Camiler ve cem evleri
Ötekileştirile ötekileştirile ötekileştirmeden nefret eder hale gelmiş ve ötekileştirmenin zararlarını her vesile ile vurgulamış Sayın Başbakanın Karacaahmetteki Cemevini ucube olarak nitelemesi tartışmalara sebep oldu.
Bazı Sünni inanç sahiplerine ne kadar aykırı gelirse gelsin, cami dışındaki ibadethaneler ucube değildir. İşlevleri konusunda böyle bir ifade kullanmaya da kimsenin hakkı yoktur. Esasen Sayın Başbakan da işlevini değil, mimari ve estetik değerini kastetmiştir. Buna adım gibi eminim.
Ve bu açılardan, sadece adı geçen cem evi değil, hatta bazı yeni inşa edilen camiler de aynı durumdadır. Çünkü mimari, estetik ve akustik değerden yoksundurlar.
Çoğu, Mimar Sinan camilerinin çok kötü taklitleridir (maalesef Cumhuriyet Türkiyesi hâlâ bir cami mimarisi oluşturamamıştır).
Ancak yüklendikleri misyon itibariyle, hangi inanca hizmet ederse etsin, her mâbed son derece değerlidir, önemlidir, saygıya lâyıktır.
Malum: Sünni kesim ile Alevi bazı gruplar (meselâ Caferiler) cem evlerini ibadethane olarak görmüyor. Ne var ki, bir kişi bile farklı inanıyor ve farkını farklı bir mekânda yaşamak istiyorsa, ona saygı duyulması ve anlayış gösterilmesi gerekir.
Olayı Cemevleri ibadethane midir?.. Aleviler Müslüman mıdır? gibi demagoji kokan tartışmaların dışına çekmek ve inanç özgürlüğü çerçevesinde ele almak gerekiyor.
Soru şudur: Herkes inancında özgür olacak mı, olmayacak mı?
Olacaksa, cem evleri de yapılacak demektir. Devlet farklı inanç sahiplerini, toplum ekseriyetinin inanç tercihine göre yargılamak değil, her türlü inanca aynı mesafede durmak ve her türlü inanç sahibini kişisel haklar çerçevesinde değerlendirmek durumundadır.
Aleviler Müslüman mıdır, değil midir? tartışması, hepimizi anlamsız bir inatlaşmaya götürür...
Alevi gruplar arasında, Aleviliği Müslümanlık olarak tanımlayanlar olduğu gibi, İslâmın farklı bir yorumu ya da farklı bir din olarak tanımlayanlar da var.
Aslına bakarsanız bu, tartışmaya açık bir alan değildir. Çünkü iman söz konusudur. İman söz konusu olduğunda, kişi ben böyle inanıyorum kardeşim dediğinde, akan sular durur. Bunun sorgulaması, yargılaması kul tarafından yapılamaz, sadece Allah tarafından yapılır...
Sonuçta hepimiz bu akıbetle (hesap sorulmayla) yüzleşecek değil miyiz?
Bırakalım isteyen istediğine inansın, istediği yerde istediği gibi ibadet etsin. İnsanlar kendilerini nasıl mutlu ve huzurlu hissediyorlarsa öyle yaşasınlar. Din de zaten insanların huzuru ve mutluluğu içindir.
İnanan insanın kendini baskı altında hissetmesi, en büyük acıdır.
Sünni Müslümanlar olarak biz bu acıyı hem 950 öncesinde, hem de onun küçük bir tekrarı olan 28 Şubat sürecinde yaşamıştık. Kısmen hâlâ da yaşıyoruz. Bundan ders alıp benzer acıları başkalarına başka vesilelerle reva görmememiz lâzım.
İş inada binmemeli!
Selçuklu/Osmanlı terkibinden bu konuda da ders çıkarabileceğimizi sanıyorum...
Selçuklu/Osmanlı sistematiğinin özü devlet olsa da kökleri cemaatti. Devlet cemaatlerden oluşmuştu. Yalnız Müslüman tarikatlar değil, farklı din ve milliyetlere mensup cemaatler de bu sistem içinde yer alır, farklılıklarını inkâra ya da gizlemeye ihtiyaç duymadan özgürce yaşarlar, farklı inançlara uygun olarak oluşturulan eğitim ve adalet (kendi mahkemelerinde yargılanma hakkı) sisteminden de hakkıyla yararlanırlardı.
Her gayr-ı Müslim cemaat ayrı bir millet olarak algılanırdı. Her gayr-ı Müslim birey de bu topluluğun mensubu olarak saygı görürdü.
Gelecek yazıda devam edelim isterseniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.