Dünden bugüne medya camiası
Demokrat Parti kurulduğu andan itibaren ailemden oy aldı. Adnan Menderes ailemin tüm bireyleri tarafından çok sevildi.
Babadan demokratım...
Serenderin (Karadeniz bölgesine has bir yapı) ahşap kapısına yağlı boya ile D.P (Demokrat Parti) rumuzunu yazdığımda yedi yaşındaydım. Alfabeyi yeni sökmüştüm. 27 Mayıs darbesi olduğunda ise on beşimi sürüyordum. Muhtarın tehditleri yüzünden o yazıyı camla kazırken, ağladığımı hatırlıyorum.
Jandarmalar görürlerse imiş, bizi ailece süründürürlermiş.
Ailem süründürülmesin diye ağlaya ağlaya sildim.
Ama bir şey öğrendim: Özlemlerinizi, envai çeşit tehditlerle kapılardan, duvarlardan, hatta kâğıtlardan sildirebilirler, ama yüreklerden kimse sildiremez.
DPye sevgi ve sempatim devam etti.
Menderesin asıldığını duyduğum gün, yine gözyaşlarına boğuldum. Sadece ben değil, o gün ve diğer günler bütün ailem sessizce ağladı.
Oysa Demokrat Partiden hiçbir menfaatimiz, hiçbir beklentimiz yoktu...
Sevgimiz karşılıksızdı...
Sadece, CHPnin seçim kazanmamasını, bir daha iktidar olmamasını istiyorduk.
Çünkü bizim ailenin hafızasında CHP ezansızlık, Kuransızlık, yokluk, kıtlık ve dipçik anlamına geliyordu.
Tüm çabamız o dönemin hortlamaması içindi.
Oy kullanma çağına geldiğimde Demokrat Parti siyaset dünyasında artık yer almıyordu. Çoktan kapatılmıştı. Ben de onun yerine kurulan APye (Adalet Partisi) verdim tüm oylarımı.
Arayışım hep aynı idi: Demokrasi...
Gazeteciliğe başladığımda (1971 Temmuzu), yayın hayatının CHPlilerin tekelinde olduğunu fark ettim.
Yayın dünyasını, kendini aristokrat zanneden tuzu kuru bir azınlık yönetiyordu. Halka tepeden bakan, halkı küçümseyen bir zihniyet yayın dünyasına, özellikle de gazetelere hâkimdi.
O kadar ki, dindar gazetecinin sarı basın kartı alması bile çok zordu. Gazeteciler Cemiyetine üye olması ise neredeyse imkânsızdı.
Cemiyet Başkanı rahmetli Burhan Felekti. İlerlemiş yaşına rağmen, Milliyet Gazetesinde köşe yazarlığı yapıyordu.
Abdi İpekçi ise Milliyetin genel yayın yönetmeniydi. Yazılarıyla CHPye taktik verirdi. Aynı fikriyatta birçok gazeteci yetiştirmişti. Nedense yetiştirmelerinin çoğu solcu ve fanatik derecede CHPli idi. Her seçim öncesinde CHPye oy vereceklerini gerine gerine açıklar, bu kez CHPnin kazanacağını iddia eder, ama biz aksini söyleyince, gazetecilik mesleği dışına çıkıp siyaset yapmakla suçlanırdık (hâlâ aynı taktik)...
Gazeteciler Cemiyetinin yönetim kurulu ile yeni üye kabulüne karar veren balotaj heyeti de aynı fikriyatın insanlarından oluşuyordu.
Üyelik talebimi defalarca reddettiler...
İşi inada bindirdim. Bir gün İttihadda, Yeni Asyada ve daha başka yayın organlarında yayınlanan çeşitli yazılarımla birkaç kitabımı alıp Burhan Felekin kapısını çaldım:
Sizin, yönetim kurulunuzun ve balotaj heyetinizin tereddütsüz üye yaptıkları arasında kaç tane benim kadar haberi, köşe yazısı ve kitabı yayınlanmış gazeteci var?
Eli ayağına karıştı rahmetlinin. Sesi titreyerek Sizi ben önereceğim evlâdım dedi.
Bu çıkışım sayesinde cemiyete girebildim.
Kırk bir sene sonra medya camiasına baktığımda, çok sayıda sarı basın kartı sahibi dindar gazeteci görüyorum. Hatta bizimkilerin farklı meslek kuruluşları oluşturduklarını da biliyorum. Buna rağmen değişen fazla bir şey yok: Hâlâ Komisyon gazeteciliği yapanlar, misyon gazeteciliği yapanlardan daha etkili. Yandaş filan diyerek misyon gazeteciliğini küçümsüyor, etkisini kırmaya çalışıyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.