Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Mehmet Âkif’in, Türkiye İslâm Cumhuriyeti Rüyası

Mehmet Âkif’in, Türkiye İslâm Cumhuriyeti Rüyası

Soğuk Ankara ayazının teslim aldığı Tâcettin Dergâhı’nda rüya üstüne rüya görüyordu Mehmet Âkif. Gördüğü rüyalar Türkiye İslâm Cumhuriyeti üstüneydi. “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”, rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyetiydi.

İlk Meclis’te İslâm üzere nutuklar atılıyor, faaliyetler yapılıyordu. Meclis’in hatm-i şeriflerle açılışından, M. Kemal’in “Biz burada farklı etnik kimlikleriyle müttehid bir Müslüman kitleyiz. Arnavudu, Kürdü, Arabı, Türkü İslâm sıfatı ile bir aradayız, hep beraberiz” gibi İslâm’a açık beyanlarından ve İkinci Grup tarafından “Hâkimiyet-i milliye esasına aykırı bütün kanunlar değiştirilecektir” maddesinin sunulmasından, hâsılı 1921 Anayasası’ndan dolayı rüyasını gördüğü Cumhuriyetin tecessüm edebileceğine mümkün gözüyle bakıyordu.

Orduya ithaf ettiği “Ordunun Duası” adlı şiirinde “Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman / Putları Allah tanıyanlar, aman” mısralarıyla Türkiye İslâm Cumhuriyetinin “Hakk’a tapan Müslüman” ordu eliyle kurulacağının rüyasının görmüştü son kez ve dua etmişti.

KEMALİSTLER, MEHMET ÂKİF’İ ALDATTILAR

Rüyasına ihanet ettiler. Orduyu laikçi Cumhuriyet’in ordusu yapan pozitivist-Batıcı Kemalist generaller, rüyasındaki Cumhuriyeti daha doğmadan ana karnında, yani Meclis’de öldürdüler. M. Kemal’in sözünün dışına çıkmasıyla ve Mehmet Âkif’in de bulunduğu İkinci Grup’taki milletvekillerini tasfiye etmesiyle İslâmî Cumhuriyet hâyali kararmaya başladı. Ardından peş peşe gelen ihanetler: Laik Cumhuriyet’in ilânı, 21 Anayasası’nın iptali vesaire…

M. Kemal, Mehmet Âkif’e Nasrullah Câmii’nde Millî Mücadele’nin İslâm vatanı üzere vaaz vermesini, Anadolu’da İslâm birliği idealini anlatması için İrşad Heyeti’nde vazife almasını bizzat rica ederek söyler ki, söyledikleri müstakbel bir Türkiye İslâm Cumhuriyeti mânasına geliyordu.

Onun İslâm Cumhuriyet’i fikri Kemalistlerin eliyle baltalanmış, Millî Mücadele din-i İslâm üzere yapıldıktan sonra Meclis’te aldatılmıştı. Bununu içindir ki İstiklâl Marşı’na ve Mehmet Âkif’e inananlar, onu bir edebî çerçevede müzeleştirmemeli ve bir kültür figürü olarak çürütmemeli. Onun rüyasını fikirleştirip siyasî hayata katarak Cumhuriyete dönüştürmelidir.

MEHMET ÂKİF’İN RÜYASI, İLK MECLİS’TE BALTALANIYOR

İkinci Grubun dâvası, Kemalist cumhuriyetçilerin karşısında İslâmî sayılabilecek bir cumhuriyetin mücadelesiydi. Millî Mücadele’de birlikte olan ilk Meclis’in üyeleri 1922 yılı sonunda birbirinden farklı cumhuriyet talebi olan gruplara ayrılmıştı. Kemalist cumhuriyetçilere muhalefetinden dolayı Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi ve benzeri sindirme hareketlerinin hızlanması, Mehmet Âkif’in rüyasını gördüğü İslâmî cumhuriyet talebindendi. M. Kemal’in, yaveri Abbas Bey’e “Ali Şükrü Bey, Ankara’ya matbaa makinası getirmiş, Tan adıyla bir gazete çıkaracakmış. Siz hâlâ uyuyorsunuz…” demesi bu sebeptendir.

Lozan müzakerelerinden önce İkinci Grubun tasfiye edileceği, laikçi bir cumhuriyeti tasdik edecek milletvekillerin teşekkül ettirileceği sözde seçimin adı duyulmaya başlanınca Türkiye İslâm Cumhuriyeti rüyası da bitmişti.

ATAY: “CUMHURİYET, İŞİN İÇYÜZÜNÜ MASKELEMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR”

Falih Rıfkı Atay, “Şair Mehmet Âkif, sarıklı hocalar bir çoğu Ali Şükrü Bey bu gruptandır” ifadesiyle İlk Meclis’te iki farklı cumhuriyet anlayışının çarpıştığına işaret eder. Koyu bir Kemalist olan Atay hayrete şâyan ki, millete rağmen ilân ettirilen Cumhuriyet’in alâmet-i fârikasını tam isabetle açıklıyor:

“M. Kemal de, İnönü de nihayetinde Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı ister istemez kafasına, dikine giden bir askerî dikta rejimi olacaktı. Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir.”

