Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Ümmetin birliği ve azınlıklar

Ümmetin birliği ve azınlıklar

Kitaplarıyla ve kişiliğiyle Türkiye’de de tanınan ve Mecelletü’l Ezher’in yayın müdürü olan Muhammed İmare, bir iki yıl önce fiubuhat Havle’ş fiia/fiia Etrafında fiüpheler adıyla bir eser yayınlamıştır.



Bu kitabında fiia ile Ehl-i Sünnet arasındaki mesafenin çok derin olduğuna temas etmiştir. Esasen fiii yazar Ahmet Katip, fiiilik inancının temellerini sarsan kitaplar kaleme almaktadır. Ali Gürani Amili’nin özetlediği gibi, Ahmet Katip, günümüzde fiia’yı fiia yapan beş meseleyi reddetmektedir. Bunlardan birisi imametle ilgili nassın olmadığıdır. İkincisi, devlet idaresinin şûra esasına dayandığıdır. Üçüncüsü varsayılan imamların birbirine vasiyet etmediğidir. Dördüncüsü, İmam Mehdi’nin fiia’nın inandığı tarihte doğmadığıdır. Beşincisi ise Humeyni’nin geliştirdiği Velayet-i fakih meselesinin reddidir. Bununla birlikte Ahmet Katip, fiia ile Ehl-i Sünnet arasındaki temel yaklaşım farkını siyasi nedenlere indirgemektedir. Elbette bu, meseleyi hafife almaktır. Bundan dolayı Muhammed İmare söz konusu kitabında meselenin daha çetrefil ve daha derin olduğunu ifade etmektedir. Muhammed İmare, El Cezire’de yayınlanan fieriat ve Hayat programında Osman Osman’ın konuğuydu ve Velayet-i fakih dahil bütün meseleleri sarahatle ele aldı ve cevaplandırdı. Konu, Müslümanların birliği ve sekterizm (taifiyye/mezhebiyye) meselesiydi. Hakkını verdi. 2 Eylül 2012 günü yayınlanan konuşmada İran’ı sekter (taifi) bir rejim olarak tanımladı ve Suriye politikalarını da sekterist (mezhepçi) enaniyetine ve bencilliğine bağladı. Oysa ki, fiam rejiminin İsrail’in stratejik ortağı olduğunu söyledi.

*

Önce sekterizm modeliyle alakalı olarak Fatimi devletine atıfta bulundu ve ekseriyeti temsil etmediği için Haçlılar karşısında biçare ve zayıf kaldığını ve bu nedenle Kudüs’ün rahatlıkla Haçlıların eline geçtiğini hatırlattı. Günümüzdeki Suriye-İran hattını da bir taraftan Fatimi modeline diğer taraftan da (özellikle İran’ı) Safevi kuşağına benzetti. İsrail’in, 1992 yılında Irak’ın bölünmesinin kendileri açısından Suriye’nin bölünmesinden daha stratejik olduğu tespiti yaptıklarını hatırlattı. Ardından da yeni Safevi kuşağının (İran, Bedir Tugayları ile feleğinde seyreden Iraklı fiii gruplar, Mehdi Ordusu, Hizbullah) Siyonist ve Hıristiyan Siyonistlerle birlikte Irak’ı parçalama ve en azından güçsüz düşürme planına hizmet ettiklerini ifade etti. Tahakkümcü azınlık anlayışının taifiyye anlamına geldiğini ve bu anlayışın Velayet-i fakih doktriniyle birlikte İslam dünyasını zayışattığını ve parçalanmaya sürüklediğini savunmuştur. Modern Fatimi devleti pozisyonunda olan Suriye’deki Nuseyri azınlık rejimi, Golan Tepeleri’ni bir saçma dahi atmadan İsrail’e peşkeş çekmiştir. Bu azınlık rejimi, İsrail’in güvenliğini kendi güvenliğinin bir parçası olarak görmektedir.

Azgınlıkların ve azınlıkların İslam dünyasına zarar verdiğini yazan Muhammed İmare, laik azgınlık (Guluv el ilmaniyye) kitabında aşırı laikliğin İslam dünyasına zararlarını anlatıyor. Kitabında laik azgınlığı ele alırken konuşmasında da ‘guluv el taifi’ yani mezhep aşırılığını ele almış ve açıkça bu vasfın İran’a ve ortaklarına intibak ettiğini söylemiştir. Aşırı sekterizmin ve azgın azınlıkların İslam dünyasına zarar verdiğini ve bölünmesini kolaylaştırdığını ifade etmiştir. Azınlıkların azgınlığını çeşitli siyasi projelerle İslam dünyasına ve çoğunluğa tahakküm etmek olarak tanımlamıştır. Dünya düzeninin Suriye de dahil azınlıkların hamisi olduğunu hatırlatmaktadır. Muhammed İmare, azınlık rejimi üzerinden Suriye’nin yıpratıldığını ve tüketildiğini ve geleceğinin çalındığını ve elinden alındığını ifade etmektedir. İslam dünyasında tarihi vetirede çeşitlilik olduğunu ve günümüzde çoğunluğun azınlığa değil azınlıkların çoğunluğa tahakkümünün yaşandığını ve krizlerin bundan kaynaklandığını ifade etmiştir. Safevi tarzı fiiiliğin, Irak’ı zayışattığı gibi Suriye’de de rejimin ömrünü uzattığını kaydetmiştir. Suriye’deki mezalimin gerisinde Pers ırkçılığı ve mezhepçiliğinin bulunduğunu açık ifadelerle söylemiştir. Mursi’nin Tahran’da Hulafa-i raşidin hakkında tarziyesinin sansürlenmesi skandalına da temas etmiş ve bunun açıkça bir kez daha İran’ın gerçek yüzünü ortaya koyduğunu kaydetmiştir. Tarihte putperest Hülagu’ya arka çıkan Tusi ve Alkemi anlayışının günümüzdeki yansımalarına ve akislerine işaret etmiştir.

*

Napolyon’a ve işgaline arka çıkan Yakup Hanna paralelinde günümüzde Ortodoks Kilisesinin Mübarek’e de son ana kadar sahip çıktığını hatırlatmıştır. Lakin ne fiiilerin ne de Kıptilerin emperyalizm ve mezhepçilik ile at başı giden yapıların tesirinde olmadığını örnekleriyle aktarmıştır. Bu kitlelerin siyasi yapılarından ve dini kurumlarından bağımsız bir vicdana sahip olduklarını hatırlatmıştır. Günümüzde laik azgınlık gibi bir de azınlıkların azgınlığı tezahür etmiştir. Burada Muhammed İmare, Velayet-i fakih projesinin etkisine temas etmiştir. Bu siyasi projenin ulus devletlerin altını oyduğunu ve Irak, Bahreyn ve Lübnan gibi devletleri zayıf halkalara dönüştürdüğünü ve bunun yerine Muhammed Mehdi fiemseddin gibilerinin önerdiği fiiilerin yaşadıkları muhitin siyasi yapısıyla bütünleşmelerinin öne çıkarılmasını tavsiye etmiştir. 1960 ve 1970’li yıllar böyledir. Bugün kimi fiii kitleleri harekete geçiren ve teşeyyü dalgası estiren Velayet-i fakih projesidir. İmare’ye göre, bu, imamet anlayışının modernize edilmiş halidir. Teokratik bir yapıdır ve ümmetin otoritesini temsil etmemektedir; aksine Allah ve resulünün yetkisine tecavüzdür. İslam dünyasının paralel bir projesidir. Hilafetin tezadıdır. Zımni olarak, Velayet projesinin çökmesiyle birlikte kitleleri harekete geçiren ve tahrik eden unsurun ortadan kalkacağını ve siyasi projeden umudunu kesen kitlelerin yatışacağı ve yeniden normalleşeceğini ve meydan okuma yerine çoğunlukla uyumlu olmayı seçeceğini ve benimseyeceklerini ifade etmektedir. İmare, hilafetin adı konmamış olsa bile ümmetin birliğini temsil ettiğini ve Senhuri Paşa’nın buna Üsbetü’l ümem el İslamiye/İslam Birleşik Devletleri dediğini hatırlatmıştır. Benna da bu tanımı benimsemiştir. Üç şartı vardır; Darul İslam birliğini temin, fieriatı tatbik ve İslam ümmetini birleştirmektir. Bunun AB çatısına benzer bir kolektif çatı altında da tahakkuk edebileceğini varsaymakta ve ümit etmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Mustafa Özcan Arşivi