Aşk ve sevgi üstüne gevezelikler
Dini ve milli kültürümüz devlet, servet-şöhret eksenli değil, insan merkezlidir...
Allah insanı sevgiyle (sevmese yaratmazdı) yarattığına göre, biz “sevgi kültürü”nün çocuklarıyız.
Buna rağmen sevginin önüne, kırmızı çizgiler çektik...
Aşk deryası Mevlâna’nın ülkesinde aşktan, sevgiden söz edilmesini neredeyse yasakladık.
Sanırım televizyonlarımızda seyrettiğimiz kirli aşklar bunda etken oldu.
Ama aşkın önünü kesmek imkânsız...
Aşkın önünü kesmek, hayatın önünü kesmektir, hayatın anlamını tümüyle yitirmesidir...
çünkü aşk, hayatın özü ve özetidir.
Farkında olsak da olmasak da, “aşk” ve “sevgi” sözcüklerini, televizyon eksenli çağrışımlar yüzünden, lügatimizden çıkartsak da çıkartmasak da, hayatımızda aşkın ve sevginin izleri var.
Kimimiz “başarı” koymuşuz aşkın adını, ona kilitlenip hayatımızın öznesi yapmışız; kimimiz “para” demişiz aşka, para kazanmayı aşk zannetmişiz...
Kâh “Leyla” olmuş aşkın adı, kâh “Mecnun”; ya da Yunus, Mevlâna adında simgelenmiş.
Biraz dikkatle hayata bakarsanız, yanı başınızda nice Leylalar ve Mecnunlar görebilirsiniz...
Belki ismi Mevlâna’dır o an, belki Yunus’tur.
Ayşe, Fatma, Ahmed, Mehmed de olabilir...
Bilirsiniz, her “Mehmed” de bir “Muhammed” saklıdır...
Ve her “Muhammed” kulu İlahi aşka götürür.
Bunu “adavete muhabbet”i (düşmanlığı sevmeyi) esas alanlar değil, sadece “muhabbete muhabbet” edenler, yani sevgiyi sevenler fark edebilir. (Tabir Bediüzzaman’a ait)
Sevmeseydi, insan, çalışır da üretir miydi?
Yazı yazar, resim yapar mıydı?
Sevmeseydi insan, düşünür müydü?..
Nice zorlukları göze alıp düşündüğünü açıklar mıydı, hayatı kavramaya ve açıklamaya çalışır mıydı?
Kısaca söylemek gerekirse, sevmeseydi insan, varlığıyla var olmuş şeylerden hiçbirini yapamaz, bir anlamda da yaşamazdı.
Sevmeseydi, Allah, insanı yaratmazdı!
Ve arı sevmeseydi, yarım kilo bal yapmak için üç milyon 750 bin iniş-kalkış yapmaz, onca zahmete katlanmazdı. (Bildiğimiz balarısı, sadece yarım kilo bal yapabilmek için, tam üç milyon 750 bin çiçeğe konup kalkıyor. Ayrıca, balarıları bir peteği doldurabilmek için yüz milyon civarında çiçeğin nektarını emiyor ve yüz bin kilometre kanat çırpıyorlar).
Gördüğünüz gibi, arı çiçeğe çok büyük bir sevdayla tutkun: Yani “bal” dediğimiz şifa kaynağının özünde bile “sevgi”, “muhabbet” ve “aşk” var.
-
Bence çok şey yerine esasta iki şey öğretmeliyiz, çocuklarımıza...
1. Sevmeyi...
2. Hoş görmeyi.
Sevmeyi ve hoş görmeyi öğrenebilir ve çocuklarımıza öğretebilirsek, inanmayı, güvenmeyi, başarmayı, yardım etmeyi, hoş görmeyi; özetle düzgün yaşamayı kendileri öğreneceklerdir.
Düzgün (sevaplı) yaşamanın da özü sevgi değil midir?..
Dini düşüncenin bile mantığında sevgi yok mudur?..
Allah da insanı sevgisinden yaratmadı mı?..
Ve insana Kendisini (Allah’ı) sevmesini öğretmedi mi? (“Rahmetim gazabımı aşmıştır” müjdesi başka ne anlama geliyor?)
¥
Bu ülkede “sevmek” zaaf sayılıyor maalesef...
Sevgiyi dışa vurmak ise “ayıp” addediliyor.
Bu yüzden kimse kimseye kolay kolay “seni seviyorum” demiyor.
Oysa hangi yaşta, hangi eğitim düzeyinde olursak olalım, hepimiz sevgiye muhtacız...
Fark ettirmemeye çalışarak onu istiyor, onu arıyoruz.
Ancak sadece bazılarımız aradığımız şeyin adını koyacak kadar ve bunu seslendirecek kadar cesur.
çoğumuz içimizde saklıyoruz.
Ve ancak sevdiğimiz insan öldükten sonra ağlayarak itiraf ediyoruz:
“Seni seviyorum!”
Artık bizi duyamaz ki!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.