Mehmet Âkifin, Türkiye İslâm Cumhuriyeti Rüyası
Soğuk Ankara ayazının teslim aldığı Tâcettin Dergâhında rüya üstüne rüya görüyordu Mehmet Âkif. Gördüğü rüyalar Türkiye İslâm Cumhuriyeti üstüneydi. Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyetiydi.
İlk Mecliste İslâm üzere nutuklar atılıyor, faaliyetler yapılıyordu. Meclisin hatm-i şeriflerle açılışından, M. Kemalin Biz burada farklı etnik kimlikleriyle müttehid bir Müslüman kitleyiz. Arnavudu, Kürdü, Arabı, Türkü İslâm sıfatı ile bir aradayız, hep beraberiz gibi İslâma açık beyanlarından ve İkinci Grup tarafından Hâkimiyet-i milliye esasına aykırı bütün kanunlar değiştirilecektir maddesinin sunulmasından, hâsılı 1921 Anayasasından dolayı rüyasını gördüğü Cumhuriyetin tecessüm edebileceğine mümkün gözüyle bakıyordu.
Orduya ithaf ettiği Ordunun Duası adlı şiirinde Müslümanız, Hakka tapan Müslüman / Putları Allah tanıyanlar, aman mısralarıyla Türkiye İslâm Cumhuriyetinin Hakka tapan Müslüman ordu eliyle kurulacağının rüyasının görmüştü son kez ve dua etmişti.
KEMALİSTLER, MEHMET ÂKİFİ ALDATTILAR
Rüyasına ihanet ettiler. Orduyu laikçi Cumhuriyetin ordusu yapan pozitivist-Batıcı Kemalist generaller, rüyasındaki Cumhuriyeti daha doğmadan ana karnında, yani Meclisde öldürdüler. M. Kemalin sözünün dışına çıkmasıyla ve Mehmet Âkifin de bulunduğu İkinci Gruptaki milletvekillerini tasfiye etmesiyle İslâmî Cumhuriyet hâyali kararmaya başladı. Ardından peş peşe gelen ihanetler: Laik Cumhuriyetin ilânı, 21 Anayasasının iptali vesaire
M. Kemal, Mehmet Âkife Nasrullah Câmiinde Millî Mücadelenin İslâm vatanı üzere vaaz vermesini, Anadoluda İslâm birliği idealini anlatması için İrşad Heyetinde vazife almasını bizzat rica ederek söyler ki, söyledikleri müstakbel bir Türkiye İslâm Cumhuriyeti mânasına geliyordu.
Onun İslâm Cumhuriyeti fikri Kemalistlerin eliyle baltalanmış, Millî Mücadele din-i İslâm üzere yapıldıktan sonra Mecliste aldatılmıştı. Bununu içindir ki İstiklâl Marşına ve Mehmet Âkife inananlar, onu bir edebî çerçevede müzeleştirmemeli ve bir kültür figürü olarak çürütmemeli. Onun rüyasını fikirleştirip siyasî hayata katarak Cumhuriyete dönüştürmelidir.
MEHMET ÂKİFİN RÜYASI, İLK MECLİSTE BALTALANIYOR
İkinci Grubun dâvası, Kemalist cumhuriyetçilerin karşısında İslâmî sayılabilecek bir cumhuriyetin mücadelesiydi. Millî Mücadelede birlikte olan ilk Meclisin üyeleri 1922 yılı sonunda birbirinden farklı cumhuriyet talebi olan gruplara ayrılmıştı. Kemalist cumhuriyetçilere muhalefetinden dolayı Ali Şükrü Beyin öldürülmesi ve benzeri sindirme hareketlerinin hızlanması, Mehmet Âkifin rüyasını gördüğü İslâmî cumhuriyet talebindendi. M. Kemalin, yaveri Abbas Beye Ali Şükrü Bey, Ankaraya matbaa makinası getirmiş, Tan adıyla bir gazete çıkaracakmış. Siz hâlâ uyuyorsunuz
demesi bu sebeptendir.
Lozan müzakerelerinden önce İkinci Grubun tasfiye edileceği, laikçi bir cumhuriyeti tasdik edecek milletvekillerin teşekkül ettirileceği sözde seçimin adı duyulmaya başlanınca Türkiye İslâm Cumhuriyeti rüyası da bitmişti.
ATAY: CUMHURİYET, İŞİN İÇYÜZÜNÜ MASKELEMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR
Falih Rıfkı Atay, Şair Mehmet Âkif, sarıklı hocalar bir çoğu Ali Şükrü Bey bu gruptandır ifadesiyle İlk Mecliste iki farklı cumhuriyet anlayışının çarpıştığına işaret eder. Koyu bir Kemalist olan Atay hayrete şâyan ki, millete rağmen ilân ettirilen Cumhuriyetin alâmet-i fârikasını tam isabetle açıklıyor:
M. Kemal de, İnönü de nihayetinde Enver gibi birer askerdirler. Ankara iktidarı ister istemez kafasına, dikine giden bir askerî dikta rejimi olacaktı. Cumhuriyet, işin iç yüzünü maskelemekten başka bir şey değildir.
