İslâm korkusu mu... Petrol kokusu mu?
Bugün, aslında bambaşka bir konudan söz etmeyi düşünüyordum... Ancak, Milliyet’ten Zeynep Miraç’ın, Doç. Dr. Özlem Kumrular ile yaptığı röportajı okuyunca, yazacağım konudan vazgeçip, “İslâm korkusu” üzerine yazmaya karar verdim...
Konuya girmeden önce, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık vurguladığı “İslâmofobia” ile ilgili sözlerini aktarmak istiyorum... Erdoğan; gerek ABD’deki, gerek Avrupa’daki “İslâmofobia”yı eleştirirken der ki;
l “Avrupa’da, aşırı unsurların etkinliklerinin artması, yabancı düşmanlığını, özellikle İslâmofobiayı kaygı verici boyutlara taşıdı. Benzeri bir süreç 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD’de yaşanmıştı. Amerika ve Batılı ülkeler, İslam ile terör ve şiddeti özdeşleştirmek gibi vahim bir hataya düşerek, kendi vatandaşları arasında Müslümanlarla ilgili önyargılar oluşmasına yol açıyorlar.
İslâmofobiayı bir başka açıdan ırkçılığın tezahürü olarak görüyoruz. Bu çarpık anlayış, sadece Batılı ülkeler için değil, bütün dünya için de giderek büyüyen bir tehlike haline geliyor.
Her dinin, her inancın mensupları arasından teröristler çıkabilir. Ama o inancın, düşüncenin içerisinden bir teröristin çıkması, o dinin terörizmi teşvik ettiği anlamına gelmez.
Düşünce özgürlüğü adı altında Müslümanların inançlarına, kutsal değerlerine hakaret edilmesini de aynı şekilde kabul edemeyiz.”
l “İslam teröre müsaade etmez. Çünkü, bir insanın öldürülmesi tüm insanlığın öldürülmesi gibidir. Ama Hıristiyanların içinde terörist yok mu? Yahudilerin içinde terörist yok mu? Asla İslamı da terörle özdeşleştirmek doğru değil. Antisemitizm nasıl bir insanlık suçuysa, İslâmofobia aynı şekilde bir insanlık suçudur. Bunu bu şekilde ifade etmek ve kafalara yerleştirmek gerekir.”
l “Bir dinin, bir toplumun mensubunun yaptığı yanlış, asla tüm topluma ve o dine mal edilemez. Irkçılık ve antisemitizm kadar İslâmofobia da kınanması, lanetlenmesi gereken bir suçtur. Birileri marjinal örneklerden çıkarak, terörle, çatışmayla İslamı ve Müslümanları eşdeğer göstermeye çalışıyor.”
BATI’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ
Erdoğan, sadece “İslâmofobia”yı eleştirmekle kalmaz, zaman zaman “Batı’nın ikiyüzlülüğü”nü ortaya koyan şu tespitlerde de bulunur:
l “Suriye, enerji kaynakları noktasında yeterince zengin bir ülke olmadığı için, dünya kamuoyunda yeterince dikkat ve hassasiyetle izlenmiyor olabilir. Yeterince petrole sahip olmadığı için, Suriye, Libya kadar yankı uyandırmıyor olabilir.
Ama bilmenizi isterim ki,
Libya’da ölenler ne kadar insansa, ne kadar cansa, Suriye’de öldürülenler de o kadar insandır, o kadar candır.
Libya için iştahlarını kabartanların, Suriye’deki katliamlar için sessiz ve tepkisiz kalması, insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır.”
BİR DOÇENT’İN SÖZLERİ
İşte, Erdoğan bunları söylerken, yani “İslâmofobianın yersizliği”ne dikkat çekip, “petrol ve kan” söz konusu olduğunda Batı’nın; “Bir damla petrol için oluk oluk kan akıtılmasına” seyirci kaldığını söylerken, Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Özlem Kumrular diyor ki;
“İslâmofobia tanımına karşıyım... Çünkü fobi, karşılığı olmayan korku anlamına gelir... Bu korkuya İslâmafobia demek yanlıştır... Çünkü insanlar gerçekten korkuyor... Dolayısıyla, buna İslâm korkusu demek daha doğru olur... Bu korkuyu taşıyanlar da haksız sayılmazlar... Ben, bu korkuyu haklı buluyorum... Zira, hiç kimse kendi ülkesinde sosyal düzeni bozan davranış istemez... Türklerin ve Arapların çok olduğu ülkelerde yaşamın rengi değişiyor.”
