İstanbul, ah İstanbul!
Ah be İstanbul, sen bu hallere düşecek şehir miydin?..
Şairler yüzyıllar boyu en güzel şiirlerini yazdılar sana, bestekârlar seni besteledi asırlarca, yazarlar her metrekarene bir sayfa doldurdu, gelinlik kızlar ilmik ilmik dokudu seni, her ilmiğine yüreklerinden yürek kattılar...
Şair Baki sana tutkundu: Bir taşına (sengine) tüm Acem mülkünü feda edecek kadar hem de...
Bu şehr-i Sitanbûl ki bî-misl ü behâdır,
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır.
Bununla da yetinemiyor, hatta dünyaya bile değişmiyor, cennetle bütünlüyordu seni:
İnsâf değildir anı dünyâya değişmek,
Gülzârların cennete teşbîh hatâdır.
Yıllarca uğraşıp didindik, nihayet seni cehenneme çevirmeyi başardık. İmar ve inşa bahsinde yaya olan bizler, tahripte öyle bir uzmanlaştık ki, kısa süre içinde İstanbulda İstanbuldan iz bırakmadık!
Sen aslında İstanbul, kendinde kendini arıyor, bulamamanın hüznüyle kırılıp dökülüyorsun...
Seni böyle içten içe kemiren ey İstanbul, zaman mıydı, yoksa bizim kadr u kıymet bilmezliğimiz, umursamazlığımız, açgözlülüğümüz mü?
Gündüzleri utandığımız için senden, geceleri kondurduk yüreğine gecekondularımızı, bulvarlarını geceyarısından sonra köyleştirdik, ormanlarını talân etmeyi tatil günlerine rastlattık...
Her köşene gökdelenler diktik, ormanlarına siteler kurduk, meydanlarını AVMlerle doldurduk...
Çaldık seni senden, apardık, kopardık!..
Hani sokak aralarındaki küçücük mekânlarında dostluk tartan bakkalların?..
Hani gönül bağı ölçüp sevgi diken terzilerin?..
Hani sadece saç sakal değil, doyumsuz sohbetleriyle dertlerimizi de döken berberlerin?..
Hani bir düdük öttürmeyle hırsızı-uğursuzu mahalleden uzak tutan bıyığı balta kesmez anlı-şanlı bekçilerin?..
Hani hassas terazilerine derman koyan aktarların?..
Hani nezle görmemiş sesleriyle nağme yapan yoğurtçuların, sütçülerin, bozacıların, zarzavatçıların?..
Hani külüne bile ihtiyaç duyulan komşular?..
Yoklar...
Sen çoktan beri ortada yoksun İstanbul, ama biz varmışsın gibi yapıyoruz, varmışsın gibi hâlâ yaşıyoruz!
Vaktiyle; Ruhumu(zu) eritip (de) kalıpta dondurmuşlar/ Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlardı ya, şimdi o toprağa havaalanları ve gökdelenler konduruluyor.
Hangi şair, şimdiki haline bakıp Necip Fazıl gibi çağlayabilir?
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tevekkeli değil, çoktan beridir hiçbir şair sana şiir bile yazmıyor. Niçin yazsın ki? Şair güzelliklerden ilham alır. Sende güzellikten eser kalmamış ki, İstanbul...
Lut Kavmi gibi, taşa dönüşmüşsün!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.