Batı Trakya Müslümanları İstanbul Rumları
Yunanistan batı Trakya Türklerine eziyormuş... Eyvallah, bu iddia doğrudur. Lakin madalyonun arka yüzüne de bakmak lazım. Türkiye İstanbul Rumlarına ne yaptı, batı Trakya'da hâlâ Türk var ama İstanbul'da hemen hemen Rum kalmadı. Kemalist rejim onları korkuttu ve kaçırdı.
Batı Trakya Türklerine en büyük zararı Atina'nın Megali İdeacıları değil, Ankara'nın Sabataycı monşerleri vermiştir.
Batı Trakya Türkleri dersek eksik konuşmuş oluruz orada Türkçe bilmeyen Müslüman Pomaklar da yaşamaktadır, Müslüman romanlar da vardır.
Ankara monşerleri yıllar boyunca batı Trakya'da İslamı zayıflatmak için çalıştılar. 1970'lere kadar orada İslam dominant faktördü. Müslüman halkın büyük çoğunluğu Kemalist değildi. Bu durum bizim monşerleri çok tedirgin ediyordu.
Şu anda batı Trakya'da iki müftü vardır, biri Yunan hükümetinin seçip tayin ettiği müftü diğeri seçilmiş müftü. Bu iki başlılık yüzünden batı Trakya'da İslamiyet ve Müslümanlar büyük zarar görmektedir.
Atina'nın oraya müftü tayin etmesini Ankara yadırgıyor peki biz Türkiye'de din işlerinin başına atanmış bir ilahiyatçı getirmiyor muyuz?
Batı Trakya'ya son gittiğimde orada sarıklı fesli Müslümanlar, çarşaflı peçeli İslam hanımları göremedim... 1960'lı yıllarda Kur'an yazısıyla yayınlanan gazeteler kapanmıştı. Ankara monşerleri hayli başarılı olmuşlardı.
Batı Trakya Müslümanlarının geleceği, Yunan devleti ile iyi geçinmek şartıyla Müslümanlığa sarılmaktır. Bizim monşerler onların okumasını, kültür bakımından yükselmesini bile istemezler... Oradaki Müslüman kardeşlerimiz çocuklarını en iyi üniversitelerde okutup, tarihçi, edebiyatçı, güzel sanatlar uzmanı, sosyolog, arkeolog olarak yetiştirmelidir. Bu Müslümanlar Yunancayı Yunan okumuşlarından daha iyi bilmeli ve yazmalıdır.
Yunan halkının büyük çoğunluğu Türkiye'ye ve Türklere düşman değildir. Bana inanmıyorsanız Yunanistan'da bir seyahat yapın. Nerelisiniz?.. Türkiyeliyim... Hangi şehirden geliyorsunuz?.. İstanbul'dan... Yüzde 95 bir tebessümle karşılaşır ve hoş geldiniz sözü işitirsiniz.
Yakın tarihte İstanbul Rumları içinde Stefanos Yerasimos adında çok kültürlü bilgili bir zat yetişmiş, çeşitli dillerde kıymetli eserler vermiştir. Batı Trakya Müslümanları da kendi Stefanos Yerasimos'larını yetiştirmelidir.
(Yazıya ilave: Bundan 10 sene kadar önce bir Ramazan günü Rodos'a gitmiş, iftardan sonra şehrin tek açık camiinde hoparlörsüz yatsı ve teravih namazı kılmıştım. Orada görüştüğüm Müslümanlara şöyle bir teklifte bulunmuştum: Kabiliyetli bir Türk çocuğu bulunuz. Bunu Türkiye'de dört sene okutalım... Hafız, imam yahut din hocası yetiştirmeyeceğiz, beş vakit namazını kılan üniversite mezunu bir sanatkar yetiştireceğiz. Rodos'a dönecek bir atölye açacak, ürün verecek... Bu öğrencinin 4 senelik tahsil masrafları konusunda garanti vereceğiz... İşte telefon numaram, işte e-mail adresim... Cevabınızı bekleyeceğim... Ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir cevap gelmedi...)
* (İkinci yazı)
Yazılı Toplum ve Şikayetler
Altı medenî Müslüman önemli bir konuyu müzakere etmek için bir yerde toplandılar, iki saat boyunca konuştular, tartıştılar... Bu esnada bir kâtip olmalı, konuşulanları cihaza kayd etmeli, not tutmalı ve müzakeratın sonunda yazılı bir özet hazırlanmalı, oradakiler tarafından imzalanmalı, bu zabıttan herkese bir nüsha verilmelidir. Medenî, ciddî insanlar ve toplumlar böyle yapar...