Devam ediyor Doç. Kumrular;
“Bugün çok büyük bir aşağılık kompleksi içinde olduğumuzu düşünüyorum... Çok da yersiz bulmuyorum!.. Tabii ki millet ve milliyetçilik bazında değil, ama modern yaşamın şartlarına ayak uydurma konusunda geri kalmış durumda olduğumuza inanıyorum. Ben medeniyetin ancak batıdan gelebildiğini düşünüyorum... İnsana önem veren düşüncenin Batı’dan başka hiçbir yerde doğamayacağını düşünüyorum.”
Açık ve net söyleyelim;
Bir “Müslüman” olarak benim, en ufak bir kompleksim yok... Hele hele “aşağılık kompleksim” hiç yok...
Dolayısıyla, Doç. Dr. Özlem Kumrular; kendisinin içinde bulunduğu aşağılık kompleksinin sebebini “Türklük ve Müslümanlığın dışında” aramalıdır.
ARAKAN’DAKİ VAHŞET KİMİN ESERİ?
Bunu böylece ifade ettikten sonra, gelelim, şu “İslâm korkusu” meselesine...
Hemen soralım kendisine;
“İslâm korkusu” mu?..
“Petrol kokusu” mu?
Şunu da soralım;
Arakan’daki Müslümanlar, “Budistlerin İslâm korkusu”ndan dolayı mı katliama uğradılar...
Arakan’daki Müslümanlar; Doç. Dr. Özlem Kumrular’ın mantığına göre “sosyal düzeni bozdukları” için mi soykırıma tabi tutuldular?..
Doç. Dr. Kumrular’a cevap vermeye hazırlanıyordum ki, Türkiye gazetesinden Osman Sağırlı’nın, Arakan’la ilgili dizi yazısını gördüm... Bu dizi yazı, gazetenin manşetinden; “Katliamın asıl sebebi anlaşıldı... Arakan değil, Parakan” başlığıyla verilmişti.
Niye “Arakan” değil de “Parakan?”
Osman Sağırlı, küçük bir ipucu veriyor:
“Haziran ayında başlayan, Ekim’de oldukça alevlenen olaylar sebebiyle Arakan’da bırakın bir yabancıyı, Budist olmayanın dolaşmasına bile imkân yok... Sokaklar polis ve eli sopalı gençlerin ablukasında... Yerlerinden yurtlarından olan Arakanlılar ise kurtulduklarına şükrediyor. Evlerini terk eden Müslümanlar perişan... Bu manzaranın perde gerisinde; gaz, petrol boru hatları ve dudak uçuklatan rakamlar var.”
Demek ki, neymiş?..
Arakan’da “1000 civarında Müslümanın katledilmesi”nin sebebi, “isyan” etmeleri ya da “sosyal düzeni bozmaları” değilmiş!..
Hem, nasıl bozsunlar ki!..
Arakan’a, zaten “Budist”ler hakim!..
Dahası, ülke 1948’den beri “cunta” ile yönetiliyor ve ülkenin cezaevleri “muhalif, terörist, ayrılıkçı ya da isyankâr denilen göçmenler”le dolu!..
ARAKAN’DA PETROL YATAKLARI
Peki, ne için?..
Buyrun, Osman Sağırlı’yı dinleyelim:
“Arakan eyaletinin başkenti Sittwe’nin (Akyab) 120 kilometre güneyinde bulunan liman şehri Kyaukpyu açıklarında, Güney Koreli petrol şirketi Daewoo 2004’te arama yaptığı iki deniz sahasında toplam 1.2 trilyon metreküplük doğalgaz buldu. Daewoo’dan sonra Çinli CNOOC ve CNPC, Malezyalı Petrogas, Hintli GAIL şirketleri de ruhsat alarak gaz yataklarını geliştirmeye başladı.
Çin buradaki petrol ve doğalgaza talip oldu ve projeye ciddi anlamda yatırım yaptı.
