Haberler arasında zapping... Kâh sevindim, kâh üzüldüm!
Önceki gün akşam, oturmuş gazeteleri okuyorum... Sabahtan bazı işlerim olduğu için, gazeteleri okumayı akşama bıraktım. Çoğu gazetenin manşetinde, Hüseyin Aygünün serbest bırakılması var...
Kimi gazete, şov bitti, vekil bırakıldı diye başlık atmış, kimi gazete de, Aygünün ağzından PKKnın mesajını aktarmış: Örgüt, bu eylemi siyasî propaganda amacıyla yaptı... Aslında onlar da eve dönmek istiyorlar... Benim CHPden ayrılıp, bağımsız kalmamı istiyorlar!.. Bana saygılı davrandılar, bu kardeşlerini unutma abi, dediler!
Belli ki;
PKK, Hüseyin Aygünü, bir teyp bandı gibi görmüş... Teyp bandını almış, dağa kaldırıp doldurmuşlar ve sonra da serbest bırakıp, mesajlarını onun üzerinden vermişler!..
Doğrusu şaşırmadım...
Kılıçdaroğlu gibi, kasetle gelen bir genel başkanın kaset görevi yapan bir milletvekilinin olmasına hiç şaşırmadım!..
ÖZELDEN ERDOĞANA İFTAR!
Her neyse... Gazeteleri okumaya devam ediyorum... PKKnın bir milletvekilini kaçırıp, ağırlaması nasıl Türkiyede bir ilk ise, Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özelin, Başbakan Tayyip Erdoğanı iftarda ağırlaması da, bir ilk olarak geçiyor Türk siyasi tarihine...
Gazetelerin yazdığına göre;
Pazartesi akşamı SETAnın Bilkent Otelde vereceği iftara katılması beklenen Başbakan, son anda kararını değiştirmiş ve iftar saatine kısa bir süre kala Başbakanlık Resmî Konutundan ayrılıp, Çankaya Köşkü içindeki Özelin konutuna misafir olmuş... Tabiî, eşi Emine Hanımla birlikte... Tayyip Bey ve Emine Hanıma, Org. Necdet Özel ve eşi Neriman Özel ev sahipliği yapmış... Yemekten sonra da, bir süre sohbet etmişler...
Bu, Türkiyede 2 ilk demek...
Birincisi; bir Başbakan, bir Genelkurmay Başkanını ilk defa konutunda ziyaret ediyor... İkincisi; bir Genelkurmay Başkanı, ilk defa bir Başbakana, kendi konutunda iftar veriyor...
Bunlar, elbette güzel gelişmeler...
Hele de;
Türkiyenin üzerinden bir buldozer gibi geçen 28 Şubat süreci hatırlanırsa!..
O karanlık günlerde, merhum Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarına yemek vermiş, komutanlar; bu yemekte, adeta sidik yarışı yapar gibi; rakı ve şarap içme yarışına girmişti!..
Neredeeen, nereye?..
Sen rakı içtin, ben de şarap içtim muhabbetinden, Genelkurmay Başkanı Özelin konutunda iftar yemeğine!..
Türkiye, normalleşme yolunda gerçekten de önemli adımlar atıyor ki, kıymeti biline...
HÜRRİYET VE ZÜRRİYET!
Haberleri okumaya devam ederken, merhum Osman Yüksel Serdengeçtiyi hatırlıyor ve onu rahmetle anıyorum...
Malûm, merhum Serdengeçti demiş ki;
İki İsmetten çok çektim...
Biri hürriyetimden etti,
Diğeri zürriyetimden!
Hürriyetinden eden, İsmet İnönü idi...
Çünkü, Serdengeçtiyi hapislerde çürütmüştü...
Zürriyetinden eden de, eşi İsmet Hanımdı, ona çocuk verip de, neslinin devamını sağlayamamıştı!..
Ama, azmin elinden bir şey kurtulamıyor...
Tıpkı, Filistinli direnişçi Ammar ez-Zebin gibi...
37 yaşındaki Ammar, 1998den beri, yani 14 yıldır İsrail zindanlarında hapis!..
27 defa müebbet ve 25 yıl da hapis cezası almış... Anlayacağınız, ömür boyu cezaevinde kalacak!..
Üstelik, İsrail makamları, güvenlik gerekçesiyle, ziyaretçiye bile izin vermiyor!..
İki kızı olan Ammar, erkek çocuk sahibi olup, neslinin devamı için yanıp tutuşuyor...
Ama, nasıl olacak?..
Nasıl oluyorsa oluyor, açıklanmayan bir yöntemle, cezaevinden, 14 yıldır hiç görmediği eşi Ümmü Beşaire, spermlerini gönderiyor...
