2013, niye “Barışın Final Yılı” olmasın?
Daha önce söyledim, yine söyleyeyim...
Çukurca’da Jandarma Karakolu’na “100 terörist” ile yapılan, ama “14 PKK’lının öldüğü” saldırı “Hükümet’e bir mesaj”dı...
PKK, burada “1 askeri” değil de çok sayıda askeri katletmiş olsaydı, “İmralı süreci” belki de başlamadan bitecekti...
Akit’e atılan “3 bomba” da, sürece destek veren “medya”ya verilmiş bir “gözdağı”dır...
Paris’te “3 Kürt kadın”ın öldürülmesi ise, doğrudan “TC ile diyalog” içindeki Apo’ya verilmiş bir mesajdır.
Nitekim, önceki gün İmralı’ya gidip Apo ile görüşen kardeşi Mehmet Öcalan, adadan dönüşte “Apo’nun mesajları”nı şöyle açıklamıştır;
“Kendisi Paris’teki katliam dolayısıyla çok üzülmüş, olayı kınıyor... O üç Kürt kadının ailelerine başsağlığı diliyor... Bu katliamın bir işaret olduğunu düşünüyor.”
Acaba neyin işareti?..
Ve bu işareti kim verdi?..
Bu işaret;
Apo’yu niye tedirgin ediyor?..
PKK İÇİ İNFAZLAR!
Apo, bu cinayetlerin “PKK’nın iç infazları” olduğunu elbette biliyor... Zira, benzeri cinayetlerin talimatlarını daha önce kendisi de vermişti.
Hele hatırlayalım o infazları;
l 6 Temmuz 2005: HADEP’in kapatılmasından önce bu partide uzun süre Genel Başkan Yardımcılığı yapan Hikmet Fidan, Kuzey Irak’ta PWD’li grupla toplantılar yaptıktan sonra Türkiye’deki faaliyetleri örgütlemek amacıyla Güneydoğu’ya dönerken Diyarbakır’ın Bağlar semtindeki bir binanın önünde susturucu takılmış tabancayla kafasına tek el ateş edilerek öldürülmüştü. Fidan, PKK ile ters düştükten sonra Osman Öcalan’ın kurduğu PWD’nin Türkiye koordinatörlüğünü üstlenmişti. PWD, Hikmet Fidan’ın öldürülmeden kısa süre önce Kuzey Irak’ta Osman Öcalan ile görüştüğünü, cinayetin PKK’lı teröristler tarafından gerçekleştirildiğini açıklamıştı...
l 1984: Örgütten kaçarak Avrupa’da izini kaybettirmeye çalışan Çetin Güngör ve Enver Ata gibi üst düzey örgüt mensupları bu dönemde PKK tarafından öldürülmüştü...
l 1991: PKK 4. Kongresi’nden sonra MK üyelerinden Mehmet Cahit Şener Abdullah Öcalan’ı eleştirdiği için hain ilan edilmiş ve bu kişi Suriye’nin Kamışlı şehrinde kıstırılarak öldürülmüştü...
l 17 Temmuz 2005: PKK’nın Avusturya sorumlusu ‘Yusuf-Salih’ kod adlı Hasan Özen öldürülmüştü...
l 12 Şubat 2006: PKK’nın eski Avrupa Sorumlusu Kani Yılmaz, Kuzey Irak’ta otomobiline konulan uzaktan kumandalı bomba ile havaya uçurulmuştu... Yılmaz, araçta yanında bulunan Sabri Tori adlı eski PKK militanı ile birlikte yanarak ölmüştü...
KİMSE HEDEF SAPTIRMASIN!
Sadece bunlar değil elbette...
Bir de eski savcı Gültekin Avcı’nın verdiği örnekler var... “Paris’teki cinayetleri Türk Gladyosu’nun işlediğini” iddia edenlere cevap veren Gültekin Avcı diyordu ki;
l “Apo artık beni heyecanlandırmıyor” diyen Kongra-Gel genel başkan yardımcısı Mizgin kod İlknur Şen’in akıbetini KCK mı biliyor, Türkiye mi?
l İstihbarat raporlarına göre PKK içindeki “5000’e yakın infaz”da neden çıtınız çıkmadı?
l Sakine Cansız gibi PKK’nın kurucu kadrosundan Şahin Dönmez’i, 1990 yılında örgüte ihanet ettiği gerekçesiyle İstanbul’da kim öldürdü?
l Ajan olduğu iddiasıyla kurucu kadrodan Mehmet Turan’ı Mardin’de öldüren uluslararası güçler midir?..
l Şemdin Sakık “İnsan hakları savunucuları Bekaa vadisini kazsınlar, yüzlerce kafatası çıkaracaklar” derken uluslararası güçleri mi fail gösteriyor, yoksa şarlatan PKK’yı mı?
l Farklı düşündü diye Mehdi Zana’nın elinden koltuğunu, hatta karısı Leyla Zana’yı bile almadınız mı?..
