Din eğitimiyle kavga
Ülkemizde, başlangıcı eskilere dayanan bir kavga yaşanıyor. Bu kavgayı, din eğitimi kavgası olarak isimlendirmek her halde yanlış olmaz. Millet, kendime ve çoluk çocuğuma istediğim kadar ve istediğim şartlarda din eğitimi vermek, verdirmek istiyorum demiş.
Türkiyenin idarecileri ise, Dur bakalım! Ne kadar din eğitimi alman gerektiğine ben karar veririm. Ancak benim istediğim kadar ve şekilde bu eğitimi alabilirsin. Daha fazla talepte bulunursan, seni mürteci ilân ederim demiş ve bu politika yıllarca uygulanmış.
Tabii ki din eğitimi en temel insanî hak ve ihtiyaçlardan biri olduğu için, bu eğitimin verilmediği nesiller, sonraki yıllarda bu eğitimi vermeyenlerin bile başını ağrıtmaya, canlarını sıkmaya başlamış. Köylerde ve şehirlerde cenazeleri kaldırabilecek kadar olsun din bilgisine sahip olan insanlar bulunamamaya başlamış. Bir yandan da hiç bir nizam ve intizam tanımayan anarşistler ortaya çıkmış. Bütün bir milleti din eğitiminden mahrum bırakanlar yaptıklarının yanlış olduğunu kısmen kabul etmişler ve kontrol altında bir din eğitimi verilmesine müsaade etmeyi planlamışlar. Fakat milletimiz, bu kontrol altında eğitimi tasvip etmemiş, yeterli görmemiş ve hakkı olan daha fazlasını istemiş. 1950deki sandık neticelerini biraz da böyle okumakta fayda var.
28 Şubat 1997 sürecinde yapılanlar da, din eğitimini engellemeyi hedefleyen adımlar olarak tarihe geçti. Bugün şaka gibi gelebilir, ama o süreçte ilköğretimi bitiremeyen çocuklarımızın yaz tatilinde olsun, camilere gidip Kurân-ı Kerim okumayı öğrenmesi yasak idi! Ne için? Ne kadar din eğitimi almanız gerektiğine ben karar veririm diyen yönetici ve bürokratların keyfi için!
Postmodern darbenin bu noktada ördüğü duvarlar büyük ölçüde yıkıldı, ama hâlâ atılması gereken adımlar var. Meselâ, Kurân-ı Kerim dersi (seçmeli olarak) şimdilik sadece 5. ve 9. sınıflarda var. Niçin 1. sınıfta, hatta anaokulu sınıflarında olmasın? Kabul etmek lâzım ki eğitim, anaokulunda bile başlamaz. İnancımıza göre eğitim, doğumla, hatta daha öncesinde, anne karnında başlar. Bir adım daha atalım: Eğitim, dededen, nineden, anneden, babadan başlar. Sözde başlar, düğünde başlar, nikâhta başlar. Çünkü inancımıza göre hayat bir bütündür ve din bu bütünün her anıyla, her safhasıyla ilgilenir. Dolayısı ile eğitimi sadece okullara bile bırakamayız. En büyük okulun aile olduğu sadece söz güzeli değildir. Aileye gerekli emeği vermeyenlerin okulları da çocukları iyi eğitemez. Bu açıdan bakıldığında din eğitimi de ailede, çocukların doğumuyla başlamalı. Ancak bu Din eğitimi evde başlasın, evde bitsin. Okullarda din eğitimi verilmesin! anlamına gelmemeli. Çocuklarımız okula adım attığında da, ailede başlamış olan din eğitimi devam edebilmeli. Hiç değilse bu imkân isteyene verilmeli.
Bu cümleden olarak Türkiye Camii ve Kurân Kursları Dernekleri Federasyonu, Kurân-ı Kerim ve Peygamberimizin Hayatı derslerinin ilkokul 1. sınıftan itibaren verilmesini istemiş. Muhtemelen bu tesbite de itiraz edenler çıkacaktır, ama itiraz edenlerin unuttukları bir gerçek var: Avrupanın bir çok ülkesinde dinî eğitim anaokulunda başlıyor.
Milleti yanıltarak iş görenler, başka ülkelerdeki okullarda dinî eğitim verilmediği havasını, yalanını dillendirirler. Çağdaş Avrupada böyle şeyler yok. Kurân öğretilmesi laikliğe aykırıdır derler. Onlara göre Ezan-ı Muhammedî de gizli okunmalıdır, ama bugün Avrupanın bazı ülkelerinde 5 değilse bile 3 vakit ezan okunan camiler vardır. Dününün ki bunlar, nüfusun ekseriyetinin Hıristiyan olduğu ve aynı zamanda İslâm korkusunun körüklendiği ülkelerde oluyor.
Tarih şahittir ki, din ve din eğitimi ile kavga edenlerin elleri ve kolları kırılmıştır. O halde kavgacılar tarihteki yanlışları tekrar etmesinler ve milletin arzu ettiği ölçüde dinlerini ve diyanetlerini öğrenmeleri önündeki barikatları kaldırsınlar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.