Obama ve Putin çaresiz... İsrailin Aposu kim?
Malûm, “Pazar sabahı itibariyle” tüm Türkiye’de “açlık grevleri” sona erdi...
Açlık grevlerinin sona ermesinde Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın verdiği “Bitirin” talimatı elbette etkili oldu...
Peki, “bitirin” mesajına gelinceye kadar neler oldu, kimler devreye girdi?..
“Rivayetler muhtelif” olsa da; ileride “bugünlerin tarihi”ni yazacak olanlar için bazı bilgiler aktaralım...
İddialar o ki;
Cezaevlerindeki açlık grevlerini, “MİT mensuplarının İmralı’da Apo ile yaptığı 3 görüşme” bitirdi...
Yalnız, tüm bu trafik “Adalet Bakanlığı gözetiminde” oldu.
MİT’in İmralı’da yaptığı görüşmelere ek olarak, Ankara’da da BDP ile gece-gündüz devam eden “pazarlık”lar yapıldı.
Bazı konularda “mutabakat” sağlanmakla birlikte bir “uzlaşma”ya varılamadı.
Pazarlık “tıkanma” noktasına gelmişti ki, bir BDP milletvekili şöyle bir teklifte bulundu:
“Öcalan’a bir açıklama yapma fırsatı tanısanız, belki açlık grevlerini bitirebilir...”
Ve ardından ekledi:
“Avukatlara izin vermeyi kabul etmiyorsanız, bize izin verin... Biz gidelim İmralı’ya ve Öcalan’la biz görüşelim!”
KARDEŞ ÖCALAN FORMÜLÜ
Hükümet kanadı bu teklife sıcak bakmadı ama şöyle bir kapı araladı:
“Ada’ya giderek olmaz... Ama isterseniz, Öcalan’a telefon etmenizi sağlayabiliriz.”
MİT kanadının Öcalan ile Hükümet kanadının da BDP’liler ile yaptığı görüşmeler sonrasında “Kardeş Mehmet Öcalan” formülü üzerinde uzlaşma sağlandı.
Ve yine iddialara göre;
16 Kasım 2012 Cuma günü saat 16.40’da Diyarbakır’dan gelen telefonla baş döndürücü bir trafik başladı...
Bu süreçte önemli sorumluluk üstlenen Gültan Kışanak, Mehmet Öcalan’ın Ada’ya gitmesi talebini Adalet Bakanlığı’na iletti ve start verildi.
Bir taraftan cezaevinden gelebilecek bir kötü haberin süreci olumsuz etkileme ihtimali, diğer yandan bir çözüm yolu bulunmuş olması heyecanı yükseltiyordu.
Görüşmeleri yürütenler sürecin gizli kalması konusunda oldukça hassas davrandılar. İlk olarak Mehmet Öcalan’ın İstanbul’a gelmesi lazımdı ve öyle de oldu. 19.25 uçağıyla İstanbul’a gelen Mehmet Öcalan, geceyi gözlerden uzak bir mekânda geçirdi. Bu arada bakanlık ile BDP heyeti arasındaki yoğun telefon trafiği devam etti.
17 Kasım 2012 Cumartesi saat 16.00 civarı... Sabah erken saatlerde yola çıkan heyet, öğle saatlerinde Ada’ya vardı ve görüşme başladı. Abdullah Öcalan’ın, kardeşiyle görüşmesinde herhangi bir pazarlık yaşanmazken, Öcalan sadece ‘devlet heyetiyle’ görüşmelerin yeniden başlamasını arzuladığını dile getirdi. Kardeşinin ‘diyaloglarını doğru aktaramayacağını’ düşünen Öcalan, sürecin hassasiyetini de göz önünde bulundurarak mesajını kendi el yazısıyla yazdı.
O yazı, şöyleydi:
‘’Açlık grevine girenler, dışarıdakilerin yapması gereken işi ve sorumluluğu kendi üzerlerine almışlardır. Dışarıdakiler, kendi görev ve sorumluluklarını zaten zor şartlarda olan, hasta olan, dört duvar arasındaki tutsaklara yüklemesinler.
Açlık grevini eylem tarzı olarak genel itibariyle doğru bulmamakla birlikte, açlık grevleri yapılacaksa bile içeridekilerin değil dışarısının yapması gerekir. Açlık grevi eylemi çok anlamlıdır. Bu eylem yerini bulmuş ve amacına ulaşmıştır.
Hiçbir tereddütte kalmadan, bir an önce açlık grevine son versinler. Buradan açlık grevindeki herkese özellikle birinci ve ikinci gruptakilere tek tek selamlarımı söylüyorum.”
Ve Cumartesi günü akşam saatleri... Yaklaşık 40 dakika süren görüşmede Öcalan, ‘çözümün önünü tıkayanlar’ olduğunu ifade etti. Öcalan, görüşme bittiğinde cebindeki mektubu kardeşine verdi.
Öcalan, kardeşi gelmeden önce açlık grevlerinin bitmesi kararını vermişti.
Cezaevi müdürünün gözetiminde yürütülen süreç sorunsuz tamamlanırken, Mehmet Öcalan akşam saatlerinde İstanbul’a döndü.
Mektubun Mehmet Öcalan tarafından Asrın Hukuk Bürosu’na ulaştırılmasıyla, bir aşama daha tamamlandı.
Zamanla yarış, mektubun alınmasıyla bitmedi. Ankara ile irtibat halinde olan BDP heyeti, mesajı alır almaz Adalet Bakanlığı’ndan cezaevlerine gitmek ve açlık grevlerini sonlandırmak için izin istedi. Ankara, açlık grevlerini bitiren mesajın bir an önce kamuoyuna açıklanmasını isterken, heyetin trafiğe takılması heyecanı an be an yükseltti. Kısa bir gecikmeden sonra mektup kamuoyuna açıklandı ve toplum rahat bir nefes aldı...
Yazılan “senaryo”ların satır aralarında “Apo’ya güzellemeler” olsa da, nihayetinde “açlık grevleri” bitti...
İSRAİL’DE MUHATAP YOK!
Bu “iddia”lardan ve “Apo’ya güzelle-meler”in yapıldığı “senaryo”lardan yola çıkarak diyebiliriz ki;
“Açlık grevleri”nin sona ermesinde Adalet Bakanlığı, MİT, BDP, Apo ve Mehmet Öcalan rol almışlardır... Bu “5 aktör”ün yürüttüğü görüşmeler sonunda, herhangi bir “ölüm” vak’ası yaşanmadan eylem bitirildi.
Şimdi, merak edilen şu:
Türkiye’de “açlık grevleri”ni ve belki de “Kürt sorunu”nu bitirecek “irade”yi ortaya koyabilen bir “hükümet” var...
Hükümetin görüşebileceği bir “BDP” ve MİT’in görüşebileceği bir “Apo” var...
Peki, “İsrail’in Apo’su” kim?..
Başbakan Binyamin Netanyahu mu,
Dışişleri Bakanı Liberman mı,
Savunma Bakanı Ehud Barak mı?..
Sahi; BM veya “arabuluculuk” yapmak isteyen herhangi bir kuruluş ya da lider, İsrail’de “kiminle” görüşecek ve ondan hangi “garanti”yi alacak?..
HAHAM’A BAK HAHAM’A!
“İsrail’in Gazze’ye saldırısı”na “bunlar” mı, “bunlardan biri” mi, yoksa “hahamlar” mı karar verecek?..
Öyle ya;
Pazar günü öğleden sonra, “Ağlama Duvarı”nın önünde “ayin” yapan “Laik İsrail”(!)’in “haham”ları Ovadia Yasef ve Shlamo Amar; şöyle dua etmişler;
“İsrail halkının düşmanları, bilhassa Filistinliler bizleri çok rahatsız ediyor... Askerlerimiz için, İsrail ordusu için dualar etmeliyiz... Tanrım, İsrail ordusunu kutsa, koru, yardımcı ol, güçlendir ve yücelt!”
Dediğim gibi;
Bunlar, “Ortadoğu’nun tek laik ülkesi İsrail”(!)’in hahamları!.. O hahamlar için, hiç kimse de çıkıp; “Hahama bak, hahama” demedi!..
Türkiye’de olsa, çoktan; “İmama bak imama” başlıkları manşetlere çıkarılır günlerce inmezdi!..
ERDOĞAN’IN MESAJI
Her neyse... Gördüğünüz gibi; İsrail’de Netanyahu, Liberman, Barak ve bir de “haham”lar var...
İşte böyle bir tabloda, Başbakan Tayyip Erdoğan, Mısır’dan ABD Başkanı Obama ve Rusya Devlet Başkanı Putin’e seslenip, diyordu ki;
“Gelin, fazla vakit kaybetmeden süratle hemen şu ateşkesi ilan edelim, şu iş durdurulsun. Siz İsrail tarafını ikna edin, biz de Hamas’la görüşelim. Bu işi yoluna koyalım... Buna rağmen İsrail›in saldırıları yine devam ediyor...
Eğer dürüstlerse, samimiyseler egemen güçlerin yapması gereken bir şey var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bu noktada artık ben çok şey beklemiyorum. BM Güvenlik Konseyi artık 5 liderin dudakları arasına sıkışmıştır.
Söylenen ne;
‘Hamas’a söyleyin roket atmayı durdursun’.
Yahu İsrail canı bu kadar kıymetli de Gazze’de yaşayanların canı kıymetsiz mi?”
Erdoğan’ın çağrısı elbette yerinde...
Ama Obama veya Putin ya da BM, İsrail’de kimi “muhatap” alacak, kiminle “uzlaşma”ya varacak ya da kime “saldırıyı bitirin” diyecek?..
Sahi, İsrail’in “teröristbaşı” kim?..
Evet, “İsrail’in Apo’su” kim?..
Netanyahu mu, Liberman mı, Barak mı, yoksa “hahamlar” mı?..
“Siyasiler”inin “terörist” olduğu, “din adamları”nın da terörü desteklediği bir ülkede, “Gazze’ye terörist saldırıların durması”nı kim sağlayacak?..
“Hepsi terörist” olan adamlarla, hiç “müzakere” yapılır mı?..
Dünyanın açmazı, işte bu!..
Hâlâ intihar etmedi!
Hani, “referandum”un tartışıldığı günlerde; “Bir referandum yapın, halk ‘Evren Paşa yargılansın’ derse, milletin önünde herkese söz veriyorum; bu işi yargıya bırakmam, intihar ederim!.. Çünkü, bu lekeyle yaşayamam” demişti ya, ben de demiştim ki; “sanık sandalyesi”ne oturtulduğunda acaba dediğini yapacak mı?!?..
Evren, 26 Haziran 2009’da Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’ün köşesinde yayınlanan bu sözlerini herhalde unutmamıştır!..
Belki de unutmuştur...
Öyle ya; hem “yaşlı”, hem de “hasta!”
Eğer “unutkanlık” gibi bir problemi olmasaydı, herhalde dün “yargılanmaya” başladığını ve “sanık” olduğunu bilirdi... Dolayısıyla “intihar” ederdi... Hâlâ “intihar” etmediğine göre, herhalde “sanık” olduğunun farkında değil...
Kim bilir, belki de unutmuştur!..