İkinci Meclisin Kemalist milletvekilleri hilafeti kaldırılmasına, Halkı Fırkasını kurulmasına, Batıcı-laik cumhuriyetin ilânına, M. Kemalin Tek Adamlığa dönüşen cumhurbaşkanlığına parmak kaldırmasıyla kanlı inkılâpların ve Altı Ok Cumhuriyetinin hükümferma olacağı anlaşıldı ve Hakka tapan millet Cumhuriyetinin önü kapatıldı.
Mehmet Âkifin rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyetinin gerçekleşmesinin önündeki bir başka engel de, Halk Fırkasının programının devletin ilkeleri olarak kabul edilmesi ve Mart 1924de Evkaf ve Şeriye, Tevhid-i Tedrisat kanunlarının çıkması ve Hilafetin kaldırılmasıydı.
Böylece, Türkiyenin dini, din-i İslâmdır diyen 1924 Anayasası da Mehmet Âkifin istediği cumhuriyete yâr olmamıştı. Prof. Dr. Mete Tunçayın ifadesiyle ...1924 Anayasası, M. Kemalin Paşanın yönetimi altında geniş ölçüde kağıt üstünde kalan bir belge olmuştu.
Çöken Osmanlının ardından, Hakka tapan millet Cumhuriyeti hayâli ile Millî Mücadeleye katılmak üzere Eşref Edipe Ben gidiyorum, Sebilürreşad klişesini al gel diyerek geldiği Ankara siyahlara bürünmüştü gözünde. İslâm Cumhuriyeti hayâli sönmüştü. Din-i İslâm üzere irşad için geldiği Ankarada Arap Âkif, Mürteci Âkif diye alaya alınıyordu. Millî hâkimiyetin Hakka tapan milletin elinden alınıp Altı Ok Cumhuriyetinin ilân ettirilmesiyle öz vatanında parya gibi kalmıştı.
MEHMET ÂKİFİN İSLÂM CUMHURİYETİ
Bediiüzzman Hazretleri gibi âlimlerin de dâvası olan, Mehmet Âkifin rüyasını gördüğü Türkiye İslâm Cumhuriyeti, İngiliz Hariciyesi ile Ankaradaki İngilizciler tarafından kurulan Altı Ok Cumhuriyeti gibi laiklik, Latin alfabesi gibi düşmanca inkılâplar yapmayacak, Batılı eğitim olduğu gibi iktibas edilmeyecek, millet hüviyetini İslâmdan tecrit ederek ulus hâline getirmeyecek ve İslâmı seküler kalıba sokmayacaklardı.
İslâmî müesseselerin tecdidinden meydana gelen ve millet meclisi olan bir Cumhuriyet olacaktı. Yaşayagelen dîni ve sosyal değerler geliştirilerek dinamizm kazandırılacak, İslâmlarla birliğin devamı için Hilafet Cumhuriyet çerçevesinde yaşatılacaktı.
Mehmet Âkifin rüyası elbet bir gün gerçekleşecek
----------------------------------
İLÂVE YAZI:
MEHMET NARLININ GÖNLÜME DÜŞÜRDÜKLERİ
Şiirlerini gönlüm, yani dilim bildiğim, şairim!
Kalbimi, yani hüznümü mısralaştıran, şairim!
Şiirlerini, mağarasında yaşayan hüzünkârın yüreğine bakarak yazan, şairim!
Batı gurbetine çıkıp, hüzünkâr dostunu dosthanesinde mahzun bırakan şairim!
Gurbetin odasında neler çektiğini bildiğim, türküler söyleyen dilini, bağlamanın tellerindeki parmak izlerini yüreğimde hissettiğim ve kendisinden râzı olduğum şairim!
Dil adlı şiiriniz, beni neyledi gel de gör. Yüreğimin üstünden geçti derûnumu şerh eden kelimeleriniz. Kaç kez okudum, bilemem. Son okuyuşumda kalbime ince bir sızı geldi. Gelen sızı, bilirsiniz ki kadîm dostum hüzündü. Hüznümü alıp karşıma oturttu. Hüznümün tebessüm eden cemâlini gördüm şiirinizde: Çölde uyumak diyeyim sen dilde uyanmak de / anla ki niçin bütün yenilmişler dile sarılır / sende kalmıştır sana gelen kimseler ve sözler / hangisine tutunsan düşeceğin yer tenhadır / çınlarsın çöl kulak içinde dünya / işte böyle / en geniş toprağındır artık susmak / uzun bir zamandır iç çekmek bile / ilk söyleyişe benzer diye sonsuz kere tekrar / aşk dersin ama bilirsin ateştir önceki bahane / ağzının içindeymiş gibi bir ömür beklediği cümle / su değil çöl değil uyuyan bebek bile değil / hiçbir şey dil kadar kapanamaz kendine.
Kalbime sokulup yazgımı anlatan şiiriniz, fâni olduğumu bir kez daha hatırlattı da titredim birden. Demek ki bezmi-i elestteki gücüm eksilmiş. Şiirinizin bana, tutunduğum dil ve yüreğime konan dostlarımın Büyük Kapıya vardığımda yanımda olmayacağını, Tenhada kalacağımı ve sualimin yenildiğim dilden olacağını söyledi.
Ah, o şiiriniz, şairim! Bana neler etti. Anlatsam, zâhir ehli divâne der. Eyvallah şairim, eyvallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.