Fail ararken önce içinize bakın.
Evet, bu cinayetler dünden kalan “işaret”ler... Acaba, Apo; “eski işaretler”e bakıp, “yeni işaretler”den mi endişe ediyor?..
AVRUPA’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ”
Apo, bu işaretlerde; genelde “Avru-pa”nın, özelde “Fransa”nın bir parmağı olduğunu düşünüyor mu acaba?..
Orhan Miroğlu, önceki günkü Star’da, hayli enteresan şu soruları soruyordu;
l “Avrupa, en azından kendi coğrafyasında yaşayan Kürtlerin soğuk savaş döneminden kurtulmalarını neden istemiyor?.. Çoğu kendi yurttaşı olan Kürt siyasetçilerin, Avrupa’nın başkentlerinde, soğuk savaş dönemini hatırlatan cinayetlere kurban gitmesinin önüne neden geçemiyor?
l Avrupa’da bugün PKK’lı diplomatların itibarı, BDP’li diplomatların itibarından neden daha fazladır?
l Avrupa, Kandil’i yönetenlere kolayca barınma hakkı verirken, Bekaa’dan çıktıktan sonra bir yeryüzü sürgünü haline gelen, uçağı hiçbir ülkeye inemeyen Öcalan’ın Avrupa’da kalmasına neden razı olmadı?
Ve son soru:
l Paris katliamı, PKK’nın Diyarbakır’da ve Avrupa’da, soğuk savaş döneminde ve Öcalansız kalmasını isteyenlerin, PKK’yı soğuk savaş döneminden çıkarmak ve normalleştirmek isteyen Öcalan’a ve Türkiye’ye ortak bir cevabı mıdır?”
Sorular hayli ilginç...
Bu soruların cevabını ise; ilk önce Abdullah Öcalan ve BDP’liler, sonra da “Kürt halkı” vermelidir!..
“Dün” bunları yapan Avrupa, acaba “bugün” cinayetlerin neresindedir?.. Ve ülke ülke dolaşan Apo’yu neden kabul etmemişlerdir?..
Apo’ya göre;
Bu cinayetler birer “işaret” ise acaba neyin işaretleridir?..
“PKK infazları”nın devam edeceğinin bir işareti mi, yoksa ikinci bir “Habur ve Oslo bozgunu” yaşanabileceğinin işaretleri mi?..
OSLO VE HABUR FİYASKOSU!
O “süreç”leri kısaca hatırlatalım:
l Habur Süreci... 2009 yılının 19 Ekim’inde Demokratik Açılım süreci kapsamında Habur Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye gelen 34 teröristin yargılanmaları olarak da hatırlıyoruz bu süreci.
Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine Türkiye’ye gelerek güvenlik güçlerine teslim olan örgüt üyeleri burada yapılan yargılamaların ardından serbest bırakılmıştı.
O gün orada yapılan yargılamalar siyasi ve hukuki sonuçlarıyla bugün hâlâ tartışılıyor.
Ancak o dönemdeki ortaya çıkan tablo olumlu sonuçlar doğurabilecek bir süreci PKK’nın lehine çevirdi ve üzerinden propaganda yaptığı bir durum haline getirdi.
Hükümet pek çok defa suçlandı. “Çadır mahkemesi kuruldu... Yargıçlar ayarlandı... Gerilla kıyafetli teröristler serbest bırakıldı” gibi ithamların muhatabı oldu.
AK Parti kurmayları ise bu suçlamalara pek çok defa cevap verdi. Hatta son olarak Adalet Bakanı Sadullah Ergin, geçen ay TBMM Adalet Komisyonu’nda dile getirilen benzer eleştirileri cevaplarken, dedi ki;
“Habur fikri yanlış değildi ama ilerleyen dönemlerde sabote edilmiştir. Özü itibariyle savaşan unsurların silah bırakarak ülkesine gelmesi, adalete teslim olması bizim de nihayetinde varmak istediğimiz noktadır.”
Nihayetinde Kandil ve Mahmur’dan gelerek TCK’nın etkin pişmanlık hükümleri işletilerek serbest bırakılan 34 PKK’lının bir kısmı daha sonraki süreçte, ‘örgüt propagandası yaptıkları’ gerekçesiyle tutuklandı. Bir bölümü de zaman içinde yeniden Kuzey Irak’a döndü ve süreç tıkandı... Sürecin tıkanmasında; “Terörist kıyafetli PKK’lılar” kadar “BDP’lilerin gövde gösterisi” de etkili oldu...
l 2011 yılının 13 Eylül’ün de Dicle Haber Ajansı’nın internet sitesine konulan bir “ses kaydı”yla ortaya çıkan “Oslo görüşmeleri”nin tam olarak ne zaman başladığı ve içeriği hakkında çok net bilgi yok. 2009 ya da 2010 yılında başladığı düşünülen görüşmelere MİT Müsteşarı Hakan Fidan, MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, KCK’lı Mustafa Karasu, PKK’lı Sabri Ok, Kongragel Başkanı Zübeyir Aydar ve koordinatör ülke temsilcilerinin katıldığı biliniyor.