Ümmü Beşair de, eşinin gönderdiği spermleri alıp, tüp bebek yöntemiyle hamile kalıyor... Geçtiğimiz günlerde de, bir erkek bebek dünyaya getirip, Ammar ez-Zebine mutluluk yaşatıyor.
Herhalde hatırlarsınız...
Sivas zanlılarından, idam cezasına çarptırılan Faruk Ceylan da, açık görüş sırasında, eşi Gülten Ceylanla, cezaevinin kapı altı denilen yerinde cinsel ilişkiye girmişti... Hamile kalan Gülten Ceylan, 13 Eylül 1999 tarihinde de bir erkek bebek dünyaya getirmiş ve adını da Mücahit koymuştu.
Faruk Ceylan demişti ki;
İdam mahkûmuyum... Neslimi devam ettirmek için böyle yapmak zorunda kaldım.
Bu iki olayı düşününce,
Demek ki dedim;
İnsanların hürriyetleri belki ellerinden alınabiliyor ama zürriyetlerini devam ettirme tutkusu ellerinden alınamıyor.
Bunlar;
Gerçekten direnişçi insanlar...
Kendileri hapislerde çürüyecek olsalar bile, gelecekte kavgalarını devam ettirecek Mücahitler bırakıyorlar...
Hem gülümsedim,
Hem de takdir ettim...
ASIL İŞKENCECİ TARAF!
Derken;
Sözde Kürtçü, özde faşist olan Taraf gazetesindeki bir haber çekti dikkatimi... Başlıkları şöyleydi: Akit ve Şamil Tayyarın Alevi düşmanlığına tepki!
Güya biz; Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ahmet Altan, Yasemin Çongar ve Aysel Tuğlukın ardından, PKKnın kaçırıp serbest bıraktığı Hüseyin Aygünü de hedef göstermişiz!..
Ve yine, Aygünün kaçırılmasına danışıklı dövüş demişiz!..
Bu hedef gösterme lâfının iyice bayatladığını ve temcit pilâvı gibi sürekli milletin önüne konularak bir itibarsızlaştırma aracı olarak kullanıldığını daha önce çok söyledik...
İşte, yine söylüyoruz;
Gazetecilik yapmak da, siyaset yapmak da bir risktir... Bu riski göze alamayan muhallebi çocukları bu işe soyunmasın!.. Soyunmuşsa da, ikide bir zırlamasın!..
Hem sonra;
Akitin yaptığı, nasıl bir hedef göstermedir ki; haberi verdik, geçtik...
Peki, Tarafın yaptığı ne?..
Söylesinler hele;
İşkenceci, tecavüzcü diyerek sürekli suçladıkları ve haftalardır manşetlerden indirmedikleri Sedat Selim Ayla ilgili kampanyaya dönüştürdükleri haberler hedef gösterme, itibarsızlaştırma, yargısız infaz ve linç değil midir?..
Taraf, kimin veya kimlerin öncü piyadeliğine soyunmuştur ki, Sedat Selim Ayın, İstanbul Terörle Mücadele Şubesinin başına getirilmesinden rahatsız olmuştur!..
Sedat Selim Ayın, bir zamanlar darbe vurduğu MLKPnin öncü piyadesi mi, yoksa başka bir örgütün mü?..
Sedat Selim Ayın, İstanbul örgütüne hakim olacak olmasından rahatsız olan kimlerdir ve Taraf, niçin ve kimlerin adına buna engel olmaya çalışmaktadır?..
Taraf, Sedat Selim Ayı işkencecilikle suçlarken, kendi yaptığının da işkence ve kişiliğe tecavüz olduğunu bilmiyor mu?..
Tarafın yaptığı ve bir kampanyaya dönüştürdüğü haberler, hedef göstermenin daniskası ve linç değil midir?..
İnsanlar, başkalarına b.k atmadan önce, kendi kıçlarında sallanan çakıldaklara bakmalıdır vesselâm!..
BUNLAR KİMİN TGCSİ?
Sözde Kürtçü, özde faşist olan Tarafın, gazetem Akiti, CHPlilere ve Alevilere hedef gösteren haberiyle ilgili olarak yazacaklarımı düşünürken, muhabirlerimiz, yeni bir haber getirdi...
Meğer Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de, Sakıktan bombalar başlıklı haberimizden dolayı, bizi, gazetecileri hedef göstermekle itham edip, Akiti kınayan bir açıklama yapmış...
Acı acı güldüm...
Sordum, kendi kendime;
Bunlar, kimin cemiyetidir ve kimlere sahip çıkıp, kimleri tu kaka ilân etmekte, en önemlisi de, bu yetkiyi kimden almaktadır?..
