Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Gurbet kardeşliğinde Makedonya Türkiye

Gurbet kardeşliğinde Makedonya Türkiye

Hangisinin gurbet olduğunu anlayamadım. Makedonya’daki soydaşlarımız mı gurbette, yoksa Türkiye’deki bizler mi?
Mesela İstanbul Kosova’nın fethinden 64 yıl sonra fethedildi. Yani Balkanlar İstanbul’dan önce Osmanlı topraklarına katıldı.
Osmanlı Devleti’nin çekirdeği Söğüt’te atılsa da; “İlayı Kelimetullah’ın” yayılma kollarından birisi ve ilkine Balkanlar’dan başlanmış.
Söğütte atılan tohum, Balkanlar’da serpilmiş ve oralardan buralara doğru gelinmiş. Yani “Osmanlı demek aslında Balkanlar demekmiş.”
Balkanları tanıdıkça, inceledikçe, gidip geldikçe, feleğim şaşıyor ve her fırsatta; “Meğer Osmanlı Balkanlar’daymış” demekten kendimi alamıyorum.
Yine öyle oldu. Rabbim bayramın bir ve ikinci gününü orada geçirmemi nasip etti. Baktım ki, Osmanlı ruhu bize göre Balkanlar’da çok daha kendini hissettiriyor.
Elbet şehir merkezlerinde; “şuursuzlaşmış, duygusuzlaşmış” genç bir nesil olsa da civar il, ilçe ve köylerde hâl⠓Osmanlı edebince,” “İslam ahlakınca,” ve “Müslüman dilince” yaşayan nesiller var.
Hal böyle olunca, Türkiye’dekilerin mi Makedonya’dakilerin mi gurbette olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum.
............................
Dünkü yazımda da belirttiğim gibi Deniz Feneri’nin bağışçılar adına Makedonya’da keseceği kurbanların kesim ve dağıtım faaliyetlerini yerinde görmek için, arife gecesi dernek yönetim kurulu üyesi Coşkun Yıldız ile Üsküp’e indik.
Bizi havaalanında Doğu Makedonya’daki soydaşlarımızın temsilcisi Enver Hüseyin Bey karşıladı. Yol boyunca Makedonya’nın doğu kısmıyla ilgili bilgiler verdi.
Yüz yıl önce koca bir coğrafyanın tamamen Müslüman Türklerden oluştuğunu, şimdi ise azınlığa düştüklerini söyledi.
Doğu Makedonya nüfusunun yüzde doksanının, Türkiye’ye göç ettiğini, geriye kalanların ise buralara bekçilik yaptığını dile getirdi.
Bayram namazını Enver Hüseyin’in köyü olan Topolniça köyünde kıldık. Sanki Makedonya’da değil de Ankara’nın, Kayseri’nin, Karaman’ın Niğde’nin bir köyündeydik.
Caminin bahçesindeki bayramlaşma merasimini yeniden hatırladım. Orta yaşı geçtiğim için beni de ilk sıralara aldılar ve köylülerle sarmaş dolaş bayramlaştık.
Caminin imamı Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir din görevlisiymiş. Topolniça köylüleriyle kaynaşmış.
Oldukça mutevazı caminin bir duvarında Sultanahmet ve Ayasofya camilerinin resimleri, diğer duvarında ise Mescid-i Nebevi ile Kâbe’nin fotoğrafları vardı.
Caminin minaresindeki ve bahçe kapısındaki Türk bayrağı ile cami içindeki fotoğraflar, halkın manevi dayanıklarıymış.
Köyde iki Hıristiyan aile varmış ama Müslüman halkla gül gibi geçinip gitmektelermiş.
Bayram namazından sonra ayak üstü yaptığımız sohbetlerden sonra Deniz Feneri’ne bağışlanan kurbanların kesileceği Ustrumça bölgesine hareket ettik.
Yol boyunca gördüğümüz dağlar, ovalar, ırmaklar, bundan yüz yıl önce tamamen Müslüman halklardan oluşurken şimdi gurbete dönmüştü.
Yani 520 yıl Osmanlı adaleti ve hoşgörüsü içerisinde Hıristiyanlarla; barış ve kardeşlik içerisinde yaşayacaksınız ve bir gün gelecek; topraklarınızdan, yurdunuzdan, yuvanızdan kovulacaksınız. Daha bitmedi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi