Ümmetin Asıl Görevi
Allah Rasûlünün (s.a.v.) güzel bir adeti vardı. Seferden her geldiğinde evine inmeden mescide girerek iki rekât namaz kılmak ve Müslümanlarla sohbet etmek hoşuna giderdi. Sonra kızı Hz. Fatımanın halini sorar, sonra zevcelerine gider, en sonunda dinleneceği odaya çekilirdi.
İşte bir gün yine böyle bir seferden dönmüştü. Mescide girerek iki rekât namaz kıldı. Mescitten sonra hanımlarının evlerine gitmeden önce Hz. Fatımanın yanına vardı. Fatıma (r.ha.) onu kapıda karşıladı. Onun yüzünü gözünü öpüyor ve ağlıyordu.
Rasûl-ü Ekrem:
-Niçin ağlıyorsun? diye sorunca Hz. Fatıma:
-Ey Allahın Rasûlü! Seni rengin solmuş ve elbiselerin çürümüş olarak görüyorum. Bundan dolayı ağlıyorum dedi. Resûl-ü Ekrem ona:
-Ey Fatıma! Ağlama, Cenabı Hak senin babanı öyle bir işle vazifelendirmiştir ki yeryüzünde çamurdan yapılmış hiçbir ev, kıldan yapılmış hiçbir çadır ve hiçbir otağ kalmayacaktır ki Allah o işle oraya ya izzeti veya zilleti sokacaktır. Öyle ki gecenin vardığı gibi o noktaya varacaktır( Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatus-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/47-48.)
Evet, bu din dünyanın her bir yanına ulaştırılacaktır. Sorumluluk budur!
Mademki Sevgili Peygamberimiz vefat etmiştir, bir daha Resul de gelmeyecektir, öyleyse kim yapacaktır şimdi bu dini duyurma işini?
Cevap bellidir aslında: Ümmeti. Yani biz.
Konu ile ilgili ayet açıktır:
Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız: (Al-i İmran, 110).
Bizim de insanlığın da kurtuluş için başka çaresi yoktur:
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Al-i İmran, 104)
Müslümanlara hem kendi içlerinde, hem de bütün dünyaya karşı iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan güçlü bir kurumun kurulması ve işinde ehliyetli bir alimler kadrosunun bulundurulması farz-ı kifayedir.
Farz işte ortada, peki ama biz neredeyiz?
Biz şimdi cehaletin kör kuyularında birbirimizi yemekle meşgulüz. Alimlerimizin etleri herhalde daha tatlı ki, daha çok da onların etini yemekle meşgulüz.
Ama unutmayalım, onların eti zehirlidir, yiyen iflah olmaz.
Bu kör kuyulardan tek kurtuluş yolu, Allah Teâlânın bizi kurtarmak için sarkıttığı habl-i metin olan Kurana itisam, yani sıkı sıkı sarılmadır.
Geçmişte bizi kaç defa yar başından alan, uçurumun kenarından kurtaran bu ip, bir kere daha bizi kurtarabilir, sıkı sıkı sarıldığımızda.
Yiğit bin yaşar, fırsat bir düşermiş. Malum, ömür fırsatı da bir kere veriliyor. Akıllı, nefsini ölçen biçen, değerlendirendir. Ahmak ise Allah kerim diyerek vazifesini yapmadığı halde kendini boş yere avutandır.
Allah aklımızın hayrını göstersin.
Amin!