Çivi çiviyi söker
30 yıl az bir zaman sayılmaz.
Fitnenin ilk başı Doğu Devrim Kültür Ocakları denilen örgüt kurulduğunda anne karnında olan çocuklar bugün elinde silah bölücülerle Kandil dağlarında savaşıyor.
Bu da bir nesil zaman demektir.
Bu iş ülkemizi neden bu kadar uğraştırdığına kafa yorduğumuzda, içeriğinden Osmanlı İmparatorluğunun 7 düvel tarafından parçalanma sonrasındaki gelişmeler çıkar.
Birinci aşama, Osmanlıyı bölüp parçalamak, o parçaları da kukla yöneticiler eliyle yönetmek planı vardı. Bu oldu..
İkinci aşamaya gelince, Anadoluyu Kürt, Türk daha da olmazsa mezhep bazında yeniden karıştırmak gerekiyordu. Şu anda planın o sürecindeyiz.
Tavuktan yumurta çıktı, şimdi ise yumurtadan tavuk çıkaracaklar...
Cemaatler, mezhepler, etnik ayrılık çatışmaları sürekli gündemden düşürülmüyor.
Ve bir de arkasına düştüğümüz batı dünyası bize vermediği gibi neyimiz varsa aldı götürdü. Batıcı olarak bataklığa saplanan ülke olmamız yanı sıra başımıza sardıkları bölücü örgütün arkasında sinsice siper alan devletler görünüşte dost, esasta düşman...
Bağımsız Kürt Devleti adına değişik yöntemlerle kıskaca alınan güneydoğu halkı yaşadığı topraklarda yıllardır rahatsız. Çoğu da beladan uzak durmak hesabına evini barkını terk ederek batı kısımlara göç etmek zorunda bırakıldı...
BDP denilen terör bağlantılı örgütün anlayamadığını biz hatırlatalım, güneydoğu göç almıyor, terör belasına sürekli göç veriyor.
Ne olacak bu ülkenin hali? Sorusuna gelince, herhalde bölücü terörü, Kürt hakları ile karıştırıp yanlış yollara saptığımızdan kucağımızda besleyerek bu hale gelmesine biz neden olduk. Hatta komşumuz olan Suriye Beka Vadisini teröre has ettiğinde Türkiye bugünkü gibi sıcak davranmadı. Zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateşin Suriye hududuna kadar giderek oradan tehdit savurması dışında pek fazla bir girişimimiz da olmadı.
Hatta Öcalanı bize teslim ettiklerinde daha da gevşek davrandık.
Daha doğrusu, o ortamı oya tahvil etme hesapları içerisine girdik.
Bana göre en akıllı hareket, çiviyi çivi ile sökmektir.
Bunun da panzehirini kimler bulmuşsa, Hizbullah örgütünün kurulmasına ve de eline PKKya karşı duracak ağır silahlar verilmesine bir ara göz yumuldu.
Yöreyi bilen, bölücüleri yakından tanıyan bu örgüt kim ne derse desin, başarılı oldu.
Sonradan durduk yerde örgütün imha edilme nedeni elbette ki İslamı kimlik taşıması idi. Birleri bu örgüt bizim için de son sözünü söyleyebilir korkusuna kapıldı.
Hatta İslamiyet PKKdan daha tehlikelidir denildi.
İşte domuz bağları bu korkunun sonucu.
Hüseyin Velioğlunu yakalamayıp öldürülmesi de aynı kapıya çıkar.
Daha başka ne yaparız? Sorusuna gelince cevabı gayet basit, Amerika ile yandaşları istiyor diye İslam kimlikli El Kaidecileri yakalar MOSSADa teslim ederiz.
Ama ülkemizi tehdit eden örgütlere sıra gelince, müttefiklerimiz(!) aynısını yapmak yerine arkadan hançerlemeyi vazife olarak alırlar üzerlerine...
Yine de itiraf edelim, iç meselelerde hukuk yolu elbette ki mihenk taşı olmalıdır. Ama dıştan gelen tehlikeler olunca kazın ayağı hiç de öyle görünmüyor.
Veya başımızı kaldırıp Irakı durduk yerde işgal edenlere, Gazzeyi cehenneme çevirenlere, Afganistana yıllardır vuranlara bakmıyoruz... Onların hukuk mukuk tanıdığı yok, biz ise o ülkelerden herhalde daha akıllıyız!
Hani atamız demişti ya, Yurtta sulh, cihanda sulh.
İşte o sloganla yıllardır oyalanırken tehlike geldi kapıya dayandı.
PKKyı avucunda bize karşı besleyen Suriye yönetimine zamanında bugünkü gibi davranmış olsaydık Esat diktatörü koltuğunda bu kadar tutunamazdı.
Yumurta sona geldiğinde çare aramaya kalkışırsak olmaz işte.
Bu kadar can verdik, bedel ödedik, biz hâlâ hukukla gugukla dıştan gelen bölünme tehlikesini savmaya çalışıyoruz... Askerimizi katledeni idam bile edemiyoruz.
Ne demeli; ya beynimiz durdu, veya çalışmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.