Kibir ve inat
Cami tartışmaları bugün başlamadı. Peygamber Efendimizin sağlığından beri var. Bugünkü cami tartışmalarının dışında tutulması gereken çok olumsuz bir örnek olmakla birlikte, Mescid-i Dırar olayını hatırlamak lâzım
Kısaca, Amr ibn Avf oğulları Kubada bir mescid yapmış ve Peygamberimiz Kubaya gidip o mescitte namaz kıldırmıştı. Bunu kıskanan amcaoğulları Kuba Mescidinin yanına bir mescit daha yaptılar. Ancak amaçları hayır yapmak değil, cemaati bölmek ve eski cahiliye döneminin ihtilaflarını hortlatmaktı.
Tebük Savaşı öncesinde Peygamberimizi mescitlerinde namaz kılmaya davet ettilerse de, Peygamberimiz, Savaştan sonra diyerek gitmedi. Savaştan sonra daveti yinelediler. Bunun üzerine, Tevbe Sûresinin 107-108. âyetleri indi: Mescidin asıl yapılış amacının, Müslümanların arasına fitne sokmak olduğu Peygamber Efendimize bildirildi ve o mescitte namaz kılmaması emredildi. Bunun üzerine Peygamberimiz, mescidi yıktırdı.
Anlaşılan her mescit (cami) birliğe-bütünlüğe hizmet etmiyor. Osmanlı bunun bilincinde olduğu için cami yapımını sıkı prensiplere bağlamıştı. Parası olan istediği yere cami dikemez, istediği kadar minare ve şerefe yapamazdı.
Dırar Mescidinin inşa amacıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi bulunmamakla birlikte, bundan otuz sene kadar önce bizim köyde de bir cami ihtilâfı yaşanmıştı.
Eskiyen köy camiini (elif-bayı o camide öğrenmiştim) yenilemek üzere, elbirliğiyle yıkmışlar, ancak yeni caminin yerini belirleme konusunda çıkan ihtilâf yüzünden ikiye bölünmüşlerdi: Karşı mahalledekiler, Yeni camiyi bizim mahalleye yapalım, böylece deniz tarafından da görünür (etraftan görünecek ki, Ne güzel cami yaptılar densin) derken, diğerleri eski yerinde kalmasında ısrar ediyorlardı.
Anlaşamadılar. Cami eski yerinde kalacak diyenlerle (babamlar), Hayır! Karşı mahalleye taşınacak diyenler, bir birine girdi. Bu inatlaşmanın sonucu olarak da bizim köye iki cami yapıldı. Cemaat ikiye bölündü: Aradan otuz sene geçmesine rağmen, bir birlerinin camisinde hâlâ namaz kılmıyorlar.
Oysa cami, kelime anlamı itibarıyla, toplayan, bir araya getiren yer demektir. Ama bizim köyde, gururun çocuğu olan inat yüzünden, caminin mânâsı tersine döndü, bölen, parçalayan hale getirildi.
Böyle başka örnekler de gördüm: Vaktiyle Bafranın (Samsun) bir köyüne giderken, yol üstünde dört şerefeli minareye sahip bir cami gördüm. Hayretler içinde kaldım. Çünkü ilk kez dört şerefeli minare görüyordum.
Sebebini sorduğumda, karşı köyün camiine üç şerefeli bir minare yapıldığını, kendilerinin, onu geçmek maksadıyla, mecburen bir şerefe fazla yaptıklarını söylediler. Bu minarede de gurur ve inat vardı
Eski kaynaklar, Süleymaniye Camiinin de hafiften gurur koktuğunu ima ederler. Çünkü Kanuni Sultan Süleymanın ihtişamını yansıtmak için plânlanmış, bu yüzden alabildiğine heybetli ve görkemli yapılmıştır
Oysa Sultan I. Ahmetin yaptırdığı Sultanahmet Camiine tevazu hâkimdir. Bu yüzden, Süleymaniyedeki ihtişamın yerini, Sultanahmette estetik kaygılar alır. Süleymaniye, padişahlık ihtişamını, Sultanahmet ise kulluk tevazuunu yansıtır.
O kadar ki, Evliya Çelebi, Sultanahmet Camiinin temel kazma çalışmalarına, Sultan I. Ahmedin bizzat katıldığından, kazma sallayıp, toprak taşıdığından bahseder.
Cami tamamlandıktan sonra ise, Sultan I. Ahmet, her Ramazanın son 10 günü Hünkâr Mahfilinde itikâfa girer, günlerini ibadet ve tövbe ile geçirirdi.
Yani Süleymaniye Camii, güç, kuvvet, zenginlik, kudret vurgusu, Sultanahmet Camii ise kulluk arzıdır.
Bu kimlikleriyle Süleymaniye kibirli, Sultanahmet mütevazıdır.
Çamlıcaya inşa edilmesi plânlanan camiin, bir de bu açıdan değerlendirilmesinde fayda olduğu kanaatindeyim. İş, yıllar boyu ezilen dindarların güç gösterisine ve meydan okumasına dönüşmemeli. Zira böyle bir şey kimseye yarar sağlamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.