Hukuk bir gün size de lazım olur
İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın pazar gecesi Lig TV’ye bağlanarak Şansal Büyüka ile giriştiği polemiği, canlı olarak izledim.
Kimin haklı olduğu konusunu bir kenara bırakıyorum. Ama Cerrah’ın ‘ Benim polisim adam dövmez’ lafına uyuz oldum.
Bu kafa yapısı; AB üyeliği, demokratik ve hukukun egemen olduğu modern Türkiye hayalinin önündeki en büyük engellerden biridir. Maalesef, faşizme varan katı bir meslek taassubunun cenderesindeyiz.
Polis adam dövüyor; ‘ Hayır, benim polisim adam dövmez’ diyorsunuz.
Asker bomba atıyor; ‘ Hayır, benim askerim iyi çocuktur’ diyorsunuz.
Hakim rüşvetle yakalanıyor; ‘ Hayır, siyasi iktidar yargıyı ele geçirmeye çalışıyor’ diyorsunuz.
Doktor makası hastanın karnında unutuyor; ‘ Hayır, doktorlar yıldırılmak isteniyor’ diyorsunuz.
Rektör üniversite kampüsünü askeri kışlaya çeviriyor; ‘ Hayır, bana karışamazsınız, üniversiteler üzerinde baskı kurmayın’ diyorsunuz.
Gazeteci iş takibi yapıyor, seçim otobüsünde siyasi nutuk atıyor; ‘ Helal olsun adama’ diyorsunuz.
Futbolcu gazetecilere el işareti yapıyor; ‘ Benim futbolcum iyidir’ diyorsunuz.
Sonra?..
İş, işten geçiyor; Bir gün hukuk sana da lazım oluyor.
O soruşturmadan
birşey çıkmaz
Başka bir yönüyle bakarsanız, ‘ Benim polisim adam dövmez’ diyen Cerrah’a hak vermek de mümkün.
Doğrudur, polis adam dövmez, öldürür!
Daha geçen ay, İstanbul Avcılar’da Feyzullah Efe, polis tekmesiyle hayatını kaybetti. İzmir’de Baran Tursun, ‘ dur’ ihtarına uymadığı gerekçesiyle polisin kurşunlarına hedef oldu.
Gazetelere haber oldu; Sadece son 2 yıl içinde polis müdahalesi sonucu 34 vatandaşımız hayatını kaybetti. 122 polis intihar etti.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı yakından tanıyorum. çok zarif bir siyasetçi. İşini her zaman ciddiyetle yapan biri. Şovu sevmez.
Yukarıda sözünü ettiğim polis ölümleri yaşandığında aradım kendisini. ‘ Müfettiş görevlendirdim, tüm iddiaların üzerine titizlikle gideceğiz’ dedi.
Aslında bir yöneticide olması gereken haslet budur, üslup budur. Cerrah Müdür de Lig TV’ye bağlandığında, tıpkı Bakan Atalay gibi ‘ önemli iddialarda bulunuyorsunuz, inceleyeceğim, gereken neyse yapacağım’ diyebilirdi.
Ama demedi.
Tanık olmadığı bir konuda, altlarının kendisine verdiği bilgiye inandı ya da inanmayı tercih etti.
Şimdi soruyorum; Daha işin başında ‘Benim polisim adam dövmez’ dersek, İstanbul ve İzmir’deki iki gencin ölümüyle ilgili sır perdesini nasıl aralayacağız?’
Göreceksiniz, adım gibi eminim, o soruşturmalardan bir şey çıkmaz.
Yücelen’i nasıl kandırdılar?
Yanlış anlaşılmasın, üç kardeşi polis olan bir gazeteciyim. çok sayıda polis dostum var. Eğer biz, ucuz şövalyelik uğruna sepetteki çürük elmaları ayıklamazsak, en büyük kötülüğü kendi mesleğimize yaparız.
Her mesleğin kötüleri vardır, azınlıktadır, ama temizlenmelidir. Aksi halde, o kötülük virüsü, tüm meslek erbabını esir alabilir.
Bakın, başımdan geçen bir hadiseyi anlatayım.
Rüştü Kazım Yücelen İçişleri bakanı. Ben de Sabah’tayım.
Ankara Yenimahalle’de MİT kavşağındaki ışıklarda bir polis minibüsüyle yan yana geldim. Trafik yüzünden minibüstekilerle aramda kısa süreli tartışma geçti. Hakaret edince, ‘ Benimle böyle bir üslupta konuşamazsınız’ dedim.
Bir anda etrafımı 9-10 polis sardı. ‘ İn lan aşağıya’ diye bağırdılar. Arabada eşim ve iki çocuğum da var.
Ellerimi aracın üzerine dayadılar, ayaklarımı tekmelemeye başladılar. Bir taraftan hakaretlerini sürdürdüler.
Lafı uzatmayım, şikayetçi oldum. Yücelen’e faks çektim. Şikayet dilekçemi Ankara Valiliği aracılığıyla işleme koydurdu, ‘ Merak etme gerekeni yaparız’ dedi.
Ankara Emniyeti’nden iki müfettiş, bu hadiseyi araştırdı. Olay anındaki polislerin fotoğraflarını bulup bana gösterdiler. Fotoğraflar, polis okulundan kalma çok eski fotoğraflardı. Bu polislerle beni yüzleştirmelerini istedim. ‘ Olur’ deyip yüzleştirme için beni arayacaklarını söylediler.
Ben yüzleştirme için tarih beklerken bir müdür yardımcısının imzasıyla yazı geldi: ‘ İddialarınızı ispat edemediniz, takipsizlik kararı verdik.’
İmzası olan müdüre cevabı yazı gönderdim: ‘ Bana inanmadınız. İnşallah eşim ve çocuklarım önünde yaşadıklarımı, tıpkı benim gibi siz de yaşarsınız.’
İki dakika sonra telefonda o müdür; ‘ Şamil bey özür dilerim, benim soruşturmayla ilgim yok. Sadece parafladım. Ama yine dosyaya bakacağım.’
Aradan yıllar geçti, hala cevap bekliyorum.
Yücelen, İçişleri Bakanı olmadan önce içinde bulunduğu hükümetin AB sürecini yürüten ve insan haklarından sorumlu Devlet Bakanıydı.
Konuyla çok ilgilendi. Ama o da çaresiz kaldı. Meğer, o araştırma faslı da, sonradan öğrendim, ‘aspirin’ tedavisiymiş. Polisler birbirlerine böyle takılıyormuş.
Maalesef memleketimde insan manzarası böyle. Ucuz şövalyelik, ruhumuza sinmiş.