Seyyar Tayyarlar kimin değirmenine su taşıyor?
Herhalde izliyorsunuzdur... Atvde, Çocuklar Duymasın diye bir dizi var...
Gerçi, çocuklar kocaman delikanlı ve evli bir kadın oldular ama, yine de dizinin eski bölümleri ekranda gösterilmeye devam ediyor... İ
şte bu dizide, Seyyar Tayyar diye biraz üçkâğıtçı bir karakter var... Türkiyede ve dünyada; Salepinden Simitine, Dönerinden Pidesine ve hatta Kâğıt Helvasına kadar her şeyi kendisinin bulduğunu, daha sonra da bulduğu şeyin patlayıp gittiğini söylüyor.
Ben buldum diyor;
Onu da ben buldum!..
Sonra, patladı gitti!
MAĞDURLAR MAĞRURLAŞTI MI?
Önceki günkü Starda, Mustafa Karaalioğlunun; Dünün mağdurları bugün mağrur mu oldu? başlıklı yazısını okurken, bu patladı gitti repliği geliverdi aklıma...
Gerçekten de;
Mağdurlar, mağrur mu oldu?..
Ya da;
Mücahitler, müteahhitliğe mi soyundu?..
Hayır diyor Karaalioğlu;
Dünün mağdurları, bugün mağrur olmamışlardır!.. Dünün mücahitlerinin bugün müteahhit olduğunu söylemek de insafsızlıktır... Aynı şekilde; dünün mazlumlarının bugün zalim olduğunu söylemek de bir iftiradır!
Evet, gerçekten de iftiradır;
Hem de alçakça bir iftira!..
Mustafa Karaalioğluna göre;
Dünün mağdurları bugün mağrur olmamıştır.
Dünün mazlumları bugün zalim olmamıştır.
Bu tanımlamalar yalandır, yanlıştır ve dün siyasal alanda yapılan kampanyaların bugün sıradan insanlara yani millete yönelik olanıdır.
O kadar da utanmazca propaganda yapılmaktadır ki başörtülü kadınların cipe binmesi gibi konuşulması utanılacak bir mesele bile gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında malzeme edilebilmektedir. Üstelik, bu tartışmaların en ateşlilerine yine Müslüman kimlikli yorumcular koşturulabilmektedir.
Jeepe binmek; kadın-erkek, örtülü-örtüsüz herkesin hakkıdır... Mesele o jeepin helal ya da haram parayla alınıp alınmadığıdır... Ve biliyoruz ki bu ülkede eskiye oranla çok daha fazla kadın ve erkek jeep veya lüks arabaya binmektedir. Bütün ülkede, erkeklerin veya başı açık kadınların lüks tüketimi problem değilken, üç-beş başörtülü kadının jeepe binişini konu etmek fevkâlâde ayıptır.
Ama mesele bu değildir. Mesele, kadının dindar kimliğini ifade edip sosyal hayatta hemcinsleriyle eşit görünmeye başlamasıdır... Toplumu tasnif eden bu kafaya göre ise, başörtülü kadın ya yürür ya da dolmuşa biner, jeep de neyin nesidir!?
Muhafazakar çoğunluk, siyaseti, ekonomisi, sivil toplum iradesi ve medyasıyla birlikte Türkiyeyi değiştirmiş, arındırmış ve demokratikleştirmiştir.
Gururlanmadan!..
Kibirlenmeden!..
Zalimleşmeden!..
SLOGAN İHSAN ELİAÇIKIN!
Mustafanın bu tesbiti doğru olmasına doğru da; Mağdurların mağrur, mazlumların zalim, mücahitlerin müteahhit olduğunu söyleyen kim veya kimlerdir?..
Ben, bu ifadeleri, ilk olarak Antikapitalist Müslümanlar(!)ın, bir diğer ifadesiyle Sosyalist Müslümanlar(!)ın elebaşı olan İhsan Eliaçıktan duymuştum...
Tarih, 22 Ekim 2008...
Yer, Eresin Otel...
Otelin Topkapı Salonunda; Sayın Numan Kurtulmuşun davet ettiği 40 civarında gazeteci var...
Numan Bey; hem bu gazetecilerle istişare edecek, hem de 26 Ekim 2008 Pazar günü yapılacak Saadet Partisi 3. Büyük Kongresinde açıklayacağı adaylığı ile ilgili görüşünü paylaşacak.
O toplantıda, soruların yanısıra, teklif ve tavsiyeler de vardı ki, İhsan Eliaçıkın tavsiyesi şu olmuştu:
¥ Siyaseti, ceketiyle gelip, ceketiyle gidecek olanlar yapmalıdır.. Harun olarak gelip, Karun olarak yaşamak istiyorsanız, bu işe hiç soyunmayın!
Dediğim gibi;
Harun-Karun benzetmesini ilk olarak İhsan Eliaçıktan duymuştum.
Bu ifade daha sonra sloganlaştı ve patladı gitti!
Malûm televizyonların, İhsan Eliaçık ve müritlerine ekranlarını açması ve sürekli pohpohlaması ile; Harun gibi gelip, Karun gibi gidenler ifadesi dilden dile dolaştı ve Müslümanlara yönelik bir saldırı silahı haline geldi.
Sizin anlayacağınız;
Seyyar Tayyarın buluşları gibi, İhsan Eliaçıkın bu sloganı da patladı gitti.
Mustafa Karaalioğlunun isyanı da; İhsan Eliaçık gibi yorumcuların; kalantorların lüks tüketimlerini eleştirmezken, Müslümanların sermayesine saldırmasına olsa gerek...
LAĞIM SUYU İÇİRDİLER!
Pekiii, bugün belli bir yere gelmiş Müslümanlar, bulundukları yere gökten zembille mi indiler?.. Yoksa işkencelerden geçerek, zulmün her çeşidini görerek ve bedel ödeyerek mi geldiler?..
Buyrun, önceki günkü Star ve Yenişafakın manşetlerinde yer alan iki örnek...
Harp Okulundan, 2000 yılından bu yana 2 bin öğrenci fiziki ve psikolojik baskı sebebiyle ayrılmak zorunda kalmış...
Peki, neymiş o fiziki işkenceler?..
Öğrenciler anlatıyor:
Tüm bölük nişancılık eğitimi yaparken, bize tuvaletten doldurulan lâğım sularını içiriyorlardı!.. Hem de, istifra edene kadar!..
Şok mangasında, zorla su içirilip, midemiz yırtılana kadar kusturuyorlar ve duvarla konuşturuyorlardı!
İyi de, ne olmuş bu öğrencilere?..
Kimi; eğitim ve öğretimde gerekli psikolojik-fizikî dayanıklılığı gösteremediği iddiasıyla hazırlanmış matbu dilekçeleri imzalayıp ayrılmış, kimi de ihraç edilmiş ve üstelik binlerce liralık tazminat ödemeye mahkûm edilmişler!..
Bu öğrenciler, öyle ya da böyle Harbiyeden ayrıldıktan sonra, elbette bir iş buldular, çalıştılar!..
Peki, bunlara;
Harun gibi geldiler, Karun gibi oldular demek insafsızlık, vicdansızlık ve alçak oğlu alçaklık değil midir?..
Onların gördükleri zulüm ve ödedikleri bedel karşılığında insanca yaşamaya hakları yok mudur?..
SAVCI BEYİN ESKİ MARİFETLERİ!
Gelelim, işadamları cephesine...
Evrakta tahrifat yaptığı ve görevini kötüye kullandığı suçlamasıyla Deniz Feneri soruşturmasından el çektirilen Savcı Nadi Türkaslan, meğer 28 Şubat Sürecinde de boş durmamış, iyi mi?..
Dönemin Konya Ticaret Odası Başkanı ve AK Parti Milletvekili Hüseyin Üzülmezin anlattığına göre; Savcı Nadi Türkaslan, işadamlarını tek tek çağırıp, soruyormuş;
Derneklere baskıyla mı yardım yaptınız?..
Bu soruyu soruyormuş ki;
Evet desinler!..
Bunu desinler ki;
Anadolu sermayesi tasfiye edilsin!
PETLASA İNFAZ!
Hüseyin Üzülmez, o günlerde yaşadığı bir olayı da şöyle naklediyor:
Kombassan Holdinge ait Petlasa teşvik verilmiyordu... Bu sorunu çözmek için dönemin Devlet Bakanı Kemal Dervişin yanına gittik... Derviş, Kombassan Dosyasını getirdiği zaman, gizli damgalı ibare ile Petlasın üzerinin yeşil bir kalemle çizildiğini gördüm... Bunlara, kesinlikle teşvik verilmeyeceğini beyan eden belgeler vardı...
Sadece bu mu?..
28 Şubat sürecinde Beşli Çete olarak adlandırılan TOBB, DİSK, TİSK, TESK ve Türk-İş talimatlar yağdırmış;
Karamandaki bazı bisküvi fabrikalarının ürünleri askerî kantinlere girmeyecek!
