Bu israfı da önleyemiyorsak..
Genel anlamıyla “israf denizi”nde yüzdüğümüz her halde inkâr edilemez. İsraf alışkanlığı öyle bir hastalık ki, zengini de, fakiri de, âlimi de, cahili de bu tuzağa düşüyor. Zenginlerimiz bir günde “bin lira”yı israf ederken, fakirlerimiz de belki “bir lira” israf ediyor. Biri az, biri çok; ama neticede ortak bir hastalığa yakalanmış durumdayız.
Türkiye Fırıncılar Federasyonu Başkanı da yaptığı açıklamayla bu yaramıza parmak basmış ve ürkütücü tabloyu şöyle özetlemiş: Türkiye’de, 300 gram üzerinden 82 milyon ekmek üretiliyor. Bunun 77 milyon 340 bini tüketilirken kalan yaklaşık 5 milyon adet ekmek de israf ediliyor, bir bakıma çöpe gidiyormuş. (AA, 16 Ocak 2013)
Belki yeterli değil, ama yapılan ikazlara rağmen sadece ekmek israfının önüne bile geçilememiş olmasını nasıl izah edeceğiz? Peki, çöpe atılan 5 milyon ekmeğin sadece maddî karşılığı olarak neleri çöpe attığımızın farkında mıyız? Açıklamada bu bilgi de var: “Günlük yapılan ekmek israfıyla yılda 60 hastane, 120 tane okul yapabilirsiniz.”
Peki, yılda 120 okulu “çöp”e atacak kadar zengin miyiz?
Tabiî hadisenin bir de manevî boyutu var. Ekmek nimettir ve yeri asla çöplük değildir. Ekmeğin israf edilmesinin altında, “taze ekmek” yeme alışkanlığı var. Sağlık açısından bile taze ekmek tavsiye edilmezken, bir günlük ya da iki günlük ekmeklerin “bayat” diye çöpe atılması nasıl kabul edilir?
Ekmek israfını önlemeyi hedef alan etkili bir kampanya açılması çok faydalı olur. Sadece camilerde ve Cuma hutbelerinde değil, “kamu spotu” anlayışıyla bütün medya vasıtalarında da bu kampanyayı başlatmak lâzım. Okullarda öğretmenler, camilerde imam hatipler, işyerlerinde müdürler; velhâsıl hepimiz bu kampanyaya katılmalı ve destek olmalıyız.
Elbette böyle bir kampanyanın başarılı olabilmesi için ilk adımı evlerimizde atmalıyız. “Ekmek nimettir, yeri çöplük değildir” anlayışıyla en başta bayat ekmekleri tercih etmeliyiz. Eğer evlerimizdeki bu israfın önüne geçebilirsek, bir adım sonra işyerlerindeki israfın önüne de geçebiliriz.
Ekmekteki israf araştırması nasıl yapılıyor, ayrıntılarını bilemiyoruz; ama bu israfta büyük otellerin ve “açık büfe” uygulamalarının da büyük payı vardır. Sofraya gelen ve el dokunulmayan bir ekmek bile maalesef çöpe atılabiliyor. Garsonlar, “Şu ekmeğe dokunulmadı. Çöpe gitmesin” diye ikaz edildiğinde bile duymazdan geliyor. Her halde “şef”leri aksini söylüyor. “Sofraya gelen ekmeğin parası ödenmiştir” diye düşünüyorlar her halde... Ücretinin ödenmiş olması o ekmeği israf etmeye bahane olmaz ve olmamalı.
Ekmek israfını önlemek için “iç işleri bakanları” olan hanımlara da büyük vazife düşüyor. Sofraya oturan bütün fertlere önce bayat ekmekleri ikram etmeli ve bunu alışkanlık haline getirmelidirler. Ağaçlar yaşken eğildiğine göre, bir parça ekmeğin bile israf edilmemesi gerektiği çocuklarımıza da anlatılmalı.
Böyle “küçük” işlerle uğraşmayıp, dünyayı ve Türkiye’yi “kurtarma”ya çalıştıkça her yıl 120 değil belki 1200 okulu ve hastaneyi çöpe atmaya devam ederiz. Gerçekte çöpe attığımız ekmeklerimiz değil, geleceğimiz ve zenginliğimiz olduğunun farkına varmamız gerek.
Nüfusun büyük çoğunluğunun Müslüman ve “israf” etmenin de “haram”la eşdeğer olduğunun bilindiği bir yerde bu küçük meseleyi halledememiş olmak derin bir yaradır.
“Geniş daire”deki küçük işleri bırakıp, “küçük daire”deki büyük işlerle meşgul olmanın tam vakti. Elbette ekmek israfıyla mücadele ederken, ömrümüzü, vaktimizi de israf etmemek gerektiğini unutmayacağız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.