Kurtuluş İslam Birliğindedir
İslam âlemi bugünkü parçalanmış, bölünmüş, irili ufaklı millî devletlere ayrılmış şekliyle kalırsa kesinlikle hürriyetini, haysiyetini, kimlik ve kültürünü muhafaza edemez; bir esaretten başka bir esarete, zilletten zillete duçar olur.
Kurtuluş çaresi Müslümanların birleşmesidir. Nasıl bir birleşme? Ütopyaları bırakmalı ve gerçekçi ve pragmatist olmalıyız.
Türkiye'nin parçalanmasını kabul etmemeliyiz.
Irak'ın bugünkü parçalanmış durumunu kabul etmemeliyiz.
Parçalayıcı, bölücü, Müslümanları birbirine düşürücü BOP planlarını kabul etmemeliyiz.
Bir anda büyük birleşme hayaldir.
Önce, meselâ, Esed'siz bir Suriye ile vesayet rejimi boyunduruğundan kurtulmuş Türkiye gümrük birliği yapmalı, pasaport ve vizeleri kaldırmalıdır.
Aynı şey Kaddafi diktatörlüğünden kurtulmuş Libya ile de olabilir. Türkiye, Suriye, Libya...
Bağımsız devletler kalsın ama para birliği olsun... Devletlerin üzerinde İmamet-i Kübra müessesesi olsun, bir tür İslam ülkeleri commonwealth'i kurulsun.
Hiçbir üye devlet ötekilerine ağabeylik, vasilik, velilik taslamasın.
Bu birliğe zamanla Pakistan, Tunus, Sudan katılabilir. Birlik büyüdükçe üye olmak isteyenler çoğalacaktır.
ABD, İsrail, AB ve İslam düşmanı emperyalist devletler ve kuruluşlar böyle bir birliği kabul etmezler. Önlemek için gerekirse savaş çıkartırlar...
Birleşme konusunda, mutlak kudret sahibi Allahın yardımını kazanmak için sahih imana, ihlasa, ibadete, en geniş manasıyla büyük ve küçük cihadlara, ahlaklı ve faziletli olmaya tevessül edilmesi gerekir.
Bugün İslam dünyasında korkunç bir kokuşma vardır.
Korkunç hıyanetler vardır.
Bunların mutlaka izalesi gerekir.
Müslüman devletlerin başına Şeyh Şâmil, Emîr Abdülkadir, Nureddin Zengi, Salahaddin Eyyubî, Fatih Sultan Mehmed gibi büyük sultanların, İmamların, Reislerin geçmesi gerekir.
Türkiye'deki Kriptolar, iki kimlikliler böyle bir birleşmeyi önlemek için ellerinden gelen her türlü kötülüğü ve engellemeyi yapacaktır.
Müslümanlar Allahın rızasını kazanabilirlerse, ilahî tevfik ve nasra kavuşur ve emellerine nail olur.
Böyle bir fütuhata fıskla fücurla, nifak ve şikakla, haram yemekle, hortumculukla, haram rant yemekle, ribacılıkla, o biçim TC vesikalarıyla nail olunmaz.
Osmanlılar 1300'de iki küçük şehirle işe başladılar. Onlarınki devlet bile değildi. Pek küçük bir uç beyliği idi. İki buçuk asır içinde bir cihan devleti kurdular. Çünkü ihlaslı idiler... Kur'ana,. Sünnete, Şeriata hizmet niyetine sahip idiler... Âdil idiler... Âbid idiler... Mücâhid fi sebilillah idiler... Âmirine bi'l-ma'ruf ve nâhine 'âni'l-münker idiler... Allah da onlara zafer verdi. Allah Kur'anda sâdık, âbid, doğru, sâlih kullarına zafer vaad ediyor...
Münafıkların, fâcir ve fâsıkların, hainlerin, abede-i denânir ve derâhimin zâhirde keramet gibi görünen bazı halleri gerçekte istidractır. Onlar imtihan ediliyor. Sonları iyi olmaz.
Ya birlik, ya da esaret ve zillet içinde sürünmek...
* (İkinci yazı)
Yazılarım Vurucu mu?
Bazıları yazılarımı şiddetli, beni sivri dilli buluyor. Bendeniz aynı kanaatte değilim.
1960'lı yıllarda, bugünkülere nispetle çok vurucu yazılar kaleme aldığım sırada çok vurucu, İslam'ın fedakar ve ihlaslı savunucusu merhum avukat Bekir Berk "Yahu biraz diri yazılar yaz, nedir bu uyku ilacı gibi makaleler!.." demişti.
Yunus Emre "Şehre varam, feryad ü figan koparam..." demiş.
Onun zamanında bugünkü âhir zaman fitneleri ve fesatları yoktu. Ya bugün şehre gelip baksa, ne pislikler görecek, ne feryatlar kopartacaktı.
Ekranlarından necaset akan tv'ler... Nereye akıyor bu necasetler? Evlerin içine...
Genelev bülteni gibi müstehcen yayın yapan bazı gazete ve dergiler...
Fuhuş, kumar, içki... Yalan dolan aldatma...
Riba/faiz ... Lüks israf sefahat...
Yunus Emre'nin şehrinde bir tek İslam kadını bile başı açık gezmiyordu. Hattâ gayr-i müslim kadınlar da başlarını örtüyordu.
Onun kentinde fısk fücur günah vardı ama mahkemelerde kadılar Şer'-i şerife göre hüküm veriyorlardı.
İslam medreselerinde ilim öğretiliyor, icazetli ulema yetiştiriliyordu.
Tekkelerde zikrullah yapılıyordu.
Kötülükleri telafi edecek iyilikler de vardı.
İş, ticaret, alış veriş, üretim hayatını tanzim eden ahîlik teşkilatı, fütüvvet ahlakı vardı.
O zamanlar sabah ezanları okununca camiler ve mescidler doluyordu, Müslüman halk leşler gibi uyumuyordu.
Şehirde günah işleniyordu ama serhat boylarında fütuhat yapılıyordu.
Yunus Emre talihliymiş, bugünkü kötülükleri görmedi.
Bendeniz çok hassas, çok vicdanlı, çok gayretli bir Müslüman sayılmam. Öyle olsaydım feryad ü figanımdan, hıçkırıklarımdan zemin ü âsümanın titremesi gerekirdi.
Hatırlıyor musunuz, Bursa Emniyet Müdürü beyefendi birkaç ay önce ne demişti: "Geceleri Kültür Park açık bir fuhuş alanı oldu, her çalının altında bir çift sevişiyor..." Bendeniz konu ile alakalı acı bir yazı kaleme almaktan başka ne yapabildim...
Aaaah Yunus Emre talihliymiş, hiç olmazsa onun zamanında bugünkü İslamcılar yoktu.
Dinde reformcular, dinde değişimciler, dinde yenilikçiler yoktu.
Bir kadın müftü yardımcısının, Sahih-i Buharî'de geçen bir hadîs için, "Peygambere söyletmişler..." sözünü duysaydı Yunus kimbilir ne kadar üzülür, feryad ederdi.
Müftülerin kadın yardımcıları olduğuna kimbilir ne kadar şaşardı.
Hayır muhterem okuyucularım hayır... Hayli sakin bir insanım maalesef, yeteri kadar şiddetli, vurucu, uyarıcı yazılar yazamıyorum.
Merhum Üstad Necip Fazıl sağ olsaydı kimbilir ne ateşli makaleler yazardı.