Mustafa Sungurun Ardından 2
İşte Bediuzzaman Said Nursî (ks) kendisine verilen bu manevî vazifeye başladığında onun etrafında yavaş yavaş hizmet ehli insanlar yer almaya başlarlar.
Burada benim de çok değer verdiğim önemli bir hakikat kendini gösterir; şahsiyyet. İnsanların da dikkatini Üstadın ilminden evvel şahsiyyeti çeker. İşin püf noktası da burasıdır zaten. O tebliğ ve irşadında yaşadığı hâliyle söylediği söze asla ters düşmeyen birisidir. Anlatması ile yaşantısı aynı hakikatlardı. İman, ibadet, ihlâs, zühd ve takvâya azâmî derecede dikkat ediyordu. Kurânî hakikatleri Peygamberî bir düstur ile tebliğ ve irşat ediyor, bu vazifesinin karşılığını sadece Allahtan bekliyor, insanlardan hayret edecek, hatta yer yer garipsenecek kadar istiğnâ ediyor. Nefsini kontrol etmede, şan, şöhret ve riyadan kaçınmada hayret edilecek bir tavırla başarıyı yakalıyordu.
Bediüzzaman (k.s), ruhi ve kalbi hayatı derin ve engin bir his insanı olmasıyla beraber, bütün ömrünü Kuran ve sünnetin gölgesinde yaşamış, her halükarda şeriata bağlı bir hayat sürdürmüştür. O tebliğ ve irşadını Kurânla yapmış, onu tefsir edip açıklamaya çalışmış, hep onu nazara vermiştir. Bunu yaparken de Hz. Peygamberin (sav) İslama dâvet metoduna uygunluk içinde hareket etmiştir. Haliyle başarı da bir ihsan-ı ilâhî olarak tecelli etmiştir.
Böyle olunca insanlar inandıkları ve güvendikleri bu tür adamlara kalplerini açarlar ve oradan nur alırlar kapasiteleri kadar. İlim ve maneviyat yansır birinden ötekine alakaları nisbetinde. Sıdk, ihlas eritir onları.
Bediuzzaman Said Nursî bir gün talebelerine dönerek Siz bana hizmet ediyorsunuz, acaba hizmetimizin karşılığında bize ne verecek diyorsunuz. Ben size ücretinizi daha önce vermiştim. Siz Risale-i Nur okumakla ücretinizi almışsınız. Efendiler, emsaliniz şimdi meyhaneden çıkmıyor der. Bu mükafat uhrevi midir, dünyevi midir, yoksa ikisi birden midir, artık siz karar veriniz.
Bediuzzaman Said Nursînin (ks)talebeleri için de durum aynen böyledir. Onun etrafında halelenenlerin her biri birer alim olamasalar da, birer iman ve hizmet kahramanı olurlar. Büyük bir yükün altına gönüllü girerler sonra. Çok çile çekerler, çok zahmet çekerler. Korkuyla, açlıkla, ayrılıkla, gurbetle, eziyetle, işkenceyle, hapislikle, zorlukla, zahmetle, fedakarlıkla maldan, candan, ev barktan, eş dost ve akrabadan yana denenirler. İmtihandan imtihana sınanırlar. Çok şükür başarıyla geçerler bu sınavlardan. Bıkmadan, usanmadan, yılmadan hizmete devam ederler. İlahî yardım, destek ve nusret görürler artık bundan sonra.
Allah bir kulu sevince kullarına da sevdirirmiş. Sevilirler böylece Üstad ve kendilerine takılan isimleriyle Nurcular. Gönülleri cezbederler. Dağılırlar Anadoluya hizmet için şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy. Ellerinde kağıtlar vardır tomar tomar. Sonra defter olur o kağıtlar, risale olurlar ve derken kitap olurlar sonra cilt cilt. Adını Risale-i Nur koyarlar. Evlerde, medrese denilen özel evlerde ve hapishanelerde okunur bunlar. İnsanlar anlamasa da hoşlanırlar bu okunandan. Dinler ve dinden imandan zevk almaya başlarlar. Hayatlarında müsbet değişimler hissederler.
Bu müsbet değişimin en önemlisi ve önde geleni ise hizmet etme arzusudur. Bulaşır birinden ötekisine bu arzu. Asr-ı Saadette çöllerde vahiy taşıyan, vahalarda Kuran-ı Kerîm okuyup açıklayan sahabiler gibi kendi çaplarında Risale-i Nur taşımaya başlarlar beldeler arasında. Çağın tebliğ ve cihadı artık budur bu ülkede. Yani Risale-i Nur okumak ve okutmak. Şartlar bunu gerektirmektedir Üstadın tercihine göre.
Aslında dili ve uslubu ağır, mevzusu derin, ama ifadesi kapsamlı ve maksada muvafık bu akaid, kelam, ahlak, tasavvuf, tefsir, tarih konulu Risale-i Nurlar, belki hakkıyla anlaşılamazlarsa da insanların kalbine nüfuzda, ruhunu etkilemede hayret verici bir tesire sahiptir. Hele de bir alimin dilinden şerh edilerek anlatılırsa, doyumsuz sohbetlerde insanın gönlünü hamur gibi yoğurur.
İşte bu hizmet kahramanlarından birisi de Mustafa Sungur merhumdur. Onu daha yakından tanıyabilmek için gelecek yazımızda kısa bir hayat hikayesini alıntılayalım.
İnşallah.