Kulluk bilinci üzerine
Geçtiğimiz Cuma günü, Aksarayda hem üniversitelilere, hem de halka Osmanlı ailesini, Enderunu ve Haremi anlattım
Özellikle Harem, yıllardır istismar edildiği için, anlattıklarım herkese çok ilginç geldi
Pazar günü de Konyada, Osmanlı İnsanı üzerine muhabbet ettik
Osmanlı insanı, yani öfkesi bile zikir kokan insan
Kızdığında Lahavle çeken, hayretini Allah Allah, Fesübhanallah, Lailahe İllallah, Tövbe estağfurullah diye ifade eden, haksızlığa uğradığında, Hasbünallâh diyerek Allahı kendine vekil yapan, korunmayı sadece Allahtan bekleyen, olumsuzluklar karşısında Hafazanallah diyerek, yalnızca Allahın muhafazasına sığınan insan
Filmlerde anlatılanlarla gerçekler arasındaki uçurum bir kez daha ortaya çıktı
Konuşmama (daha önce bu sütunda yayınladığım), Kanuninin, Şeyhülislâm Zembilli Ali Cemali Efendiye sorduğu fetva ile girdim:
Dırahtı ger, sarmış olsa karınca,
Günah var mı, karıncayı kırınca?..
Yani, ağaçları saran karınca sürüsünü öldürsem, ahrette sorumlu olur muyum?
Zembillinin cevabı şöyle:
Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleymandan hakkın alır karınca
Kısaca, zarar veren mahlukatı öldürmek haram değildir, ama Mahşer günü her şeyin hesabı sorulacaktır.
Osmanlı insanı bu gerçeği, Sevapta hesap, günahta azap var şeklinde özetlemiştir.
Kısacası, Osmanlı insanı demek, karıncaların bile yaşama hakkına saygı gösteren insan demektir.
Karıncaezmez tabiri de bu hassasiyetten doğmuştur.
Çünkü Osmanlı insanının hayatı, dünya ile sınırlı bir hayat değildir. Dünyanın verebilecekleriyle yetinmez, gönülleri ebediyete dönük yaşarlardı
Örnekleri Hazret-i Ömerdi. Peygamber-i Âlişanı öldürmek üzere evinden çıkan, o sırada kızkardeşiyle eniştesine zarar verecek kadar gözü kararmış, bastığı yeri titreten Ömerle, Efendimizden tebliği alıp Müslüman olduktan sonra, karınca ezmemeye çalışarak evine dönen halim-selim Hazret-i Ömer arasındaki farkı yakalamaya çalışırlardı.
Çünkü o fark, küfürle iman, vahşetle medeniyet arasındaki farktı
Osmanlılar imanları sayesinde medenileşmiş insanlardı. Hayat felsefesinin birinci maddesi, Kendine ve gayriye (başka insanlara, hayvanlara ve bitkilere) zarar vermemek şeklindeydi.
Bu köşede sık sık adı geçen meşhur Fransız yazar Brayerin tespitlerini yabana atmamak lâzım:
Türk halkının hâl ve tavırlarında büyük bir asalet, yüzlerinde tatlı bir sükûnet ve nezaket vardır. Konuştukları dil hoş ve ahenklidir
Sohbet edenlerin ifadeleri veciz, telaffuzları tertemizdir. Tebessümlerine incelik, el hareketlerine zarafet ve sadelik hâkimdir
Pek mükemmel görgü kuralları vardır. Hepsine can-ı gönülden riayet ederler. Birbirleriyle karşılaştıklarında sağ ellerini göğüslerine götürmek suretiyle selâmlaşırlar.
Bir başka Fransız seyyah (gezgin) Du Loir ise şunları yazıyor:
Hıristiyan memleketlerinde pek yaygın olan küfürbazlık, öfke ve intikam hissi Türklerde yoktur
Sokaklarında da evlerinde de hiçbir küfür sözü işitilmez. Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı ise, Osmanlıların yalnız ağızlarında değil, lisanlarında da küfür kelimelerinin bulunmayışıdır.
Çünkü Osmanlı insanı, Kıble Yürekli insandır. Kıble yürekli insan olmak, Kurandaki insan modelini hayata geçirmek anlamına geliyor.
Bu modelin önceliği kulluk bilincidir
Kulluk bilinci, karınca öldürmenin hükmünü bile sorgulatır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.