İstanbul saldırısına ‘hijyenik’ analizler
İstanbul’daki saldırı için neler söylenebilir? Türkiye’de zihin konforunu bozmaya yönelik her çaba, ‘komplo teorisi’ olarak suçlanır. Bu, aslında olup biteni anlamanızın önüne gerilen bir perdedir.
Kendinizi öyle bir baskı altında hissedersiniz ki; gördüklerinizi söylemek yerine, kalabalığa karışmak daha güvenli gelir size. çoğunluğun savunduğu tezlere yaslanmak sizi risk almaktan kurtarır.
Dünya sisteminin ürettiği ‘güvenli’ kalıplardan birini tercih etmek zorundasınız. Böylece kolaylıkla ‘uluslararası terörizm’, ‘Müslüman terörist’, ‘El Kaide’ gibi kalıpları kullanabilirsiniz. Zaten bir kez ‘sistem’in kalıplarını kullanmaya başlarsanız, ondan sonra ne söylediğinizin önemi kalmaz.
önemli olan analizlerinizin güvenilir değil, güvenli ve hijyenik olmasıdır.
Pek çok konuda zarif bir dil kullanmayı tercih eden ve şu sıralar Türkiye’nin yaşadığı dönüşümün öncü ismi olan Ahmet Altan, konu buraya gelince sıradanlığın esiri olmaktan kurtulamıyor.
‘Bu dört kişi ‘Müslümanlık’ adına cinayet işlediler, onları oraya gönderenlerin amacı ne olursa olsun, o dört kişi oraya ‘din’ adına gittiler. Peki, Müslümanlık böyle bir şey mi? Din bu mu? İnsanları öldürmek mi?’ (Taraf, 10 Temmuz 2008)
Ahmet Altan da biliyor ki, olup bitenin bu ülkede varolan din anlayışı ya da dindarlıkla ilgisi yok. Olamaz da. Olamadığı için bu işleri yapanları bir şekilde dışarıda eğitip getiriyorlar.
‘Din bu mu, Müslümanlık bu mu’ sorularının bu coğrafyada karşılığı yok. Doğru soru ve tavır, ‘İslam’ ve ‘Müslümanlar’ üzerinde yaratılmak istenen algının asıl hedefinin ne olduğudur. ‘Terör’ yaftasıyla ne yapılmak istendiğidir.
Ama ne yazık ki önümüzdeki süreç, bu doğru soruları sormaya izin vermiyor.
Türkiye’de siyasetin 28 Şubat’tan sonra yaşadığı en büyük kuşatma, muhtemelen kısa bir süre sonra gözle görülür sonuçlar verecek. AK Parti’nin kapatma davası nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, zihinler bu yeni döneme uygun olarak şekillenmeye başladı.
Siyaset, üzerindeki kuşatmayı yarmak, kendi sözünü söylemek yerine, kuşatanların kendisinden istediklerini yerine getirmeyi kabullenmiş görünmektedir.
Bu eylem, Türkiye’nin yaşadığı serüvende öyle anlamsız ve birdenbire ortaya çıkmış değildir.
Gündemi değiştirmek gibi bir hedefi de olamaz. çünkü bu eylem bizzat gündemin anlamlı bir parçasıdır.
İstanbul’daki saldırı, Başbakan Erdoğan’ın Irak ziyaretine yönelik bir mesaj mıdır? Ziyaretin önemini dikkate alırsak bu ciddi bir ihtimaldir. Nitekim eylemin polisiye hattının Afganistan ya da Irak üzerinden ‘El Kaide’ etiketi alması şaşırtıcı değildir.
Türkiye içinde devam eden çatışmada tarafların birbirine gönderdiği bir mesaj mıdır? Bu da mümkün.
İsterseniz ABD’ye ya da polise, hatta ‘Amerikalıları koruyan polise’ yönelik bir mesaj olarak da görebilirsiniz. Türkiye içindeki çatışmada rol olan uluslararası güçlerin manevraları da bir başka ihtimaldir.
Bunların hepsinde doğruluk payı olabilir.
Ama asıl tartışma başka yerdedir.
Bu ülkeye ait olmayan bir algıyı, sanki burada şekillenmiş, büyümüş ve bizi tehdit eder hale gelmiş gibi göstermek, yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
Türkiye, ‘uluslararası terörizm’ diye yutturulan şebekenin hayat kaynağı değildir.
Bu topraklarda böyle yabancı ve zehirli otlar bitmiyor ki, onları yok etmek için birilerinin gösterdiği yoldan gidelim.
Tuhaf olan bizi işbirliğine çağıranların, bizzat bu zehirli otları besleyip büyütenler olması.