Ne hazindir ki;
28 Şubat aktörlerinin, Nisan 1998de; Şemdin Sakıkın ifadelerine eklemeler yaparak Akiti ve birçok gazeteciyi hedef alan andıçlamalar yaptığında sesini çıkaramayan Gazeteciler Cemiyeti, bugün yine Şemdin Sakık tarafından yapılan sıradan eleştirileri sayfalarına taşıyan Akiti hedef göstermekle suçlaması, çifte standarttan başka bir şey değildir... Ve bu da, TGCnin onulmaz hastalığıdır!..
1999da, bir mafya bozuntusunun iğrenç bir iftirası yüzünden gözaltına alındığımda, TGCden tek kelimelik açıklama gelmedi... Üstelik ben, bir TGC üyesiyim!..
DGMlerde yargılandım, Ağır Cezalarda yargılandım, hakkımda, belki de 100-150 yıllık hapis cezaları istendi... Ama TGC, hem de kendi üyeleri olmama rağmen, tek satırlık destek açıklaması yapmadı...
Aynı TGC; Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi örgüt dâvâlarından yargılanan Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi gazetecilere sahip çıkmak için, üyelerinin telefonlarına mesajlar gönderip; Yarın şu saatte, şurada olun da, meslektaşımızla dayanışma halinde olduğumuzu gösterelim dedi... Hâlâ da o mesajlar devam ediyor, iyi mi?..
312 GENERALE KARŞI TISS!
Bir anekdot daha!..
312 General Dâvâsında, yerel mahkemenin, bizi tazminat ödemeye mahkûm ettiği, bizim de Yargıtaya temyiz başvurusu yaptığımız günlerde, Yayın Kurulu üyeleri olarak, kalktık Türkiye Gazeteciler Cemiyetine gittik, o zamanki TGC Başkanı Orhan Erinçle görüştük...
Hem 312 General olayının seyrini anlattık, hem de bir dosya sunup, desteklerini istedik...
Öyle ya; nihayetinde askerî vesayete karşı çıkmıştık ve TGCden sivil destek istiyorduk!..
Ama, basın özgürlüğü edebiyatını dilinden düşürmeyen TGCden, ekonomik linçle karşı karşıya olan bu gazete hakkında, tek satır bile destek açıklaması gelmedi, iyi mi?..
İşte böyle bir TGC;
Bir zamanlar generallerin hedefinde olan bu gazeteyi, şimdi kalkmış hedef göstermekle suçluyor...
İşte bu yüzden soruyorum;
Bu cemiyet, hangi gazetecilerin cemiyetidir?.. Adam gibi gazetecilik yapanların cemiyeti mi, Ergenekon, Balyoz, KCK ve Karanlık Odacıların cemiyeti mi?..
TGCnin, Akiti kınayan açıklamasını duyduktan sonra, canım sıkıldı ve gazete okumayı bıraktım... Demek ki bunlar, gerçek gazetecilere değil, terör yardakçılarına destek olmak için cemiyetleşmişler!.. Bunlar; bu ülkenin bakanlarına odun diyen, Başbakanına yuh çeken, yazıklar olsun diye başlıklar atan militanları gazeteci saydığına göre, normalleşmek için katedeceğimiz çok mesafe var, demektir!..
Yazık!.. Türkiyeye yazık!..
Vatansever... Vatansatar!
Hani, bu ülkenin başörtülü kızları ve dindar erkekleri; mağdurluktan mağrurluğa, mazlumluktan zalimliğe, Harunluktan Karunluğa geçmekle itham ediliyorlar ya; aslında bir de vatanseverlerle vatansatarların kıyaslaması yapılmalı...
Adları Elif Gültekin, Tayibe Dilsiz ve Kadriye Karabulut... Onlar, 28 Şubatçıların uyguladığı başörtüsü yasağı ve katsayı zulmü sebebiyle vatanlarını terk etmek ve gurbetlerde okumak zorunda kalan 3 genç kız...
Viyana Tıp Fakültesini başarıyla bitiren Dr. Elif Gültekin bugün Eyüp Devlet Hastanesinde can kurtarmak için çırpınıyor...
Dr. Tayibe Dilsiz, 112 Acil Ambulans servisinde doktor olarak hizmet verirken, mimar Kadriye Karabulut ise, İstanbulu çarpık kentleşmeden kurtarmak için projeler hazırlıyor.
Onlar, aslında, Türkiyeye gelmeyebilirlerdi... Zira, okullarını bitirdikleri ülkelerde, cazip iş teklifleri almışlardı... Ama onlar, çok iyi maaş tekliflerini ellerinin tersiyle itip, Türkiyeye hizmet etmeyi tercih ettiler.
Eğer, mesele vatanseverlik ise, bu üç genç kızın yaptığı gerçek bir vatanseverliktir!.. Onları dışlayıp, Türkiyeyi İsraile muhtaç edenlerin yaptığı ise vatansatarlıktan başka bir şey değildir!..
Bu kızlar, dün de vatanseverdi, bugün de!..
28 Şubatçıların vatanseverliği ise tartışılır!..