Müslüman ütopyası
Batılılar ütopya derler, türkçesi hayal ülkedir. Yüzyıllar boyunca sayısız ütopya üretilmiştir. Nazari olarak en iyi, en güzel, en hatasız... kısaca mutlak iyi, güzel bir ülke düşünülür, tasarlanır, yazılır, çizilir.Ütopyaların kısmen de olsa uygulamaya dönüştürülebileni azdır. Mesela Marksın komünizmi bu kısmen uygulanmak istenenler arasındadır. İnsanlığa sonsuz saadet getirmek iddiasında olan bu ütopyanın uygulamasının başı da sonu da kan ve ateş olmuştur...
İnsan aklının varabildiği sınırları zorlayarak böyle bir ülke tasarlamak zihni açar belki. Yani bir nevi düşünce idmanı... Batılıların saynsfikşın dedikleri, türkçe olarak hayalbilim veya kurgu-bilim olarak nitelenen üretimler de bir bakıma ütopya geleneğine yaslanır. Fakat, dünya iyi ve kötü, güzel ve çirkinin ve başka zıtlıkların bir arada bulunduğu bir mekândır. Bu mekânda insanların varlık sebebi imtihandır. Hayal-ülke bu dünyada mümkün değildir. Mümkün olduğu anda dünya dünya olmaktan çıkar...
Hayal ülke cennet düşüncesinin dünyevileştirilmesidir belki de.
Bir müslüman ütopyası sözkonusu edildiğinde ilk akla gelenler Kuran-ı Anayasa sayan, başkenti Mekke olan, dili arapça, bayrağı kelime-i tevhid...olan tek bir devlet olabilir. Tabiî ki bu ütopya bir yirminci yüzyıl ütopyasıdır. Daha önceki yüzyıllarda böylesine tahayyüllere rastlanmamasının sebebi, batılı ütopyalardan etkilenmenin çağımızda ortaya çıkmasındandır.
Böyle bir devletin, hatta Asr-ı Saadetde dahi olmadığı, söylenebilir. Çünkü Asr-ı Saadet cennetin dünyada yaşandığı bir dönem değildir. Asr-ı Saadet Peygamber Efendimizin manevî kuşatıcılığının, risaletinin saadet kazandırdığı bir dönemdir. Ama o çağda ve hem de İslâm toplumunda iyiliklerle kötülükler, güzelliklerle çirkinlikler bir arada bulunmuştur. Şüphesiz, güzelliklerin ve iyiliklerin nisbetinin bütün sonraki çağlardan yüksek olduğu dönem Asr-ı Saadetdir. Bir daha da öyle bir çağ idrak edilmeyecektir. Yani Asr-ı Saadet biricik olmaya devam edecektir.
Kuran-ı Kerim bir ütopya devlet öngörmemektedir. Mekkenin İslâm devletinin başkenti olması dinî bir zorunluluk değildir. Kuran anayasa değildir. Devlet için arapça şartı yoktur vs. vs. Fakat son yüzyıla kadar İslâm dünyasında zuhur eden bütün devletlerde resmi dil değilse de (bildiğimiz kadarıyla) ilim dili arapça olmuştur.
İslâm devletini veya toplumunu ütopyaya indekslemek hep yapılan bir yanlıştır. Ütopyaya yakın bir İslâm tarihi Hz. Peygamberden sonra şöyle tanımlanabilir: Peygamberimizin halefi/halifesi Hz. Ali olmalı idi. Hem biyolojik yakınlık, hem manevî yakınlık bunu gerektiriyor gibi görünür. Ardından onun oğulları ve sülalesinin gelmesi tabiî idi... Düşünün bir: Bugüne kadar devam eden bir kutsal soy saltanatı...
Böyle olmadı. Allah böyle olmasını irade etseydi elbette olurdu. Farklı bir İslâm tarihi yaşandı. İlk halife Hz. Ebubekir oldu. Hz. Ali halife olduğunda da hilafet onun soyundan devam edemedi. Emeviler, ardından Abbasiler İslâm devletini temsil ettiler. Bu devletlerin şöyle veya böyle olmaları neticeyi değiştirmez.
Zihnî, spekülatif olanla gerçekliği tefrik etmek zorundayız. En iyiyi, en güzeli arzu etmek ve onun için çalışmak başka, öyle olmazsa şu olmaz, bu olmaz demek başkadır. İslâmî endişelerle ortaya konulmuş zihin ürünlerini islâmî saymak, dinden addetmek daha da başkadır...
(20 yıl önce yayınlanmış bir yazımızı, okuyucularımıza tekrar sunuyoruz).
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.