Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kapanın elinde kalan 3 zat... Atatürk, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlâna!

Kapanın elinde kalan 3 zat... Atatürk, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlâna!

Malûm, bir “Atatürkçü”ler vardır, bir de “Atatürkçü geçinenler!”Bunlar mazur görülebilir.


Ama, bir de;

“Atatürk’ten geçinenler” var ki, bunlar “istismarcıların şahı”dır... Tek dertleri vardır, bu işten “rant” elde etmek...

Atatürk, maalesef “gerçek Atatürk-çü”lerin elinden çıkmış, adeta kapanın elinde kalmıştır... “Gerçek Atatürkçüler” bu işin istismarını yeterince yapmadıkları için, devreye “Atatürkçü geçinenler” girmiş, “Atatürkçü” olmadıkları halde, “öyle görünerek” işlerini yürütmüşlerdir.

Bir anlamda “münafıklar gibi”dirler...

“Münafıklar” da öyledir ya; “inanmadıkları” halde “inanmış gibi” görünürler ya; “Atatürkçü geçinenler”in yaptığı da budur.

“Atatürk’ten geçinenler” ise, “istismar” işini “rant” boyutuna vardıranlardır.

Onlar Atatürk’ün “Nutuk”larını, “hey-kel”lerini, “fotoğraf”larını, “rozet”lerini, “bayraklı resimler”ini, “sticker”larını, yani “çıkarma”larını pazarlarlar ve adı üstünde “Atatürk’ten geçinirler!”

Uzun lâfın kısası;

Bu ülkede Atatürk, resmen ve alenen kapanın elinde kalmıştır.

Atatürk, kiminin “ideolojisi” olmuş, kiminin de “mesleği!”

HEM HACI, HEM VELİ

Tabiî, “istismar” edilen, “geçim vasıtası” olarak kullanılan sadece Atatürk değildir.

Bugün “Alevilik” ve “Bektaşilik” de bir “inanç biçimi” olmaktan çıkarılmış ve “sömürü aracı” haline dönüştürülmüştür.

Açık ve net söylüyorum;

“Leküm diniküm, veliyedîn!”

Yani;

“Senin dinin sana,

Benim dinim bana!”

Hiç kimsenin dini inancına müdahale hakkım yok!..

Ne var ki;

Bazı “Alevî dedeleri”, başlarında bulundukları federasyonların adlarındaki “Alevî” ve “Bektaşi” kelimelerinin nereden geldiğini açıklamak durumunda değil midir?..

Hem “Aleviyim” diyeceksin, hem de “Hz. Ali”yi reddedeceksin!..

Hem “Bektaşiyim” diyeceksin, hem de “Hacı Bektaş-ı Veli”yi tanımayacaksın!..

O Hacı Bektaş-ı Veli ki;

Hem “Hacı”dır, hem de “Veli”lik makamında ulu bir kişidir...

O halde; sen ne biçim “Alevi”sin ki; “Kur’an-ı Kerim öğretilmesi ve okunması”ndan rahatsızlık duyuyorsun?..

Sen, ne biçim “Alevi”sin ki; bir “Alevi çocuğu”nun Ramazan’da “oruç” tutmaya başlamasını “asimilasyon” olarak değerlendiriyorsun?..

Hayır, işkembeden atmıyorum...

Bunları, dünkü Akit’in manşetinden gördüğünüz gibi CHP İstanbul Milletvekili Sabahat Akkiraz söylüyor.

Aynı Sabahat Hanım; “cemevi istismarı” ve “Hacıbektaş sömürüsü” yapmaktan geri kalmaz!..

Hem de;

“Hacıbektaş Külliyesi”nde, “ibadethane” olarak bir “cami”nin bulunduğunu bile bile!..

Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri, “namaz” kılar, “Kur’an” okur, “oruç” tutardı...

Peki, “Alevi” olduklarını iddia edenlerin “pazarlamaya” çalıştıkları “ideoloji” nedir, “inanç” nedir?..

Hani, Atatürk için dedik ya; maalesef Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri de kapanın elinde kalmış, bir “rant” aracına dönüştürülmüş ve içi boşaltılmış, özünden koparılmıştır.

Bir “din” adamının “kin” vesilesi yapılması da cabası!..