Ancak daha sonra Başbakan Erdoğan, 2012 Eylül ayında görüşmelerin eski MİT Müsteşarı Emre Taner zamanında başlatıldığını, sonra Hakan Fidan ile aynen devam ettiğini açıkladı.
Görüşmelerin ise ‘iletişimdeki samimiyetsizlik’ nedeniyle sona erdiğini ekledi.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla başlayan bir “hukuk krizi”ne de sebep olan Oslo görüşmeleri, Zübeyir Aydar’ın yaptığı açıklamaya göre 2011 Mayıs’ında sona ermiş. Aydar bu son görüşmede Abdullah Öcalan’ın hazırladığı üç protokolün tartışma belgesi olarak kararlaştırıldığını, bundan sonra Haziran ayında kendilerine cevap verilmesi gerekirken verilmediğini ve sürecin bu şekilde bittiğini iddia etti...
MADEM FİNAL YILI OLMADI!
Oslo ve Habur’un “başarısızlık”la sonuçlanmasından sonra, PKK, “kendini dayatmaya” başladı ve 2012 yılını “final yılı” ilân etti...
PKK, “sivil-asker ayrımı” gözetmeden Türkiye’ye “ağır zayiatlar” verdirecek, Şemdinli’de olduğu gibi, “PKK bayrağı” dikerek bir “Kürt baharı” başlatacak ve devleti, kendisini “muhatap” almaya zorlayacaktı.
Ne var ki;
“Ağır zayiatlar” veren kendisi oldu...
Sadece “Şemdinli eylemi”nde, en az “172 kayıp” verdi... 2012’de ise, toplam olarak 1500 kadar kayıp verdi...
“PKK’nın hasarı” bu kadarla da kalmadı... Artık, “dağa çıkacak Kürt” bulmakta zorlanıyor... “Kepenk kapatma” ve “terörist cenazeleri”ne eskisi kadar katılım sağlayamıyor.
Sonuç itibariyle;
2012, PKK için gerçekten “final yılı” oldu ama bu final, “zafer finali” değil, “hezimet ve hüsran finali” oldu...
Tek kelimeyle;
“Bozguna uğradılar!”
İşte bunun için diyorum ki; 2012, PKK için madem ki “hezimet yılı” olmuştur, o halde artık “silah bırakmayı” kabul etmeli ve 2013 hem PKK için, hem Türkiye için, “barış finali”nin yaşandığı bir yıl olmalıdır.
Evet; 2012 “hüsran” yılı, olduğuna göre, 2013 de “barış” yılı olmalıdır!..
Apo, buna hazır...
PKK da hazır mı acaba?..
Çetin Doğan mı vatansever, Ahmet Davutoğlu mu?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dün MHP Grubu’nda konuşurken; Başbakan Tayyip Erdoğan’a seslenip, “Terörist arayanlar Türk askerine değil İmralı ve Kandil’e bakmalı” dedi ve ekledi ya; “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinden hain, işbirlikçi ve terörist çıkmaz!”
Mı acaba?.. “Askeri sırları, krokileri ve plânları” koyunlarına aldıkları “fahişelere” servis edenler “hain” değil miydi acaba?..
Her neyse... Devlet Bahçeli’nin “vatansever” dediği askerlerden biri de, herhalde dönemin 1. Ordu Komutanı ve şu an “Balyoz sanığı” olan Org. Çetin Doğan olmalıdır... İşte o “vatansever” Çetin Doğan, 13 Ağustos 2003’te demişti ki; “Mehmetçik’in kanını Galiçya’da, Yemen’de akıttık... Niçin akıttığımızı hâlâ soruyoruz!” Çetin Doğan’ın, Yemen’in bir “vatan toprağı” olduğunu bilmemesi normal midir?..
Devlet Bahçeli, bu kafa yapısına “vatansever” deyip, AK Partilileri “ihanet”le suçlarken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün “enfes bir söz” söylemiş, iyi mi?.. Demiş ki; “Bizim için vatan ne Edirne-Kars arasıdır, ne de Sinop-Mersin arasıdır... Bizim için, şehidimizin olduğu her yer vatanımızdır!” Söyleyin sayın Devlet Bahçeli; kimdir vatansever?.. Org. Çetin Doğan mı, Bakan Ahmet Davutoğlu mu?..