İkinci Meclis’in Kemalist milletvekilleri hilafeti kaldırılmasına, Halkı Fırkası’nı kurulmasına, Batıcı-laik cumhuriyetin ilânına, M. Kemal’in “Tek Adam”lığa dönüşen cumhurbaşkanlığına parmak kaldırmasıyla kanlı inkılâpların ve Altı Ok Cumhuriyetinin hükümferma olacağı anlaşıldı ve “Hakk’a tapan millet” Cumhuriyetinin önü kapatıldı.

Mehmet Âkif’in rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyeti’nin gerçekleşmesinin önündeki bir başka engel de, Halk Fırkası’nın programının devletin ilkeleri olarak kabul edilmesi ve Mart 1924’de Evkaf ve Şeriye, Tevhid-i Tedrisat kanunlarının çıkması ve Hilafetin kaldırılmasıydı.

Böylece, “Türkiye’nin dini, din-i İslâm’dır” diyen 1924 Anayasası da Mehmet Âkif’in istediği cumhuriyete yâr olmamıştı. Prof. Dr. Mete Tunçay’ın ifadesiyle “ ...1924 Anayasası, M. Kemal’in Paşa’nın yönetimi altında geniş ölçüde kağıt üstünde kalan bir belge olmuştu.”

Çöken Osmanlı’nın ardından, Hakk’a tapan millet Cumhuriyeti hayâli ile Millî Mücadele’ye katılmak üzere Eşref Edip’e “Ben gidiyorum, Sebilürreşad klişesini al gel” diyerek geldiği Ankara siyahlara bürünmüştü gözünde. İslâm Cumhuriyeti hayâli sönmüştü. Din-i İslâm üzere irşad için geldiği Ankara’da “Arap Âkif”, “Mürteci Âkif” diye alaya alınıyordu. Millî hâkimiyetin “Hakk’a tapan milletin” elinden alınıp Altı Ok Cumhuriyetinin ilân ettirilmesiyle “öz vatanında parya” gibi kalmıştı.

MEHMET ÂKİF’İN İSLÂM CUMHURİYETİ

Bediiüzzman Hazretleri gibi âlimlerin de dâvası olan, Mehmet Âkif’in rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyeti, İngiliz Hariciyesi ile Ankara’daki İngilizciler tarafından kurulan Altı Ok Cumhuriyeti gibi laiklik, Latin alfabesi gibi düşmanca inkılâplar yapmayacak, Batılı eğitim olduğu gibi iktibas edilmeyecek, millet hüviyetini İslâm’dan tecrit ederek “ulus” hâline getirmeyecek ve İslâm’ı seküler kalıba sokmayacaklardı.
İslâmî müesseselerin tecdidinden meydana gelen ve millet meclisi olan bir Cumhuriyet olacaktı. Yaşayagelen dîni ve sosyal değerler geliştirilerek dinamizm kazandırılacak, İslâmlarla birliğin devamı için Hilafet Cumhuriyet çerçevesinde yaşatılacaktı.
Mehmet Âkif’in rüyası elbet bir gün gerçekleşecek
----------------------------------

İLÂVE YAZI:

MEHMET NARLI’NIN GÖNLÜME DÜŞÜRDÜKLERİ

Şiirlerini gönlüm, yani dilim bildiğim, şairim!
Kalbimi, yani hüznümü mısralaştıran, şairim!
Şiirlerini, mağarasında yaşayan hüzünkârın yüreğine bakarak yazan, şairim!
Batı gurbetine çıkıp, hüzünkâr dostunu dosthanesinde mahzun bırakan şairim!
“Gurbetin odasında” neler çektiğini bildiğim, türküler söyleyen dilini, bağlamanın tellerindeki parmak izlerini yüreğimde hissettiğim ve kendisinden râzı olduğum şairim!

“Dil” adlı şiiriniz, beni neyledi gel de gör. Yüreğimin üstünden geçti derûnumu şerh eden kelimeleriniz. Kaç kez okudum, bilemem. Son okuyuşumda kalbime ince bir sızı geldi. Gelen sızı, bilirsiniz ki kadîm dostum hüzündü. Hüznümü alıp karşıma oturttu. Hüznümün tebessüm eden cemâlini gördüm şiirinizde: “Çölde uyumak diyeyim sen dilde uyanmak de / anla ki niçin bütün yenilmişler dile sarılır / sende kalmıştır sana gelen kimseler ve sözler / hangisine tutunsan düşeceğin yer tenhadır / çınlarsın çöl kulak içinde dünya / işte böyle / en geniş toprağındır artık susmak / uzun bir zamandır iç çekmek bile / ilk söyleyişe benzer diye sonsuz kere tekrar / aşk dersin ama bilirsin ateştir önceki bahane / ağzının içindeymiş gibi bir ömür beklediği cümle / su değil çöl değil uyuyan bebek bile değil / hiçbir şey dil kadar kapanamaz kendine.”

Kalbime sokulup yazgımı anlatan şiiriniz, fâni olduğumu bir kez daha hatırlattı da titredim birden. Demek ki bezmi-i elest’teki gücüm eksilmiş. Şiirinizin bana, tutunduğum dil ve yüreğime konan dostlarımın “Büyük Kapı”ya vardığımda yanımda olmayacağını, “Tenhada” kalacağımı ve sualimin “yenildiğim” dilden olacağını söyledi.

Ah, o şiiriniz, şairim! Bana neler etti. Anlatsam, zâhir ehli divâne der. Eyvallah şairim, eyvallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi