Lozan’dan Cenevre’ye
Bilindiği gibi 34 sene evvel MSP/CHP koalisyonu, ülkemizin 37. Hükümeti'ni teşkil etmişti. Bu hükümetin meydana getirdiği füturist yaklaşım, elân devam etmektedir. Füturist yaklaşım deyimini pek kısa bir tarifle hatırlatayım. ülkenin yobaz, gerici diye haksızlığa mâruz bıraktığı dindarlar, 51 yıl hiçbir hükümetin dile getirmediği; önce ahlâk ve mâneviyat, devlet-millet kaynaşması, ağır sanayi hamlesi, milli harp sanayi, şahsiyetli dış politika, uydu değil, lider devlet anlayışı, fabrikalar yapan fabrikalar ve yeniden büyük Türkiye, her ile fabrika, her ilçeye sanayi sitesi, her köye atölye sloganları, partneri CHP'nin genel başkanı müteveffa Ecevit tarafından şu sözle ibra edilmiş ve kendilerinin bu anlayışa "Târihi Yanılgı" demek suretiyle, Milli Görüş'ün, Erbakan ve arkadaşlarının hakkı teslim olunmuştu. Bu 37. Hükümet ve o hükümeti bağrından çıkaran Yüce TBMM üyeleri, Gâzi Meclis unvanını, 23 Nisan 1920'de kurulu TBMM'den sonra 2. defa almak bahtiyarlığına eriyordu.
KIBRIS ADASI SERüVENİ
Mustafa Kemâl Paşa 1926'larda ziyaret ettiği Harp Akademisi son sınıfta okuyan erkân-ı harp namzetlerine, ‘Anadolu'nun ikmal anahtarı neresidir?’ sorusunu tevcih ettiğinde aldığı cevapları yeterli bulmayıp, cevabı kendisi verir: "KIBRIS ADASI"
Lozan'da olsun, 1923'lerde olsun; "Kıbrıs diye bir meselemiz yok gibilerinden demeç verirken, hatta bunu 1950 sonrasında DP'nin kurduğu hükümetlerin Dışişleri Bakanı Prof. Fuat Köprülü aynı terâneyi ifâde ederken, ahali ülkenin meydanlarını Kıbrıs bizimdir! diye sloganlaştırdığı toplantılarda haykırıyor, zamanla ‘Ya Taksim Ya ölüm’ sloganlarına geliyordu.
Şahinleşmiş Menderes hükümeti, Profesör Köprülü'yü önce bakanlıktan, sonra da partiden yolcu ederken Dışişleri'ne Rüştü Paşazâde Fatin Rüştü Zorlu'yu getirmiş, bu çelik gibi sinirlere sahip adam, Kıbrıs meselemizde, bağımsız Kıbrıs devleti kuruluşunu, ülkemizi de bu devletin garantörü yapma zeminini yakalayan politikanın şefi olarak ülkeye büyük hizmette bulunan biri olmuştur.
16 Kasım 1956'da Kıbrıs diye bir meselemiz olduğunu ileri sürmeye başlayan DP Hükümeti'nin Başbakanı olarak Adnan Menderes, Nihat Erim'in eline dört maddelik bir talimatı tutuşturdu.
A) İngilizler Kıbrıs'ta kalsın!
B) Onlar çıkacaksa ada bize verilsin.
C) Bu olmazsa ada taksim edilsin.
D) Self Govermement (kendi kendini idâre)
Nihat Erim; Başbakan'dan aldığı tâlimatı; Kıbrıs genel vâlisine takdim ettiğinde, vâliden: “elbirliği ile çalışalım, üçlü olmazsa ikili anlaşalım” teklifine karşı Prof. Erim ise: “Sizin işinizi güçleştirmeyiz. Başbakan’dan aldığım talimat şudur. Türkiye ile İngiltere müttefiktirler, onların çok önemli işleri vardır. Birlikte yürüteceklerdir. Kıbrıs sorununda biz İngiltere’nin karşılaşacağı zorluklara yenilerini katmayacağız. Tersine İngiliz dostlarımızın işlerini kolaylaştıracağız. Bu talimat esastır” demiş bulunmaktadır.
Bizim bu tarz yaklaşımı tabiî karşılamamız, aşağıya alacağımız Rauf Denktaş'ın izahı ile kabullenmek, bin yıllık târihimizin, şanlı ecdadımızın ancak ufukların efendisi olma cehdü gayretini kaybetmiş hâle uygun gördüğümüzü ifade etmekten kendimizi alamayacağız.
Kendi silahını imal etmeyen, uçak, gemi, füze, her türlü harp vasıtasını, düşmanınkinden de üstün olarak imâl etmeyen bir ülkenin, bundan başka nasıl bir siyaseti olabilir ki?.. Bize yakışan ağır sanayi hamlesi, milli harp sanayiini kurmuş olmak, dindaş ve soydaşlarına her türlü yardımı yapan, din-i mübini İslâm'a yan bakan kefere-i fecereyi caydırıcı ifade nazarları altında kendisini saymaya mecbur kılacak irade ve güce ulaşmış olmaktır.
İbni Sina'nın torunları, penisilini bir felç geçiren generalimizin tedavisinde kullanabilmek için Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün İngiltere Kralı'na mektup yazmasını ve onların da göndermesini bekleyen, daha da kötüsü iğneyi tatbik edecek doktor talebimiz de aynı zamanda yapılmışsa, Menderes'in böyle pesimist bir tâlimatı temsilcisine vermesi kaçınılmaz ahvaldendir. Bu bahsi Rauf Denktaş'ın yorumuyla noktalayalım:
“..Kıbrıs, Türkiye’nin aklında var, ama zaman müsait değil. Onun içindir ki; Yunanlılar Kıbrıs meselesi derken İngilizlere karşı, Fuad Köprülü mecbur oluyor ve diyor ki, ‘Bizim Kıbrıs meselemiz yoktur..’ Bunu biz hep aleyhe yorumladık. Denir miydi bu?.. Halbuki Türkiye o zaman ‘Kıbrıs meselesinde ben varım dese ve İngiliz dönüp de bunu Rumlar lehine hâlledecek olsa, Türkiye’nin gücü yok ki buna engel olsun. Bu zorluklar vardı” şeklinde konuşan Rauf Denktaş, ülkemizin güç ve kuvvet dengesinde yerini, eldeki vasıtaların yetersizliğini, bugünün insanına hatırlatmış oluyor.
Yunanistan'ın 1950 ile 1960 arasındaki Kıbrıs siyaseti, gerek İngiliz hariciyesinin, gerekse Türkiye Dışişlerinin siyasetine baktığımızda, Kıbrıs ahalisi ve adasını kendine Enosis, yâni ilhak yoluyla bağlamak ve de inisiyatifi; siyasi ve eylem olarak Kıbrıs Rum ahalisi ile Yunanistan'dan gönderdiği yönetim kadrosunun omuzlarına bırakmış, zaman zaman Atina olarak İngilizlere ve ABD Ortodokslarıyla yakınlaşarak, Kıbrıs Rum ahalisine arka çıkan bir tarz tâkip edi yor.
LâZIM GELEN AZİM VE KARAR
37. Hükümet'in dünya siyaset anlayışını bir uçağın benzeri olarak ele alırsanız, kaptan pilot mevkiinde dünya idâreci standardının gerektirdiği vasıflarından pek çok malûmatlara sahip bir kişinin oturduğunu görüyoruz. Türkiye standartlarına göre üstün bir lisenin mezunu olan kaptan pilot, dünyanın en büyük milleti olan milletimizin 8 asır Avrupa'nın Batı tarafına medeniyet aşılamış Endülüs İslâm devletinin tesirini temsili, yine 6 asır insaniyeti ve İslâmiyet'i Anadolu'dan urûç ederek, Otranto'ya, Viyana'ya kadar uzanan dağ, ova ve yaylalarda İslâm'ın izzetini, Müslüman Türk milletinin büyüklüğünü her yönüyle tanıtmış olduğunun temsiliyetini üzerine alabilme fonksiyonundan yoksun bir anlayışın zebunu olmuş, garp taklitçisi bir kaptan pilot..
Yardımcı kaptan pilot, yukarıda saydığımız bütün vasıfların yanında kaptan pilot olan fâikiyeti, bu uçağın yönetimini milletin geçmişinin büyüklüğünü hatırlatır şekilde dâima yönlendirici olmuştu.. Doğrusu, kaptan pilotun nezaketi, yardımcı pilotun her yardımına açık olmasına tesir eden müspet yaklaşımına vesile olmuştur.
BUNA NE DERSİNİZ?
1974 Barış Harekâtı'na neden olmaktan dolayı, Rumların can ve mallarını kaybetmelerine sebeb olmaktan ve de insanlık suçu işlemekten dolayı Yunanistan savaş tazminatı ödemelidir. İpucu veya kanıta da gerek yok. Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararı ile 15 Temmuz darbesinden sonra adadan zar zor kaçmayı başarıp, BM Genel Kurulu'nda konuşan Makarios'un sözleri, tazminat için en iyi delil ve gerçekleri açıklayıcı bir kanıttır. Yıllardır BM'nin arşivinde, kullanılacağı günü beklemektedir.
İşte bunlardan bir tanesi ve dava açmak için yeterli olacak kanıt da aşağıda. Bu belge, Yunan yargı organları tarafından alınmış, "Türk Ordusu'nun Kıbrıs'a müdahalesi yasaldır, suç Yunan subaylarına aittir" şeklindeki bir mahkeme kararıdır.
Yunan Temyiz Mahkemesi'nin, 21 Mart 1979 tarih ve 2658/79 sayılı bu kararının, o dönem Başbakan olan Konstantin Karamanlis, "Yunanistan aleyhine kullanılabilir" gerekçesiyle kamuoyuna duyurulmasını yasaklamıştı. Bu yasaklamadan sonra dava dosyaları "çok gizli" kaydıyla kasaya kondu. 34. yılında Kıbrıs şehidlerini rahmetle, gâzilerini minnetle anıyorum.
Fiemanillah.
İrtibat Tel.: 0542 497 03 27
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.