Aynı çorbaya kaşık sallamak
Sevginin sadece sözünü edenlere ve sevgiyi dilden yüreğe indirmeyenlere bir hikâyemiz var.
Sevgi bir dudak kıpırtısı olmaktan ziyade; kalbe indiğinde, her şey güllük gülistanlık olacaktır.
Sevginin gücünü görmek ve inanmak için dudaktan kalbe inmesi gerekir. Kalbe inmiyorsa onun adı sevgi değil, heves olur.
Hikâyemiz şöyle:
Günün birinde bir bilgeye sormuşlar, demişler ki;
-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında nasıl bir fark vardır?
Bilge kişi, soruyu soranları akşam konağına davet etmiş. Davetliler gelince salonun ortasına bir sofra kurdurmuş, yalnız soruyu soranları sofraya davet etmemiş, demiş ki:
-Siz sadece seyredeceksiniz, sorunuzun cevabı bu sofrada. Hele şöyle geriye çekilin ve seyreyleyin bakalım.
Her fırsatta sevgiden, muhabbetten, mutluluktan, paylaşmadan, dayanışmadan, kardeşlikten söz edip de bu sözlerini dilden yüreğe indiremeyenleri sofraya çağırmış.
Sofrada ne varmış peki?
Taslar içinde sıcak çorbalar. Çorbalar sofraya gelince arkasından birer metre boyundaki tahta kaşıklar da gelmiş.
Sofradakiler birbirlerine bakmışlar. Bilge sofradakilerin şaşkınlıkları devam ederken, aynı çorbaya kaşık sallamanın şartını ileri sürmüş;
-Önünüzde duran birer metre boyundaki kaşıkların ucundan tutup, çorbanızı öyle içeceksiniz demiş.
Sevginin sadece lafını edenler; Peki deyip başlamışlar çorbayı içmeye.
Fakat o da ne? Kaşıklar uzun olduğundan bir türlü tastan çorbayı alıp ağızlarına götüremiyorlarmış, çorbayı kendileri değil sofra ve sofra bezi içmiş.
Çok değişik yöntemler denedilerse de bir türlü çorbayı içmeyi başaramamış ve aç bi aç sofradan kalkmışlar.
Sevgiyi sözde kullananların sofraya döktükleri temizlendikten sonra bilge kişi yeni bir sofra daha kurdurmuş, yine çorbalar gelmiş, aynı ölçüdeki kaşıklar da gelmiş.
Bu sefer sevgiyi dilinden yüreğine indirenleri çağırmışlar.
Gözlerinden, dillerinden, yüzlerinden, velhasıl her hallerinden sevgi akan, sevgiyi yüreklerine indirenler; nezaket ve zerafet içerisinde gelip sofradaki yerlerini almışlar.
Bilge bu gruba da aynı şartı ileri sürmüş.
-Birer metre boyundaki kaşıkların ucundan tutarak çorbanızı içeceksiniz, buyurun afiyet olsun demiş.
Sevgi fedaileri, kaşıkların ucundan tutmuşlar, çorba tasına daldırmışlar, çorbalarını kaşıklarına almışlar ve karşısında oturan arkadaşlarının ağızlarına götürmüşler.
Bütün sofradakiler birbirlerine çorbalarını böyle içirmiş ve birbirlerini doyurmuşlar.
Soruyu soranlar olup bitenleri hayretle izlemiş ve meseleyi anlamışlar ama yine de bilgeden bir şeyler duymak istedikleri için bakışlarını bilgeden ayırmamışlar.
Bilge kişi bu hali görünce şunları söylemiş:
-Unutmayın ki, hayat denilen bu pazarın başlangıcı olduğu gibi sonu da vardır.
-Hayat pazarında alan değil, veren kazançlı çıkar. Sofraya birinci oturanlar hep kendilerine almak istediler.
-İkinci oturanlar ise kendileri almak yerine karşısındakilere verdiler. Dolayısıyla karşısındakiler de onlara verdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.