Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yeni hayata özlem

Yeni hayata özlem

Artık her şey gösteriyor ki, ne Batılı “aydınlanmacılar”ın öngördüğü maddeci reçetelerde varlık arayan Batı âlemi, ne de kendi varlık sebebini unutup onları şuursuzca taklit eden İslâm âlemi mutlu değil…
Görüntü topyekün bir tıkanmayı işaretliyor. Beşerin beşer için bulduğu çözümler beşeriyete mutsuzluk getirdi. Batı dünyası, para ve güç kıskacına sıkıştırılmış maddeciliğe tıkandı. Savaş ve onun yan sanayi olan terörle öldürüp duruyor.
Bu aşamada, yeni bir bakışa, yeni bir duruşa, yeni bir oluşa; kısacası yeni bir “hayat felsefesi”ne dünyanın gerçekten çok ihtiyaç var. öyle bir düzen kurulmalı ki, ne ezilen olmalı, ne ezen, ne sömürülen, ne sömüren, ne aç kalan, ne de aç bırakan, ne savaş olmalı, ne terör!..
Dünya nimetleri hakça ve âdil olarak bölüştürülmeli, dünyanın tüm insanlarına…
Yaşama hakkı başta olmak üzere, dini, dili, ırkı ne olursa olsun, tüm insanlar her türlü hak ve özgürlüklerden eksiksiz yararlanmalı. İnsanın “ikinci sınıf”ı olmamalı. Başını açan da, kapatan da, pantolon giyen de, şalvar giyen de, “birinci sınıf insan” sayılmalı ve saygı duyulmalı.
Herkese inanç hakkı, ibadet hakkı, eğitim hakkı, ticaret hakkı, seyahat hakkı ve dilediği gibi giyinme hakkı tanınmalı. Okullar ve insanlar arasında hiçbir ayırım yapılmamalı. Ancak böyle bir anlayış insanlığa huzur getirir, mutluluk getirir…
Böyle bir anlayışı örnekleyebilmek için ya doğrudan “Devr-i Saâdet”e, ya da onun en iyi yaşandığı Osmanlı asırlarına gitmek gerekiyor.
Otomobil, uçak, buzdolabı, bilgisayar, çamaşır-bulaşık makinesi, fritöz gibi, bugün hayatımızı kolaylaştıran teknoloji ürünleri olmadığı halde, Peygamber Efendimiz’in yaşadığı döneme “Mutluluk Asrı” denmesinin hikmeti, insanlar arasında hiçbir ayırım yapılmamasında, özellikle de nimet ve külfet paylaşımında hakkaniyet esaslarına riayet edilmesinde aranmalıdır.
Dünya işte böyle bir oluş arıyor: Dünyanın yeni bir yürek inkilâbına ihtiyacı var!
İnsanlık tarihinin kaydettiği bütün inkılâplar silaha dayalı iken, Peygamber-i âlişan Efendimiz’in gerçekleştirdiği inkılâp, salt yüreklere dayalı olarak gelişti… O, sözün tam mânâsıyla bir “yürek inkılâbı” idi. Zaten âlişan Efendimiz’in askeri, silahı, muhafızı, polisi, parası yoktu…
öte yandan, “zorlama”sız bir dinin birincil tebliğ metodu da yürekleri tutuşturmak olmalıydı. Bu “Yürek İnkılâbı”nı daha derinden kavrayabilmek için Hazret-i ömer’in hayatının birkaç saatlik bölümüne bakmak yeter. Peygamber-i âlişan Efendimiz’i öldürmek üzere evinden çıkan kin tufanı ömer’le, kendi yürek inkılâbı gerçekleşmiş olarak evine dönen Hz. ömer arasında büyük farklar var…
ömer, Peygamber-i âlişan Efendimiz’i öldürmek için evinden çıkarken, tüm ruhu ve benliği intikam ateşiyle yanan bir kin tufanıdır. Peygamber-i âlişan Efendimiz’le görüşüp tebliği aldıktan sonra ise kin ve intikam duygusundan tamamıyla sıyrılmış, ölmek yerine yaşamayı, öldürmek yerine yaşatmayı esas alan bir adama dönüşmüştür. İçindeki kinin yerini sevgi, intikamın yerini bağışlama, öfkenin yerini şefkat, yıkmanın yerini inşa, ifsadın yerini ihya, incitmenin yerini sabır, itmenin yerini kucaklama, gururun yerini tevazu, asık suratlılığın yerini gülümseme almıştır…
çünkü inkâr gitmiş yerine iman gelmiştir. Kısacası ömer, birkaç saat içinde büyük bir “Yürek İnkılâbı” geçirmiştir. O yaşına kadar toprağı tekmeler gibi yürüyen ömer’e bir haller olmuş, karıncayı incitmemek için yere dikkatle basmaya başlamıştır…
İşte bugünkü dünyanın ihtiyacı budur. Dünya ömer’in birkaç saat içinde geçirdiği “Yürek İnkılâbı”na muhtaçtır!
Savaşlardan artık bıktık!.. Terörden bıktık!.. Sevgisizlikten, şefkatsizlikten, hoşgörüsüzlükten, haksızlıktan, hukuksuzluktan, adaletsizlikten, yolsuzluktan bıktık!..
Vurgundan, soygundan, yalandan, talândan ve çocuklarımızı uyuşturucu denilen “Nemrud Ateşi”ne kurban vermekten bıktık!..
Tıka basa yiyenlerin hemen yanında açlıktan ölenleri izlemekten bıktık…
Kin tufanına dönüşüp intikam hissinin etkisiyle yanmaktan, kavrulmaktan, ya da yakmaktan, kavurmaktan bıktık…
Daha yaşanabilir bir dünya, daha paylaşımcı bir anlayış, daha vicdanlı bir yaklaşım, daha ahlâklı bir duruş arıyoruz! Bunu nerede bulabiliriz? Görüyorsunuz ki, beşerî sistemler tıkandı...
Kapitalizm, Komünizm, Faşizm, Sosyalizm gibi, beşerî reçeteler insanı öylesine bencilleştirdi ki, artık hiçbirimiz daha müşfik, daha insanî, daha vicdanî, daha paylaşımcı yeni çözümler üretemiyoruz!
Kant'ıyla, Dekart'ıyla, Aristo'suyla, Veber’iyle, Marks'ıyla, Darwin’iyle ve tüm Aydınlanma çağı düşünürleriyle birlikte Batı da tıkanmış durumda... O da savaş-terör, uyuşturucu-fuhuş, ahlâksızlık-sorumsuzluk gibi açmazların içinde tükeniyor…
“Devr-i Saâdet”i ve ona ilişkin uygulamayı varlık sebebi yapan Osmanlı’yı tekrar ele almak lâzım. Yiyecek-içecek gibi en temel ihtiyaçlar başta olmak üzere, her türlü yokluğa ve imkânsızlığa rağmen o devri “Saadet Asrı” yapan sırrı çözebilir, o müthiş “Yürek İnkılâbı”nı kavrayabilirsek, o zaman belki insanlığa yeni bir hayat projesi sunabiliriz.
Kâinatın Efendisi’ne bugün dünden daha çok ihtiyacımız var!
Onu en iyi yaşayan ve yaşatan Osmanlı ceddimize de.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi