Ben Kim Oluyorum?
BU fakir için, “O kim oluyor ki, bizi tenkit ediyor?..” demişsiniz. Elhak doğru söylemişsiniz, lakin siz söyleyene değil. Söyletene bakınız. O söylemiş, bu söylemiş önemi yok, önemli “olan” söylenenlerin doğru olup olmadığıdır.
Bundan yirmi beş yıl kadar önce vefat eden muhterem bir Şeyh Efendi, latife makamında şöyle derdi.
- Ne günlere kaldık!... Filanca Cumhurbaşkanı oldu (ismini vermiyorum), ben de Falan tarikatın şeyhi oldum...
İnsanlar fiil ve hareketlerinde hürdür, irade-i cüz’iyeleri vardır ama bunun yanında vazifeleri de vardır. Bendeniz, emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker sahasında vazifeliyim. “Bu iş sana mı kaldı?..” Eyvallah ama “vazifeliyim” dedim ya!
Emr-i mâruf ve nehy-i münker farizası farz-ı kifayedir. ümmet-i Beyza-yı Muhammedi içinde birilerinin bu işi mutlaka yapması gerekir. Hiç kimse yapmazsa bütün ümmet mes’ul (sorumlu olur).
Binaenaleyh aşağıdaki hususlarda birilerini uyarmak zorundayım:
(1) Bütün emanetler yâni işler, vazifeler, memuriyetler, makam ve mevkiler, selahiyetler ehil kimselere verilmelidir. Partizanlık, nepotizm, adam kayırma asla yapılmamalıdır.
(2) Beytü’l-malden yani devlet ve belediye bütçelerinden, haksız olarak bir zerre bile harcama yapılmamalı, az veya çok hortumlamaya izin verilmemelidir. Büyük veya küçük hiç kimsenin devlet, ülke, millet parasını zimmetine geçirmesine fırsat tanınmamalıdır.
(3) İhalelere fesat karıştırılmamalıdır.
(4) İsraf, saçıp savurma, gösteriş, lüks, tantana, ihtişam, şaşaa gibi şeytanî ve nefsanî şeylerden uzak durulmalıdır.
(5) Oğulların, kızların, damatların, kardeşlerin, hısım akrabanın, arkadaşların, hemşehrilerin kayırılması çok büyük bir kötülüktür.
(6) 1940’lı yılların sonuna doğru CHP’li Kasım Gülek devlet bakanı olmuştu. Kendisi soylu bir aileye mensup kültürlü ve aydın bir kişiydi. Altmış bin değerli kitabı havi (içeren) zengin bir kütüphaneye sahipti. İşte bu zat, bakan olur olmaz bakanlığının personeline şu emri vermişti: “Kardeşim bir iş adamıdır, taahhüt işleri de yapmaktadır. Ben bu binada bakan olarak bulunurken onun ana kapıdan geçip içeriye girmesine izin vermeyeceksiniz...” Her halde kardeşine de bu yolda talimat vermiştir. İşte bakan dediğin böyle olmalıdır.
Yakın tarihimizde çok dürüst, çok temiz, çok şeffaf bir politikacı yaşamıştır. Adnan Kahveci. Bu zatı bütün politikacılara örnek olarak gösteriyorum. Merhum, genç yaşında, daha çok hizmetler yapabileceği bir tarihte şüpheli bir trafik kazasında eşiyle birlikte vefat etti, Allah rahmet eylesin.
Yine çok temiz, çok başarılı, çok faziletli bir bürokratımız vardı. Recep Yazıcıoğlu. O da bir trafik kazasına kurban gitti. Ona da rahmet diliyorum. Politikacılar içinde böyleleri hiç yoktur demiyorum, elbette vardır ve kendilerine bu sütunlardan selam ve hürmetlerimi takdim ediyorum. Benim demek, istediğim, Adnan Kahveci ile Recep Yazıcıoğlu’nun, biri siyasetçi, diğeri bürokrat olarak örnek ve model olarak kabul edilmesidir.
Şahıs ve kurum ismi vererek suçlamıyorum, anonim tenkit yapıyorum. Bendenizin tenkitleri ısmarlama değil, konfeksiyon işidir. Diktiğim ceket kime tam geliyorsa onun olsun...
Yakın tarihimizde bu memlekette korkunç bir kara, pis, necis, haram para ve servet birikimi olmuştur. Bu paralar normal ve helal ticaretle, sanayi işleriyle veya hizmetlerle elde edilmemiştir. Bu memleketin siyasi, sosyal, kültürel, iktisadî hayatını bu kara paralar zehirlemektedir.