Medenî Müslümanlar yazılı Müslümandır.
Medenî Müslüman dileklerini, şikayetlerini şifahî=sözlü olarak değil, yazılı olarak bildirir.
"Telefonu açtım, ağzıma geleni söyledim..." Bunlar boş laflardır.
Bütün dilekler, şikayetler, istekler yazılı ve ciddî şekilde bildirilmelidir.
Çok önemli konulardaki şikayet ve isteklerin metinleri gerektiğinde notere tasdik ettirilmelidir.
Devletin kanunlarında dilekçelere on beş gün içinde cevap verilir diye yazılıdır.
Yazılı metinler çok ciddî, çok açık, çok kaliteli olmalıdır.
Devlet büyüklerine, resmî dairelere, belediyelere, mahkemelere, savcılıklara saygılı bir üslupla yazılmalıdır.
Cevap alınamazsa tekrar yazılmalıdır.
Devlet büyüklerimiz ciddî müracaatları ya bizzat kendileri okur, yahut emirlerindeki vazifeliler okur ve gereken yapılır.
Saygısızlık yapılırsa infiale sebebiyet verir ve haklar kaybedilir.
Bir örnek veriyorum:
Namuslu taksicileri tenzih ederek yazıyorum: İstanbul'da turistleri dolandıran bir taksi mafyası vardır. Bunlar birileri tarafından korunmaktadır. Bu konuda Cumhurbaşkanına, Başbakana, İçişleri Bakanlığına, İstanbul Valiliğine, Büyükşehir Belediye Başkanına ve diğer makamlara binlerce şikayet ve ihbar dilekçesi gönderilmelidir.
Bir kısım halk böyle yaparsa, devlet elbette harekete geçecek, müfettişler gönderecektir.
Kötülükleri, haramilikleri, haksızlıkları, hırsızlıkları şikayet etmek bir farz-ı kifayedir. Bu farz yerine getirilmezse bütün Müslümanlar sorumlu olur.
Dünyanın büyük gazeteleri, İstanbulda turistlerin bazı taksiciler tarafından nasıl dolandırıldığına dair feryatlı yazılar yayınlıyorlar. Bunlara kulaklarımızı tıkayamayız.
Gıda maddelerinde ve içeceklerde sağlığı bozan, halkı zehirleyen kimyevî maddeler, boyalar, aromalar, korumalar bulunduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. Halk bu konuda da resmî makamlara yazılı olarak müracaat etmelidir.
Halka yaban domuzu, evcil domuz, eşek eti yedirilmektedir.
Böyle kötülüklerin mutlaka yazılı ve ciddî şekilde şikayet edilmesi gerekir.
Gazetelerdeki, tv'lerdeki müstehçen yayınlar ve resimler protesto ve şikayet edilmelidir.
Halkın elinde büyük bir koz vardır: Haklı şikayetlerimiz, isteklerimiz dinlenmezse biz de oylarımızla sizleri cezalandırırız...
Medenî ülkelerde haksızlıkları protesto etmek için komiteler kurulur. Bizde de böyle yapılmalıdır.
İstanbul piyasasında sahte kepekli ekmekler üretilmektedir. Beyaz una boya karıştırılarak kepekli ekmeğe benzetilmektedir. Bu bir cinayettir. Bu konuda beş on kişiden oluşan bir komite kurulmalı, ekmeklerdeki boyalar tahlil ettirilmeli ve resmî makamlara müracaat edilmelidir.
İstanbulda trafik sıkıntısı bir facia haylini almıştır. Bu konuda ilgili makamlara onbinlerce şikayet dilekçesi gönderilmelidir.
Son hafta içinde iki üzücü vak'ayı gözlerimle gördüm: İki ayrı yerde iki küçük çocuk (biri on iki yaşlarında, biri on beş...) minibüsün direksiyonuna geçmişler, kıyıda köşede vasıta sürüyorlardı. Böyle şeyler, ülkede ciddiyet olmadığını gösterir. Bizim küçük şoför bir çocuğu ezse ne olacak? Yaşı küçük ya, ceza verilemez!..Böyle şeyler Almanya'da olsa yer yerinden oynar.
Bu memleketteki bütün kötülüklerden, şikayet etmeyen halk da sorumludur.