Uyarıyorum
Uyarıyorum:
Biz bu kafayla gidersek her şey daha kötü olacaktır.
Uçup giden laflar etmiyorum. Yazıyla beyan ediyorum. Söz uçar gider, yazı kalır... Verba volant scripta manent... Öyle takma isimlerin, rumuzların arkasına da saklanmıyorum, imzamla yazıyorum.
Tekrar ediyorum: Biz bu kafayla gidersek her şey daha kötüye gidecektir.
Bizim bugünkü gidişatımızın neresi kötüymüş...
Kötü mü?... Hayır kötü değil, çok kötü!..
Şu medyaya bakınız: Şehit haberlerinin yanında tüy dökücü krem reklamları...
Tv'de şehitlerin haberi şarkı eşliğinde verilmiş...
Ülkenin bir bölümünde savaş var, diğer bölümlerde seks, eğlence, vur patlasın çal oynasın...
Haydi dinsizler gaflet içinde... Peki Müslümanlara ne oluyor?
Onların bir kısmı gafletin de ötesinde.
Hıyanet var, hıyanet!..
Memleket yanıyor, şehit anneleri haykırıyor, zina ve azgınlıklar son haddine varmış.
Gizli fuhuş evlerinde birilerine bedava servis yapılıyormuş...
Sultanahmet camii avlusunda, merdivenlerinde mini etekli, seksî dekolte kıyafetli çıplak karılar...
Mübarek Ramazan gününde açıkta alenen nakz-ı siyam eden (açıkta oruç yiyen) milyonlar.
Ramazan eğlenceleri, etkinlikleri, şenlikleri gırla gidiyor.
Cehrî fısk ve fücur, azgınlığın her türü, şehvetler galeyanda...
Bina ve zina... Bina ve zina...
Bye bye lüks ve muhteşem umreye gidiyoruz bye bye...
Şehitler ah vuruldum diyor... Şehit anneleri babaları yakınları ah canımız ciğerimiz gitti diye haykırıyor...
Cami civarındaki Ramazan çadırından şarkı sesleri geliyor...
Lüks sofralarda her şey var ama vicdan yok, tevazu yok, kanaat yok, hayâ yok...
Titanic su alıyor, üst katlarda orkestra çalıyor, çiftler dans ediyor, şampanya su gibi akıyor...
Messieurs les jeux sont faits!..
Azgınlık, gaflet, dalalet...
Bir hoca bikini mayo günahtır demiş. Bütün Selanik medyası hayret ve öfke içinde. Hiç bikini mayo yasak ve haram olur muymuş?
Bikini mayo değil, bütün mayolar yasak ve haramdır. Kadınların erkeklerle birlikte denize girmesi haramdır.
Denize girilir ama deniz banyolarını şehvete alet etmek haram üstü haramdır.
Kadın hakları ve özgürlükleri ha... Sakın bu lafları ağzınıza almayın nâbekârlar!.. TC başlıklı vesikalarla yasal ve resmî, hem de KDV'li ve gelir vergili, yazarkasa fişli, kapıda koruma polisli serbest ve legal kadın satışlarına hiç sesiniz çıkmıyor. Önce bu pisliği ve seks köleliğini protesto edin, ondan sonra bikini mikini deyin.
Ve siz gayretsiz ve hamiyetsiz Müslümanlar!..
Birtakım ruhbanları erbab haline getirip putlaştıranlar.
Seher vakitlerinde ve diğer evkatta camileri boş bırakan Müslümanlar.
Altın ve gümüşü, dolar ve euroyu dinden fazla sevenler.
Dünyevîleşen, lüks ve israfa, bin türlü beyinsizliğe batanlar.
Büyük ve küçük cihadı terk edip şehvetlerine uyanlar.
Ümmet olmaktan çıkıp birbirinden kopuk bir yığın sürüye ayrılanlar.
Emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını terk edenler.
Şeriat elden gitmiş, din elden gitmiş ama durum çok iyidir diye sayıklayanlar.
Kur'an okuyup, içindeki emirleri yerine getirmeyen, yasaklardan kaçınmayanlar.
Sünneti bırakıp bid'atlere kapılanlar.
Ey biatsiz ve itaatsizler!...
Ey abede-i sim ü zer!..
Ey lüks, israf, sefahat kurbanları!..
Ey Titanic yolcuları!..
Şehitlerin ve annelerinin feryatlarını duymuyor musunuz?
Gemi su alıyor, haberiniz yok mu?
Bunca felaket, afet ve rezalet karşısında nasıl bu kadar iştahlı olabiliyorsunuz?
Gözleriniz niçin görmüyor, kulaklarınız niçin işitmiyor, kalpleriniz niçin ürpermiyor?
Ey çeşitli cemaatlerin holiganları!..
Ne korkunç bir gaflet içindesiniz.
* (İkinci yazı)
1980 - DİYANET VE ÇANKAYA
12 Eylül 1980'de askerî darbe yapılmış, halkın seçtiği sivil iktidar tepetaklak edilmiş, ülke karanlıklar içinde kalmıştı. Hoş, eskiden de pek aydınlık değildi ama yeni rejim çok karanlıktı.
Çoğunluğu oluşturan Sünnî halk tehditler, baskılar, zulümlerle sindirilmişti. Askerî düzen dine, imana karışıyor, halkın inanç hürriyetini hiçe sayıyordu. Diyarbakır hapishanesi bir facialar meşheriydi. Milyonlarca Kürt vatandaş eziliyordu. Ben Kürdüm demek, sokakta Kürtçe konuşmak yasaktı. Bu yasağı çiğneyen ve delenler feci şekilde eziliyordu.
Ordu, vatan müdafaasıyla ilgili asıl vazife ve hizmetlerini ikinci plana atmış, faşist vesayet rejimini ayakta tutmaya çalışıyordu.
İşte bu hava içinde Ankara Diyanet Başkanlığı'nda çok gizli hummalı bir faaliyet yürütülüyordu. Çankaya'da generallere dinî durum hakkında bir brifing verilecekti. Bu maksatla, günlerce çalışılarak kapalı kapılar ardında hazırlanan bir rapor, bir matbaada çok az sayıda bastırılmıştı. Nihayet brifing günü geldi ve bizim Diyanetçiler köşke çıktılar. Generaller can kulağıyla dinliyorlardı.
İslâmî kesimin iki büyük cemaati orada gammazlandı. Biri merhum Süleyman Hilmi Efendi Hazretleri'nin cemaati, ötekisi Risâle-i Nur talebeleri...
Gammazlar raporda özetle şöyle yazmışlardı:
"Süleymancılar, tarikat esaslarına dayalı teokratik bir devlet kurmak istiyor. Onların kursları, pansiyonları ellerinden alınmalı, dernekleri kapatılmalı, talebeleri Kemalist rejime sadık Diyanete ve devlete verilmelidir."
Bu maksatla kararlar alındı fakat askeri konseyin bütün üyeleri tarafından imzalanmadığı için hayata geçirilemedi.
Gammazların kışkırtmalarıyla başta Şeyh Süleyman Efendi'nin damadı merhum Kemal Kacar olmak üzere yüzden fazla Süleyman Efendi bağlısı yakalandı, Antalya'ya götürüldü hapse atıldı, aleyhlerinde davalar açıldı...
Bendeniz Süleyman Efendi cemaatini yakından tanıyan bir kimseyim. Onlar Ehl-i Sünnet Müslümanıdır, Şeriata sımsıkı bağlıdır, beş vakit namaz kılarlar; imanlı, dindar, ahlaklı, faziletli gençler yetiştirmek için çalışırlar. Her cemaatin olduğu gibi onların da meşrepleri vardır. Lakin esasta dindar Müslümanlardır. Askeri bir idareye onları yukarıda anlattığım şekilde gammazlamak, hizmetlerinin engellenmesini istemek, kurslarının kapatılmasını, mallarına el konulmasını tavsiye etmek vicdanlı bir Müslümana yakışmaz. Arada meşrep farkı olabilir, lâkin her hal ü kârda Kemalist darbe idaresine onları şikayet etmek bir mü'mine yakışmaz.
Bu satırları yazarken Diyanet'i kurum olarak, Diyanetçileri de kâffeten suçlamayı ve karalamayı aklımın köşesinden geçirmem. İsim vermedim, kimlik belirtmedim, benim şahıslarla bir alıp vereceğim yoktur.
Gençliğimde 1950 yıllarının sonunda iki sene Diyanette mütercim olarak kadrolu memuriyet yaptım. Eski hocaları tanıyorum. Onlar Osmanlı medreselerinde okumuşlardı, sahih itikatlı, âlim, fakih, âbid kimselerdi. Ağır ceza mahkemelerinden Risâle-i Nurlarla ilgili raporlar istenir, Müşavere Heyeti toplanır, gönderilen Risâleleri inceler ve "Bunlar imana, ibadete, İslâm'a, güzel ahlaka dair, bir tür Kur'an tefsiri mahiyetinde faydalı eserlerdir. İçlerinde kanuna aykırı hiçbir şey yoktur." mealinde müsbet raporlar gönderirlerdi. Diyanet hocaları içinde bir tek reformcu, dinde yenilikçi, dinde değişimci, Şeriatsız ve fıkıhsız laik İslâm taraftarı Kemalist hoca yoktu.
1960'tan sonra Derin Devlet, vesayet rejimi, resmî ideoloji çeteleri Diyaneti bozmaya çalıştılar ve maalesef bunda hayli başarılı oldular.
Diyanetteki bütün gerçek hocaefendilere selam ve hürmetlerimi arz ediyorum... Camilere kiliselerde olduğu gibi sıra konulması aleyhindeki fetvalarını, İslâm'da teravih namazı olmadığı hezeyanına verdikleri ilmî cevabı yürekten alkışlıyorum.
Hiçbir İslâm hocası Resulullah Efendimizin (salat ve selam olsun ona) hadîslerinin AB normlarına, Feminist ideolojisi ilkelerine göre ayıklanması cinayetini kabul etmez.
Hiçbir gerçek İslâm hocası Fazlurrahman denilen zındığın Tarihsellik ve Tatiliyye mezhebine sempati duymaz.
Namazların cemaatle kılınması erkeklerin vazifesidir. Binaenaleyh geçen sene Hacı Bayram Camii'nde yapıldığı gibi yatsı ve teravih namazında cami içinin erkeklere kapatılması, dışarıdan otobüs ve minibüslerle kadın taşınması gibi bid'atler tecviz edilemez.
Askerî darbeden sonra, darbeci generallere Çankaya'da brifing veren ve bir kısım Müslüman hizmet erbabını onlara gammazlayan, onların Kur'an kursları, pansiyonları, dershaneleri kapatılsın diyen zihniyeti kınıyorum...