Uzun yıllar boyunca kasıtlı olarak müzmin ve yüksek bir enflasyon sürdürülmüş ve bunun gölgesinde yüz milyarlarca dolarlık vurgunlar vurulmuştur. Kasıtlı, müzmin, yüksek enflasyon bir hırsızlıktır, bir soygundur, bir vatan hainliğidir.
Faizciler, repocular, ribacılar, para spekülatörleri milletin kanını içmiş, iliğini sömürmüş, Güney Kore gibi kalkınması gereken Türkiye’yi geri bırakmışlardır. Onlara lanet olsun!..
Siyaset ve bürokrasi zengin olma sahası değildir. Zengin olmak isteyen ticaret yapar, sanayi sahasında faaliyet gösterir yahut birtakım hizmetler yaparak para kazanır. Helal, meşru, ahlâkî olmak şartıyla bu yollarla zengin olmaya kimse bir şey demez.
Siyasete atılacak ve voliyi vuracak...
Belediye hizmeti yapacak ve köşeyi dönecek...
Filancanın yakın akrabası, hısımı, dostu, arkadaşı, hemşehrisi olacak ve birdenbire pek kısa bir zaman içinde acayip zengin olacak...
Yok yok yok! Bunlar normal, meşru, doğru, şerefli zenginlikler değildir.
Yakın tarihlerde birtakım “Canlar ciğerler” vardı. Maşaallah az bir zamanda korkunç servetlere sahip oldulardı. Kısa zamanda mantar gibi büyümüşlerdi. Atom bombasının mantarı gibi... O canlar ciğerler sonra ne oldular? Hemen hemen hepsi iflas etti, başlarına bin türlü rezillik geldi.
Kara para, haram servet, kirli zenginlik kimseye uğur ve meymenet getirmez.
Türkiye’de yapılacak ilk şey, ülkemizi temizlik bakımından Norveç, Finlandiya, İzlanda seviyesine çıkartmak için gereken tedbirleri almaktır.
Şu anda, dünya ülkeleri içinde temizlik notumuz 10 üzerine 3 küsurdur. Böyle bir pislik, kirlilik, necaset içinde devlet, ülke ve halk olarak aydınlık yarınlara ulaşmamız, yükselmemiz mümkün değildir. Maddî kalkınmanın mutlaka ahlâk, fazilet, meşruiyet, hikmet ilkeleri ışığında gerçekleşmesi gerekir.
Cumhuriyetin ilk günleri... Ankara’da tren istasyonu binasında iki ünlü general kapısı kapalı bir odada konuşuyor. Biri ötekine şöyle diyor: Malî (para, finans), ticari, iktisadî bakımdan kalkınmamız dürüstlükle olmaz. Bu yolda ahlâkın kabul etmediği bazı işleri yapmalıyız...” Aradan seksen küsur yıl geçti, Türkiye biraz (Japonya gibi çok değil) kalkındı ama korkunç bir pislik deryası içinde kaldık. Demek ki, öngörülen yol pek faydalı ve bereketli değilmiş. (PKK terörü gölgesinde yapılan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgili belgeler bulan ve bunları yayınlamaya hazırlandığı sırada havaya uçurulan gazeteci Uğur Mumcu bir kitabında, İstasyon binasındaki bu konuşmayı anlatır...)
Türkiye’nin temizliğe ihtiyacı vardır.
Türkiye’nin şeffaflığa ihtiyacı vardır,
Türkiye yakın tarihte birikmiş olan kirli para pisliğinden arındırılmadıkça düze çıkamaz.
Bu kirli paralardan nevale-çin olanlar bu konuyu gündeme getirmezler.
Yalakalar, dalkavuklar, pohpohçular bu konuları asla gündeme getirmezler.
Bunları söylemek, bendenizin zayıf omuzlarına yüklenmiş bir vazifedir.
Mutlaka düzeltilmesi gereken bir kötülük görüp de onu protesto etmeyen dilsiz şeytandır.
Böyle yazılar kaleme aldığım için düşmanlık kazandığımı, (inşaallah olmaz) birtakım dünyevî zararlara uğrayabileceğimi bildiğim halde yazıyorum.
Maddî ve mânevi hiçbir emelim ve isteğim yoktur.
Dinime, devletime, ülkeme, halkıma küçücük bir hizmet edebiliyorsam kendimi bahtiyar sayarım.