Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Müthiş bir “oluş” sırrı

Müthiş bir “oluş” sırrı

Düşündünüz mü hiç, dostlarım; Taceddinoğulları, Tekeoğulları, Çobanoğulları, Dulkadiroğulları, Eşre­foğulları, İnançoğulları, Karesioğulları, Menteşoğulları, Pervaneoğulları, Ramazanoğulları, Saruhano­ğulları, Karamanoğulları, Çandaroğulları, Germiyanoğulları gibi, Anadolu’da onca Müslüman-Türk beyliği varken, bunların arasından neden sadece Osmanlı Beyliği imparatorluk burcuna yükseldi?



Bunun sebeplerini derin derin düşünmemiz gerekiyor. Zira her şey nasiptir. Nasi­bin özünde, delice bir “gayret”, bir miktar da “hak ediş” vardır.

İlk Osmanlılar, yani Ertuğrul Gazi ve Osman Bey’in arkadaşları “fisebilillah” çalışı­yor, ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlardı.

Bir birlerini seviyor (ashabın bir birlerine duydukları sevgiyi örnek almışlardı), kimse kimsenin ayağını kaldırmaya çalışmıyor, kimse kimsenin yerine göz dikmi­yor, kimse kimseyi kıskanmıyordu.

Nedenini söyleyeyim...

1. Osmanlıların önünde belirlenmiş bir “hedef” vardı: Konstantiniye (İstanbul)...

Meşhur hadis-i şeriften dolayı, bunu bir “Peygamber vasiyeti” sayıyor, müjdeye ulaşmak için gerekli organizasyonu (devlet) dayanışma ruhu içinde gerçekleştiriyorlardı...

2. Yürek pusulaları o hedefe ayarlıydı (feth-i mübine ayarlı)...

3. Her bireyin “varlık sebebi” o hedefe ulaşmak için icap eden çabayı göstermekti...

4. Yani toplum hem “dini”, hem de “milli” hedeflerini belirlemiş, herkes ölümüne yürümeye ant içmiş­ti...

Dini hedef: “İlâ-i Kelimetullah”!..

Milli hedef: “Kızıl Elma” idi.

5. Her birey fedakârca çalışıyor, makam-mevki ya da servet-şöhret hesabı yapmıyordu.

İki büyük hedef bütünledi ve devlet felsefesine dönüştü...

Ve küçücük aşiret bu sayede hızla büyüyüp gelişti, kısa sürede beylik, ardından devlet, “fethi mübin”le birlikte “Büyük Devlet” (İmparatorluk) oldu.

Anadolu’daki beylikler bir biri ardından yok olurken, Osmanlı büyüdükçe büyüdü, geliştikçe gelişti.

Anadolu beylikleri yok oldu (şu veya bu şekilde Osmanlı’ya katıldılar), çünkü “hedef” ve “gaye” eksikli­ği vardı...

Hattâ 1402’de meydana gelen Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezit’i yenip tüm “memalik-i Osmaniye”yi yakıp yıktıktan sonra eskiden Anadolu’da hüküm sürmüş beylikleri de hortlatan Timur Han bile hedef­siz bir cihangirdi...

Osmanlı 1413’e kadar tam onbir sene anarşi içinde yaşadı...

Şehzadeler bir birleriyle amansızca savaştılar...

Nihayet Çelebi Mehmed, 1413’te devleti derleyip toparladı, âdeta yeniden inşa etti (bu yüzden tarihler ona “ikinci münşi” [kurucu] diyor). Ondan kırk sene sonra da bu devlet Doğu Roma İmparatorluğu’nu yıkıp başkenti İstanbul’u kendine devlet merkezi yaptı...

Bu müthiş hızın sırrı Osmanlı’nın “hedef sahibi devlet” olmasında aranmalı. Osmanlı Devleti “hedef sa­hibi” olduğu için, çocuklarını da “hedef sahibi” olarak yetiştiriyordu.

4+4+4 falan...

Ders kitapları değişiyor, tablet bilgisayar, akıllı tahta geliyor, ders âlet-edevatı modernleşiyor, vesa­ire...

Ya hedef?.. Hâlâ her sabah “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım... varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye bağırta bağırta, çocuklarımızı “hedef sahibi” yapabilir miyiz?

Biri bana cevap verebilir mi acaba?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi