Atatürkü sevmek ya da sevmemek! (1)
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacaklarının üstünde yaylanacak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
Çevirmen Gül Çağalı Güven, Atatürk hakkında yazılmış ilk biyografi olan “Bozkurt” adlı kitabın Türkçesine, Nazım Hikmet’in bu dizeleriyle başlıyor ve onu “bilgiye erişme hakkı ve özgürlüğüne” adıyordu. Kitaptaki ifadelerin hepsi bu havada değildi elbette. Zaten öyle olsaydı, yazılmış yüzlerce türdeş kitaptan biri olarak değerlendirilecek ve yazı konusu olmayacaktı benim için.
Kitap, aslında H.C. Amstrong adlı Amerikalı tarafından kaleme alınmış (Nokta Kitap, İstanbul, 2005*). Kapağında Mustafa Kemal’in pek de aşına olmadığımız bir resmi var (sevimli değil, ayrıca diğer fotoğraflardaki o görkemli havasını da taşımıyor!), hemen altında da bir kayıt: “Kadıköy 4.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 31.01.1997 tarih ve 1997/23 müteferrik No’lu kararına göre 5816 Sayılı Kanun’a aykırı bulunan kısımlar çıkarılmıştır.” Hiç de alışılmamış bir kapak kompozisyonu yani.
Peki neden böyle bir not vardı?.. Çünkü…
Önce hatırlayalım; 5816 sayılı kanun neydi? “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”, daha çok bilinen ismiyle “Atatürk’ü Koruma Kanunu”.
“Bozkurt” daha Atatürk’ün sağlığında, İngilizce yazılmış bir biyografi idi. 1932 de yayımlandığında dünya’da büyük yankılar uyandırmış ancak Başbakan İsmet İnönü tarafından, Mustafa Kemal’i karaladığı gerekçesiyle yurda girişi yasaklanmıştı. Bu yasak 1951 de Menderes döneminde çıkarılan mezkûr kanunla katmerlenmiş ve bu sebeple Türkçeye çevrilmesi de mümkün olmamıştı.
Çevirmen kitabın çevirisini yapmaya karar verirken kendisini teşvik eden sebebi Kılıç Ali’nin anılarında bulmuş. Aynen aktarıyoruz:
“Amstrong isimli meşhur bir Türk düşmanının yazdığı kitapta, Atatürk’ün aleyhinde bazı kısımlar vardı ve bunun için de hükümet tarafından memlekete sokulması men edilmişti. Atatürk merak etti. Kitabı getirtti. Bir gece sofrada geç vakte kadar tercüme ettirerek okuttu, dinledi.
Amstrong, Atatürk’ün herkesçe malum olan içkisinden bahsediyor ve bunlara garazkârâne mütalâalarını da ilave diyordu. Fakat bunları sayıp dökerken de memleketin herhangi bir felaketi veyahut memleketini ve milletini alâkadar edecek herhangi mühim bir hadise zuhur etti mi, onun içkisini de eğlencesini de bir tarafa bırakıp pençesini hadiselerin üzerine atarak aslan gibi kükrediğini de belirtip yazmayı ihmal etmiyordu.
Atatürk kitabı sonuna kadar dinledikten sonra: ‘Bunun ithalini menetmekle hükümet hataya düşmüştür. Adamcağız yaptığımız sefahatİ eksik yazmış, bu eksiklerini ben ikmal edeyim de kitaba müsaade edilsin ve memleket okusun!’ diye latife etmişti.
Çevirmen, “…Son yıllarda toplumsal dönüşüm eksenin laikli/şeriatçılık çatışmasına odaklanması, Milli Mücadele günlerinin ve Atatürk’ün yeni bir gözle değerlendirilmesi modasını da başlattı. Özünde olumlu bir gelişme idi bu. Ancak, söz konusu çatışmanın aktörlerinden kimi çevreler, 12 Eylül döneminde doruğuna ulaşmış içi boş ‘Atatürkçülük’ kampanyası sonucu oluşan toplumsal bezginliğin beslediği unutkanlıktan yararlanmaya giriştiler.” diyor.
Ve ilave ediyor: “...Etten, kemikten yapılmış, zaafları ve hataları da olan bir insan olduğunu hatırlatmak. Dokunaklı ağıtlarla çocuk beyinlerine kazınmaya çalışılan sahte Atatürk sevgisinin yerine, inanılmaz azmi ve tartışılmaz cesaretiyle ülkesin içine düştüğü felaketten kurtarmayı başarmış, günahları ve sevaplarıyla canlı, gerçek bir Mustafa Kemal Atatürk’e duyulan akılcı bir sevginin alması, ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bozkurt’un bu noktada işlevsel olacağı, yani ölümünden bu yana içi boşaltılan Atatürk imajının ete kemiğe bürünmesini sağlayacak, Türkiye’nin önemli dinamiklerinden birini oluşturan Kemalizm’i tazeleyeceği inancındayım.”
…Biliyorum sıkıntılı bir konu. Ama sağlam bir kaynağımız var. Bu sağlamlık nereden geliyor derseniz, hemen cevaplayayım; Mahkemeden. Yani biz burada sadece ilgili mahkemece sorunsuz olduğu karara bağlanmış cümleleri aktaracağız sizlere. Sorunlu görülenlerin, yani Atatürk’ü Koruma Kanunu’na mugayyir olan cümle veya kelimelerin üstü siyah boya ile kapatılmış zaten aynı mahkeme tarafından!
Mesela…
Mustafa Kemal (---) özellikle hürmetkâr davranan (---) ve başkentin hafifmeşrep kadınlarıyla ilişkilerinde çok daha rahattı. Bunlarla birlikte kahvelerde ve (---) evlerde içiyor, sabahlara kadar cümbüşler yapıyordu. Karşısına oturacak herhangi biriyle saatler boyunca oyun oynuyor, zar atıyordu. Bütün kötü alışkanlıkları üst üste yığmış, boğazına kadar bunlara batmıştı. Sefahatin her türlüsünü deniyordu. Bunların bedelini ilişkiyle bulaşan bir hastalığa yakalanarak ve sağlığını bozarak ödedi. Bütün bunlara tepki olarak tüm kadınlara karşı inancını kaybetti ve şimdilik kaydıyla kendi (---) bağlı kaldı.
Bu makalelerde parantez içinde --- ile gösterdiğim noktalar bir kelime, bir cümle ya da bir paragraf olarak adı geçen Mahkeme tarafından Atatürk’ün manevi anısını tahkir ettiği gerekçesiyle üstü boyanmış, yani sansürlenmiş yerlerdir. Tabii, bunların ne olduğunu bilmiyoruz. Atatürk sağ olsaydı Kılıç Ali’nin anılarındakine benzer şekilde yine “mahkeme yanlış yaptı” der ve olduğu gibi yayınlanmasına izin verir miydi, bilmiyoruz elbette. Ama kitabın ithaline ilişkin sözlerine bakarak, en azından mahkemenin uygun gördüğü, dolayısıyla bizim size aktarma imkânı bulduğumuz kısımları yadırgamayacağı açık.
Hiç sansürlenmeyen paragraflar da var...
Mesela: “…Liman Von Sanders’in ortalama Türk subayı konusunda oldukça olumsuz düşünceleri vardı; ama kısa sürede Mustafa Kemal’in ortalamanın üstünde olduğunu takdir etti. Hiç kuşku yok ki geçinilmesi güç biriydi, sözünü sakınmıyordu; düşüncesini dile getirirken ters ve haşindi. Bir keresinde Alman generale Almanya’nın nihai başarısının hiçbir şekilde kesin olmadığına göre, Bulgaristan’ın tarafsız kalmakla son derece yerinde davranmış olduğunu söylemişti. Bir fırsatta da Alman genelkurmayının canicesine ağır ve dikkatsiz olduğuna işaret etmişti… Fakat bir asker olarak görevini çok iyi yapıyordu. Düşünceleri berrak ve kararlarında kesindi. Kanılarını daima somut gerçeklerle destekliyordu.
Ama hemen bu paragrafın altında “Onu muhteşem bir asker (---) bir önder olarak değerlendiren Von Sanders, Mustafa Kemal’e çok güveniyordu.” derken yine (---) aralığında göstermek durumunda olduğumuz bazı ifadeler kullanıyordu.
Amacım…
Bu yazı dizisini hazırlarken amacım yeniden bir laikçilik-şeriatçılık tartışması yaratmak veya bir kitabın reklamını yapmak değil, Atatürk’ü sevdirmek ya da O’nun manevi şahsına sövdürmek ise hiç değil. Benim O’na karşı ne gözleri kör eden romantik bir aşkım ne de kalpleri mühürleyen nefretim var.
Evet, bununla, on yıllardır pek çok insanın kafasında, asıl gerçekleri bilmeden oluşmuş-oluşturulmuş olan olumlu ya da olumsuz Atatürk imajına somut bir takım veriler katmış oluyoruz elbette ama asıl beni bu konuyu yazmaya sevk eden şey bu ilginç kitabın son bölümlerinde yer alan birkaç sayfa; Çankaya Köşkünde yaşanan bir gecenin ayrıntıları. Gerçekten üzücü, üzücü olduğu kadar da düşündürücü olan; bir milleti kurtarmak(!) niyetiyle de olsa “bu kadarı da olmaz” dedirten, benim vicdanımda ihtilal hukuku içerisinde dahi mubah görülemeyecek o meşum gece...
Bu makalelerde geçen Atatürk’ü öven veya cesaretini, azmini, üstün zekâsını öne çıkaran cümleler sebebiyle O’na karşı olan kesimin, O’nu yeren ya da süfli sayılabilecek sefahatine dair cümleler sebebiyle de O’nu sevenlerin bana kırılmamasını diliyorum. Bu noktada, gerçeklerin çoğu kere, belli bir zaman dilimi ve belli grup insanlar için acı olduğunu, olabileceğini hatırlatmak isterim.
Kısmet olursa haftaya devam edeceğiz.
(*) Bozkurt adlı Kitabı bana tanıtan ve hediye eden sevgili kardeşim D.Coşkun’a teşekkür ediyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.