MEVLÂNA İSTİSMARI

Kabul etmek zorundayız ki;

Atatürk ve Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri ne kadar “istismar” ediliyor, ne kadar “sömürülüyor” ise; bu ülkede “kapanın elinde kalan” bir yüce isim de Mevlâna Celâleddin-i Rumi Hazretleri’dir.

Haberliyorum adlı internet sitesinde yazan Yalçın İreş’in fikirleri pek de yabana atılır cinsten değil... Yalçın İreş, bu görüşlerinden dolayı “ağır eleştiri”lere maruz kalmış olsa da, halen görüşlerinin arkasında...

Mevlâna Hazretleri’ne elbette sözü yok ama “Mevlânâ’dan geçinenlere” bir çift lâfı var...

Diyor ki;

“Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’ın nuru” dururken, Mevlâna Hazretleri gibi bir “İslâm alimi”nin ışığıyla dünyanın aydınlatılmaya çalışılması son derece abes değil mi?..

Celaleddin-i Rumi bir İslâm alimidir, tabii ki saygı duyarım...

Ancak birisi Allah’ın nuru, diğeri birçok “aydınlatıcı”dan biri... Bununla, dünya ne kadar aydınlanır?..

Bunu söylediğimizde, ‘Yahu neden kıyaslıyorsun, kıyaslanır mı, Hz. Muhammed Peygamber... Ama dünya önce Mevlana’yı tanıyacak, sonra da Allah ve Peygambere ulaşacak’ derler...

Bunu söylerken bile bir kıyaslamanın içerisinde olduklarının farkında değiller tabii ki...

Tamam o peygamber de; ben peygamberle ilgili dünyaya yayılacak geniş çaplı bir anlatım ya da övgü duymadım, görmedim!

Yetkililerimiz tonlarca para harcarlar Mevlanâ’yı dünyaya tanıtmak için...

Bütün dillere çevrilmiş milyonlarca Mesnevi bastırırlar ve dağıtırlar dünyaya... Törenler için akıtılan paranın da, haddi hesabı yoktur...

Mesnevi’nin tamamını okuyup hakikaten anlayan var mı bilmiyorum.


Fakat şunu biliyorum ki, tam mânâsını anlamak için yanınızda birkaç adet Farsça, Osmanlıca sözlük bulunması gerekiyor...

Sözlükler aracılığıyla belki de çözecek, bir şeyler anlamaya çalışacaksınız ki, bu da ömrünüzü alacak...

Dolayısıyla ne doğru dürüst Allah’ı, ne de Peygamber’i tanıyıp anlayabileceksiniz...

Hani, biz “Onlar”a Mevlânâ ile ulaşacaktık?..

Bir de sirke gelir gibi törenlere baldırıçıplak gelenleri görseniz; aman Allahım...

Mezarına doğru yönelip namaz kılanları mı, giysilerini parçalayanları mı, yoksa müze bahçesindeki şebeke suyunu zemzem diye doldurup köyüne götürenleri mi ararsın?!?..

Yıllardır öyle bir anlatıldı ki Mevlâna Hazretleri, Konya’daki türbesine 7 defa geldiğinde hacı olduğunu sanan zavallılar var...”

KULLANAN KULLANANA!

Yalçın İreş’e hak vermemek mümkün değil... Gerçekten de, bu ülkenin fertleri olan bizler, sevdiğimiz bir şeyi önce “tabu” haline getiriyor, sonra da “ilâhlaştırıyoruz!”

Atatürk’e yaptığımız bu...

Hacı Bektaş-ı Veli ve Mevlâna Hazretleri’ne yaptığımız da bu!..

İşi bilenler onlara tam olarak sahip çıkamadığı için, her üçü de kapanın elinde kalmış!..

“İstismar”ın bini bi para!..

Kullan babam kullan!..

Köşeyi dön, dönebildiğin kadar.

Oysa Mevlâna Hazretleri’nin, herhangi bir şekilde “gösterilmeye” ihtiyacı yoktur.

Öyle der ya;

“Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol!”

Yani, “sahtekâr”lığa lüzum yok.

Yine der ya;

“Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim, ben Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum... Biri benden, bundan başkasını naklederse; ondan da bizarım, o sözden de bizarım (şikayetçiyim).”