Myanmar’daki cunta lideri Than Shwe ile pazarlıklara başlayan Çin, Shwegaz ismi verilen projeyi hayata geçirdi. Proje tam kapasite çalıştığında günlük 500 milyon metreküp doğalgaz üretilecek, Çin bu gazın tamamını satın alacak. Çin, yine aynı yerde varlığı ispatlanmış 2.1 milyar varillik petrol rezervine de talip oldu. Şimdi ülke çapında 23 saha için ihale yapılıyor.
2010 yılından itibaren biri doğalgaz diğeri petrol olmak üzere Arakan’dan başlayıp Çin’in Yunnan eyaletine kadar uzanan iki ayrı boru hattının yapımına başlandı.”
Olayın özü ve özeti şu:
“Arakanlıların topraklarında 1.2 trilyon metreküplük doğalgaz ve 2.1 milyar varillik petrol rezervi tespit edilmiş... Bunun için de; yılda 2.402 kilometrelik doğalgaz ve petrol hattı inşa ediliyor.”
Demek ki neymiş;
“İslâm korkusu” diye yutturulan olayın altında “petrol kokusu” varmış...
OBAMA NİYE GİTTİ?
Eee, işin içinde “petrol” olur da, petrolün kokusu Güney Kore, Çin, Malezya ve Hindistan’dan duyulur da, hiç Amerika’dan duyulmaz mı?..
Elbette duyulur...
Duyulunca, Obama da gider Arakan’a ve “pay”ını almak için nabız yoklar.
Osman Sağırlı öyle diyor;
“Haritalar ve notlar Arakan’da yaşananların dünyaya lanse edildiği gibi sadece etnik-dini bir çatışma olmadığını ayan beyan gösteriyor.
Yüzbinlerce insanın topraklarından sürülmesinin, öldürülmesinin, mülteci kamplarına sürülmesinin temelinde sadece şu anda dünyanın en büyük enerji tüketicisi Çin’in enerji güvenliği yatıyor.
Peki Obama niye geldi Arakan’a?..
Çin bu bölgedeki doğalgaz ve petrolü borularla kendi topraklarına aktarmaya çalışıyor. ABD ise doğalgaz ve petrolü borularla Bangladeş üzerinden kendi pazarlarına iletmeyi hedefliyor.
ABD, yakın zamanda donanmasının önemli bir bölümünü bu bölgede konuşlandırmayı planlıyor. Böylece bölgede benzer hedefleri olan Çin ve Hindistan’ı kontrol altına almayı amaçlıyor. Anlayacağınız;
Filler kavga ediyor, olan çimlere oluyor.
Bir damla petrol binlerce insanın kanından daha kıymetli olduğundan ölen öldüğü ile kalıyor.”
Lâfı uzatmanın âlemi yok.
Gerçek ortada:
“İslâm korkusu” tam bir palavra...
Ortada böyle bir korku yok.
Asıl sebep;
“Petrol kokusu!”
Dilerim, bu gerçeği, bir gün “Doçent” etiketli “aydın”larımız da anlar!..
Biz “Müslüman”lar zaten biliyoruz...
Özal’ın ölümü... Aaaa ne tesadüf!
Bir Müslüman, asla “tesadüf”lere inanmaz...
Çünkü her olay, bir “plân”, bir “program” dahilinde gerçekleşir... Dolayısıyla, “Özal’ın ölümü”ne de böyle bakmak gerekir...
Nihayetinde; “vadesi dolmuştur” ve ölmüştür.
Ne var ki; “ecele giden yol”da yaşadıklarına “Normal” deyip geçemeyiz...
Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun dün yaptığı açıklamalar, hayli enteresandı...
Buyrun, gündeme getirdiği “soru”lara bir bakalım;
“Kartal Demirağ’ın Özal’a suikast teşebbüsünde MGK üyeleri var mı?.. Turgut Özal’a 16 Nisan gecesi saat 03.00’te kim kola verdi?.. Bu kolayı veren görevliler niçin Kanada ve Honduras’a kaçtı?.. Özal’ı hastaneye götüren külüstür ambulans, niye GATA’ya yöneldi?.. Sonra Hacettepe’ye dönüp; niye Acil’e değil de Çocuk Kliniği’ne götürüldü? Ve, Özal’dan alınan kan nasıl kayboldu?”
Bütün bunları “tesadüf”(!) diye geçiştirmek isteyenler, bu kadar “zincirleme” olaya ne derler acaba?..