Şöhretin ve servetin işe yaramadığı yer
Geçenlerde kaybettiğimiz tiyatro sanatçısı Erol Günaydının vasiyeti şöyle:Arkamdan meşhur adamdı demeyin.
Demiyorum: Çünkü şöhretin ve servetin işe yaramadığı bir yere gittiğini biliyorum.
O da biliyordu ki, böyle bir vasiyet yaptı.
Keşke herkes bilseydi...
Herkes bilseydi, kimse şöhrete ve servete kavuşmak için dokuz takla atmazdı...
Kimse kimseyi ne para için, ne şöhret için incitmezdi...
Sanatçı dediğimiz kesim, bir birlerinin yüreğine basmaz, kuzu sarması arkadaşlar bir andan düşman kardeşe dönüşmezdi...
İnsanlar canavarlaşmazdı, kısacası!
Şöhret, insanı insanlıktan çıkarmaz, ama şöhret tutkusu çıkarır...
Servet, insana insanlığını unutturmaz, lâkin servet iptilâsı unutturur...
Yönetilemeyen şöhret de, servet de afettir! Önce sahiplerini tarumar eder! İhtimal bunun için eskilerimiz, Mal da yalan, mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan diyerek dikkate dâvet etmişlerdir.
Konuyu biraz dramatize edelim isterseniz: Sual melekleri, ölen zenginin ve meşhurun arkasından gazetelere verilen tam sayfa ölüm ilanlarını okumazlar! Cenazenin hangi camiden kaldırıldığına bakmazlar! Mezarın görkemine aldırmazlar! Kabre konan kişinin zengin mi, meşhur mu olduğuna hiç önem vermeden, soruları sıralamaya başlarlar.
İnsanın en büyük sınavı budur: Sınavı veren ebedi hayatını kurtarır (veremeyenin halini anlamak için eski kitaplarda geçen cehennem tasvirlerine bakır).
Anlaşılan en doğrusu, kulluk ekseninde yaşamak: Çünkü son nefeste pişmanlığa dönüşmeyen tek hayat tarzı budur.
Öyleyse, yaşasın kulluk!
Hayatı, kapitalist hayat görüşünün dayattığı gibi şan, şöhret ve servet ekseninde yaşamak yerine, İslâm tefekkürünün yaradılış hikmetine uygun önerisi doğrultusunda kulluk ekseninde tevazu içinde yaşamak, insanı asla pişman etmez.
Hazin ki, biz (dindarlar) bile hayatı kavgaya dönüştürdük. Ne de olsa insan ortamdan etkileniyor.
İnsan şöyle düşünmekten kendini alamıyor: Kazanım gibi gördüğümüz (servet-şöhret, mal-mülk, vs.) ve uğruna bir hayat harcadığımız şeyler, günün birinde düşmana dönüşüp ruhumuza abanacaksa, vicdanımızı sıkacaksa, huzurumuzu kaçıracaksa, bizi yalnızlaştırıp tüketecekse, değer verdiklerimizin değersiz olduğunu bir gün fark edeceksek, pişmanlık içinde kıvranacaksak, öz çocuklarımız bile bizden yüz çevirecekse, bu kavganın ne anlamı var?
Tüm vaktimizi dünyaya ayırmak, dünyalığımıza birkaç gram dünya daha katmak için hem ailemizi, hem ebediyetimizi ihmal etmek pahasına kazandıklarımız günün birinde en büyük kaybımız olabilir: Bu hayat oyunu bize çok pahalıya patlayabilir.
Unutmayın ki, hiç kimse lüks köşkünün salonuna gömülmüyor, hiç kimse lüks otomobili ile mezara konmuyor. Hiçbir şöhret sahibi, ahrette şöhretine göre muamele görmüyor. Arkamızda bırakacağımız tek iz, üstünde Ruhuna Fatiha yazılı bir mezar taşıdır.
Şöhret bitmiş, servetin tüm kazanımları sona ermiş, hayat kavgası dâhil tüm kavgalar noktalanmış, tüm çırpınışlarla birlikte sayılı günlerin son günü, belirli nefeslerin son anı da çoktan tükenmiştir.
Bu durumda, arkanızdan meşhur adamdı denmesi hiçbir işinize yaramaz. Zaten imamlar, musalla taşında yatan mevta için meşhur muydu, zengin miydi? diye sormazlar, Mevtayı nasıl bilirsiniz? diye soruyorlar.
Canı gönülden İyi biliriz dedirtebilirsek, ne mutlu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.