Sansür... Ambargo... Hedef gösterme... Asıl andıçlanan biziz!
Hasbihal etmeyeli epey oldu... Yurtdışı gezilerdi, izindi derken, uzun süredir Akit’ten ve “Akit’in gündemi”nden söz edemedik... Aslında, fizikî bünyemizde pek büyük bir değişiklik olmadı... Allah’a şükürler olsun ki, ölenimiz yok.
Tek değişiklik;
“Halkımızın ilgisi” ile, pek büyük olmasa da, “tiraj”ımızın artması oldu... Bu teveccühü gösteren okurlarımıza teşekkür ediyor, Akit’e duydukları “güven”in devamını diliyoruz.
DEKLARASYONDA NİYE YOKTUK?
Herhalde söylemeye gerek yok;
Biz bir “fikir gazetesi”yiz...
Bir “siyasî” gazeteyiz.
Dolayısıyla;
Öncelikli amacımız “tiraj artırmak” değil, her ne yöntemle olursa olsun “fikrimizin daha geniş kitlelere yayılmasını sağlamak”tır.
İşte bunun içindir ki;
Türkiye genelinde yayın yapan “20 gazete”nin başlattığı kampanyaya katılmadık.
Onlara saygımız sonsuz.
Hatta, hak bile veriyoruz.
Öyle ya;
Bir gazete; gerek “özel haber” yakalamak için “muhabir”lerine, gerek “yorum” yazdırmak için “yazar”larına yüklü miktarda para ödüyor... Peki, “internet siteleri” ve “televizyonlar” ne yapıyor?.. Gazete daha “okuyucu”nun eline geçmeden o haberleri ve yazıları televizyon veya internet ekranından yayınlıyor.
Hem de tek kuruş ödemeden!..
Türkiye genelindeki 20 gazete, işte buna “dur” demek için 1 Ekim Pazartesi günü kamuoyuna hitaben bir “deklarasyon” yayınlayıp, dediler ki; “Kaynak göstererek dahi haber ve yazılarımızı yayınlayamazsınız!”
Dediğimiz gibi;
Haksız sayılmazlar.
Nihayetinde, ortada bir “şirket” var ve burada birçok insan istihdam ediliyor, onlara da “para” ödeniyor.
Bu “çark”ın dönebilmesi için elbette “kâr” etmeleri gerekiyor... Ama televizyonlar ve internet siteleri, gazete muhtevasını “bedavaya” yayınlayarak, “gazetelerin tirajı”nı düşürüyor!..
O halde yasaklayalım!..
20 gazetenin 1 Ekim Pazartesi günü yayınladığı “ortak deklarasyon”un altında yatan sebep budur.
Bu gerekçelere saygı duymakla birlikte deklarasyona imza atmadık ve bunun sebebini de 2 Ekim Salı günü 1. sayfamızda yayınladığımız “Zorunlu açıklama” ile sizlere duyurduk.
Dedik ki;
“Ulusal yayın yapan 20 gazete, dün yayınladıkları tam sayfa duyurularla; bundan böyle kendi gazetelerinde yayınlanan haber ve köşe yazılarının, internet sitelerinde ve televizyonlarda kullanılmasına izin vermeyeceklerini açıkladılar.
Akit olarak, biz bu duyuruya katılmadık.
Katılmayı düşünmedik.
Peki, niçin?
Çünkü biz fikir gazetesiyiz.
Bizim önceliğimiz;
Fikrimizin yayılmasıdır.
Nihai gayemiz; fikirlerimizin dar çerçevede sıkışıp kalması değil, çok daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktır.
Fikirlerimiz, tespitlerimiz, yorumlarımız ne kadar çok okuyucuya ulaşırsa, biz bundan ancak mutluluk duyarız.
Bunun için de gazetemizde yayınlanan haber ve köşe yazılarının, internet siteleri tarafından alıntılanmasına ambargo koymayı düşünmüyoruz.
İlk günden bu yana, sansürün her çeşidine karşı çıktık. Çıkmaya da devam edeceğiz.
Gazetemizde yayınlanan köşe yazılarının, özel haberlerin, tespitlerin daha fazla okuyucuya ulaşması anlamına gelen alıntıları engellemeyi, bu sebeple doğru bulmuyoruz.
Biz, gazeteciliği aydınlatma aracı olarak görüyoruz.
Bugüne kadar sürdürdüğümüz; “inananların gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi olma” görevini daha geniş kitlelere ulaştırma adına, özel haber ve köşe yazılarının (vb.) özgürce paylaşılmasına, bundan sonra da bir engel getirmeyi düşünmüyoruz.”
Evet, biz “fikrimizin daha geniş kitlelere ulaşması” için; “sansür, yasak, ambargo” uygulamayı düşünmedik.
Umuyoruz ki;
Onlar da bizim bu “gerekçe”mizi anlayışla karşılarlar ve “kendilerine karşı bir tavır aldığımızı” düşünmezler.
KEMAL BEY’İN TUTARSIZLIĞI
Bu vesileyle, bir “sansür tartışması”na daha değinmek istiyoruz.
Malûm;
“4. Büyük Kongre”sini 30 Eylül’de yapan AK Parti’nin, “Kendileri hakkında küfür ve hakarete varan yayınlar yapan 7 gazete”ye akreditasyon uygulamasını eleştiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; “Bu kongre demokrasi tarihinin kara bir sayfasıdır. Medyaya ambargo uygulanmıştır. Bunu içime sindiremiyorum” demiş ve eğer doğru ise, sırf bu sebeple AK Parti Kongresi’ne katılmamıştı.
Bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun tavrında bir “tutarlılık” olsaydı, bu karşı çıkışı sonuna kadar destekler ve AK Parti’nin tavrı için “yanlış” derdik.
Ne var ki;
Bay Kılıçdaroğlu, “ambargo” olarak nitelediği tavrı, geçmişte kendisi göstermiş, hâlâ da göstermektedir.
Evet, “7 gazete”nin Kongre’ye alınmamasını “ambargo” olarak niteleyen Bay Kılıçdaroğlu; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olduğu dönemde Vakit’in haberlerinden rahatsız olduğunu dile getirerek Genel Merkez’e talimat vermiş ve Vakit, CHP kurultayına alınmamıştı.
CHP’liler bununla da yetinmemiş, “Kılıçdaroğlu’nun etkinlikleri”ne katılan gazetemiz muhabirlerinin adeta “linç” edilip, salonlardan çıkarılmasına seyirci kalmıştı.
Dahası da var...
Geçmişte TSK’nın uyguladığı “akreditasyon”lara sessiz kalan CHP, kendi bünyesindeki gazetecilerin eleştirilerine bile tahammül edememişti.
CHP’li gazeteci İbrahim Tığı, Sedat Çuhadar ve Mustafa Yuka partiden ihraç edilmiş, yazar Mustafa Ali Fırtına ise disiplin soruşturması sebebiyle istifa etmişti.
Geçmişinde, zorbalığa varan bu tür baskılar bulunan bir Kılıçdaroğlu’nun, bugün “demokrat ve özgürlükçü” kesilmesi ne derece doğrudur, onun değerlendirmesini de kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
Ama, 2 Ekim Salı günü manşetten sorduğumuz soruyu tekrar etmek istiyoruz;
“Bunadın mı Kemal Bey?”
Kemal Bey, elbette bunamadı.
Elbette unutmadı!..
Ne var ki;
Hatırlamak işine gelmiyor.
Öyle ya;
Eğer “geçmişteki tavrı”nı hatırlarsa, elinde AK Parti’ye çamur atacak malzeme kalmaz... Ve ayrıca, birileri de çıkar; “Bu ne şiş, bu ne turşu?” diye soruverir...
Akit’in sorduğu gibi...
KİM, KİMİ HEDEF GÖSTERİYOR?
Yine bu vesileyle, Akit’i de içine alan ve tavsamış olsa da halen devam eden bir “kavga”dan da söz etmek istiyoruz.
Malûm, bazı “liberal” yazarlar, bir süredir, “Akit’in kendilerini hedef gösterdiğine” dair kampanya yürütüyorlar... İşin tuhaf tarafı, arkalarına da, “aşağılık kompleksi”nden bir türlü kurtulamayan birkaç “İslâmcı yanaşma”nın desteğini de aldılar.
Her zaman söyledik, yine söyleyelim;
Bu gazete, terör örgütü PKK’nın “Kürt halkının hakları”nı savunan bir örgüt olduğuna kesinlikle inanmamaktadır.
Ve yine;
PKK’nın, bir “Kürt isyan hareketi” olduğunu kesinlikle kabul etmemekte, böyle düşünenleri de, en hafif tabiriyle “PKK sempatizanı” olarak görmektedir.
Bu “PKK sempatizanları”nın yaptığı da, kesinlikle “liberal aydın”lık değil, resmen ve alenen “PKK borazanlığı”dır.
İşte bu PKK borazanları, kendilerinin Akit tarafından “deşifre” edilmesi üzerine başladılar yaygaraya:
“Akit bizi hedef gösteriyor!”
“Akit, nefret dili kullanıyor!”
“Hükümet, Akit ve yöneticilerine derhal akreditasyon uygulamalıdır.”
ANDIÇLANAN BİZİZ!
Şimdi, bütün bunları bir kenara koyuyor ve olayı “yaşayan biri”nin dilinden aktarmak istiyoruz.
Malûmlarınız olduğu veçhile; Taraf gazetesi; Kürt aydın ve yazar Orhan Miroğlu’nun yazılarına son verdi... Sırf “Taraf’ın yayınları”nı eleştirdiği için!..
Orhan Miroğlu; yazılarına son verilmekle kalmadı, “liberalleri andıçlamakla” da suçlandı...
Ama, susmadı...
Dün çıktığı “Kanal 5”teki “Son Gündem” programında; “medya”nın, özellikle de “bazı liberal yazarlar”ın “PKK’ya tolerans” tanıdığını, PKK’nın da bundan çok iyi yararlandığını söylemiş... “Şemdinli’de yaşananları farklı yansıtmak PKK’ya hizmet etmektir” demiş ve eklemiş;
“Liberal yazarlar son süreçte hatta Suriye’de PYD dışındaki hiçbir Kürt yapıyı görmeyerek PKK propagandası bile yapıyor. Gerçekleri görmezden geliyorlar. 15-16 Kürt partisi yok sayılıyor. Özgür Suriye ordusunda bulunan Kürtler bile hedef alınıyor.
Bunlara itiraz ettiğimizde andıçlandıklarını iddia ediyorlar. Oysa biz bunları dile getirdiğimizde andıçlanıyoruz. Hem de PKK’ya andıçlatıyorlar. Hem hedef yapıyor, hem de baskı uyguluyorlar. Kuzey Irak’ta, Suriye’de muhalif Kürtlerin başına gelenler ortada.
Bizlerin medya tarafından hedef alınması sorgulanmalıdır... Aynı kalemler, akademisyenler bazı programlarda, panellerde elinde silah olanları eleştiremedi. Panellerde şiddet politikalarına hiç değinilmedi. PKK’nın stratejisi gündeme getirilmedi. Aynı şekilde askerlerin benimsemediğimiz politikalarını yerden yere vuranlar Kürt silahlı örgütünü ve onun vesayetini neden konuşmuyorlar... Ne yani bizim de mi Kandile çıkmamız gerekiyor?”
“Bazı liberaller” kadar “PKK’yı da sorgulayan” Miroğlu, şöyle devam etmiş açıklamalarına;
“Artık Kürtlerin silahlı mücadelesi meşru değildir... PKK’nın silahlı stratejisi hem Kürtlere hem de Türklere zarar veriyor. Bugün PKK’nın dışında aydınları hedef alacak marjinal bir yapı, çete, Ergenekonvari örgütlenme kalmadı. Adam öldürme Türkiye’de bir tek grubun tekelindedir. O da PKK’dır... Dağa insan kaçırmak, polisin arkasına yaklaşıp kafasına sıkmak, imam infaz etmek, köylüleri öldürmek bir tek PKK’da var.”
Bazı çevreler, muhalif Kürtleri ‘devletin Kürdü’ olarak niteliyor... Kim devletin Kürdü kim değil aslında belli. Geçmişte bazı karakolların basılmasına, facialara, katliamlara baktığımız zaman işbirlikleri görebiliriz. Türkiye henüz konuşmadı. Demokratikleşme süreci umarım Fırat’ın ötesindeki sayfanın açılmasına da sebep olur da Türkiye bunları konuşmaya fırsat bulur. Köylerin yakılması, boşaltılması, faili meçhul cinayetler üç-beş kişinin işi değil. Bir derin ilişki sonucunda bunlar gerçekleşti. İnsanlığa karşı işlenen suçlar var. Bu suçların bir ayağında da İstanbul burjuvazisinin temsilcileri ve medya var.
28 Şubat süreci gündemde ama PKK hiç konuşulmuyor... O dönemle ilişkin Öcalan’ın; ‘Bize, Tansu Çiller’i öldürme teklifi yapıldı’ şeklinde sözleri var... Neden kimse bunu sorgulamıyor? 28 Şubat gündemde iken Öcalan’a kimlerin Çiller’i öldürme teklifi yaptığı sorulmuyor. Bu atlanacak bir konu değil.”
Orhan Miroğlu’nun bu sözleri, öyle umuyoruz ki, “Akit’e çemkirenlere” ve dolayısıyla “PKK’ya yalakalık” yapanlara da iyi bir cevap olur.
Açık ve net söyleyelim:
“Çiğ” yemedik ki, karnımız ağrısın... “Yara”mız yok ki, gocunalım... Bizim “gizli gündem”imiz de, “gizli bağlantılar”ımız da yok...
Herkes bunu böyle bilsin.
Selâm ve saygılarımızla...