Dün bu zulümlere maruz kalanlar, bu çileleri çekenler, gece yarılarında yataklarından kaldırılıp gözaltına alınanlar ve işkencelerden geçirilenler; bugün sahip oldukları sermayelerden dolayı Karunlukla suçlanacak, öyle mi?..
Bu, alçaklık değil de, nedir?..
O suçlamayı yapanlar, öncelikle kendilerinin göbeklerine ve kilise direğini andıran enselerine bakmalıdırlar!..
Zira, bugün mağrurlukla, müteahhitlikle ve zalimlikle suçlanan Müslümanlar, eğer bir yerlere gelmişlerse, oraya dişleriyle-tırnaklarıyla gelmişlerdir!..
En azından;
Çalmamışlardır, çırpmamışlardır!..
TÜSİADA BORAZANLIK!
Üzücü olan şu ki;
Yeşil sermaye denilen Anadolu sermayesinin zenginleşmesini müteahhitleşme ve Karunlaşma olarak görüp, sermaye düşmanlığı yapan ensesi kalınlar, TÜSİAD sermayedarlarının oyuncağı ve borazanı olduklarının, maalesef farkında değildirler.
Çünkü onlar;
Müslüman işadamının merdivenaltı üretimde kalmasını ister... Başörtülü kadının, büroda çaycı veya yerleri paspaslayan temizlikçi olmasını ister...
Onlar, dindar öğrencinin okuldan terk olanını sever!.. Okuyamasınlar ki; devlet kadrolarına gelemesinler!..
Onlar ve onların oyuncağı olan sermaye düşmanlarının yürüttüğü bu sinsi kampanyanın tek bir sebebi vardır, o da, şudur;
Vesayetler yıkılsın, özgürlükler gelsin, istikrar devam etsin amaaa, zenginlik yine TÜSİADçıların ellerinde kalsın!..
İstedikleri budur!..
Uzun lâfın kısası;
Müslümanlar için; Karunlaştılar, müteahhit oldular, zalimleştiler suçlaması yapan İhsan Eliaçık gibi antikapitalist(!)ler, aslında kapitalist sermayenin sözcülüğünü ve hatta borazanlığını yapmaktadırlar!..
Merak ediyorum;
Bunlar, Müslümanların, hâlâ sürüm sürüm sürünmesini mi istiyor, bundan zevk mi alıyor?..
Son olarak şunu da söyleyeyim;
Ben buldum!.. Patladı gitti sloganının mucidi Seyyar Tayyar tiplemesini canlandıran Emin Gümüşkaya bir ara zimmet suçuna iştirakten, hapiste yatmıştı, iyi mi?..
Ama, dizinin eski bölümleri, hâlâ ekrandan yayınlanmaya devam ediyor...
Tıpkı, yeni slogancılar gibi!..
Bunları çok mu aradınız?
Şu CHP, çok âlem bir parti... Başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, Muharrem İncesinden Haluk Koçuna kadar bunları çok mu aradılar?..
Kemal Kılıçdaroğlu; göz göre göre ve de bile bile hüsran yaşatıyor partisine... Tutukluların içeriden çıkamayacağını bile bile, Mehmet Haberal ve Mustafa Balbayı milletvekili adayı yaptı...
Şimdi de, onları çıkarabilmek için patinaj üstüne patinaj yapıyor.
Yine aynı şekilde... 184 milletvekilini bulamayacağını bile bile, Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdı... Eee, ne oldu çağırdı da?..
Bir fiyasko daha yaşadı!.. Amaçları çözüm üretmek mi, mastürbasyon yapmak mı?..
Kusura bakmasın ama; Muharrem İncenin de ortalık kızıştıran kenar mahalle karılarından pek farkı yok gibi... Kavgayı çok seviyor...
Sürekli hır-gür çıkarmak, reytingini artırıyor olmalı!.. CHP, Muharrem İnceyi çok mu aradı acaba?.. Zira, böylesi az bulunur!..
Hani, İklim Bayraktar, bir zamanlar ağır bir suçlama yapıp; Muharrem İnce, sarhoş sarhoş kapıma dayandı demişti ya; merak ediyorum, Muharrem Bey, dün Mecliste o sözleri sarfederken, ayık mıydı?!?..
Sahi, Atatürkün partisi CHP, çok mu aradı bunları?.. Bunlardan lider veya kurmay değil, olsa olsa çok iyi birer demagog olur!..
Ama, böyle bir anamuhalefetten asla iktidar olmaz!..