını ve buna Genelkurmay'ın verdiği örtülü desteği 'NATO kanadının Avrasyacı ekibi tasfiye etmesi' biçiminde algıladığı kuşkusuz.