Elbette;

“Yine gel, yine gel, her ne olursan ol yine gel

İster kafir, ateşe tapan, putperest ol yine gel

Bizim bu dergahımız ümitsizlik dergahı değildir

Yüz defa tövbeni bozmuş olsan da yine gel.”

Ya da;

“Sevgide güneş gibi ol,

Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol,

Hataları örtmede gece gibi ol,

Tevazuda toprak gibi ol,

Öfkede ölü gibi ol,

Her ne olursan ol,

Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol.”

Demiştir ama, onun “Ol” demesinden kasıt “Müslüman gibi ol” demektir.

Yine;

“Gel” dediği yer, her ne kadar “Dergâh” olsa da, gerçek davet “İslâm”adır.

KILIÇDAROĞLU HANGİ YÜZLE?

Mevlâna Hazretleri ister İslâm’a davet etmiş olsun, ister Dergâh’a... Her neresi olursa olsun, yine de insanda gidecek “yüz” olmalıdır.

“Kösele” değil, “yüz” olmalı!..

Başbakan Tayyip Erdoğan, dün Konya’da düzenlenen “Ekonomi Ödülleri” töreninde yaptığı konuşmada; “Diğer ülkelerle neden ilgileniyorsunuz” şeklinde eleştirenlere şöyle cevap vermiş ya;

“İlgileniyoruz, çünkü biz Hazreti Mevlana’nın torunlarıyız. Zulüm ve zalimin karşısında dimdik duran, cesaretle hakkı söyleyen Mevlana’nın izindeyiz. Çünkü biz Hint Yarımadası’na orada zulme uğrayan insanlar için donanma gönderen Osmanlı’nın torunlarıyız, onun için ilgileniyoruz. Bizim Filistin ile, Suriye ile, diğer dost ve kardeş ülke ve halklarla ilişkimizi kıyasıya eleştirenlerin ne Hz. Mevlana’nın, ne de Alaeddin Keykubat’ın huzuruna çıkmaya yüzleri olamaz. Bazılarının yüzleri olur, çünkü yüz dediğiniz zaman olayı sadece şu fiziki anlamdaki yüzle görmeyin, ruha bakın, o önemli.”

Dikkat ederseniz;

Burada “Kılıçdaroğlu’na gönderme” var... Soruyor Başbakan; “Sen Mevlâna’nın huzuruna hangi yüzle geliyorsun?”

Başbakan’ın Kılıçdaroğlu’na eleştirisi; Suriye ve Filistin politikalarına karşı çıktığı için... Ama, bana göre, bundan da önemlisi, “CHP’nin 4+4+4’ü iptal ettirmek için Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi”dir!..

CHP niye gitti Anayasa Mahkemesi’ne?..

Çünkü, “İmam Hatiplerin orta kısımlarının açılmasına” karşı!

Çünkü, “Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Muhammed’in hayatı ile dinî bilgilerin seçmeli ders olarak öğretilmesine” karşı... İşte bunun için iptal ettirmek istiyor, “4+4+4 Eğitim Sistemi”ni!..

Uzun lâfın kısası;

“Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim... Ben, Hazreti Muhammed’in ayağının tozuyum” diyen bir zâtın anma törenine katılan ama “Hz. Muhammed’in hayatının anlatıldığı” bir eğitim sistemini iptal ettirmeye kalkan adamda, gerçekten de “yüz” olmalıdır!..

Ama, nasıl bir yüz?..

En başta dedik ya;

“İstismar” ve “Sömürü”ye devam!..





Mevlâna Hazretleri’ni rahmetle anarken...


l Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.

l Bizi bilen bilir, bilmeyense kendi gibi bilir.

l Bütün kâinat birbirine sevgi ile bağlanmış.

l Sevgini vermesini öğren.

l Edepli edebinden susar, edepsiz de ben susturdum zanneder...

l Eğer Müslümanca yaşamak istersen Kur’ân’a sarıl; çünkü, onsuz İslami hayat mümkün değildir.

l Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki, sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki, aradığın ancak sensin sen.

l Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.

l Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.

l Eşekten şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.

l Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan bil ki edep, her edepsizin edepsizliğine katlanmaktır.

l Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.

l Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.

l Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi