Artık Şu Beyaz Ekmekleri Sofralarımızdan Kaldıralım
Başbakan, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Ekmek İsrafını Önleme Kampanyası münasebetiyle düzenlenen toplantıda “Artık şu beyaz ekmekleri sofralarımızdan kaldıralım” demiş. Bu haberi okuyunca gerçekten sevindim.
1. Son yıllardaki ekmek israfı genel bir afet ve felaket halini almıştır. Günde beş milyon ekmeğin çöpe atıldığı söyleniyor. Bu, gerçekten büyük bir hıyanet, nankörlük ve alçaklıktır. Devletçe, milletçe bu israfı önlemeye çalışmalıyız.
2. Beyaz ekmek tüketme konusuna gelince: Senelerden beri yazıyorum, “Devamlı beyaz ekmek tüketenler uzun vâdeli intihar etmiş olurlar.” Ekmek, Allah’ın insanlara en büyük nimeti olup kepeğiyle birlikte tüketilmelidir. Buğdayın ve diğer tahıl maddelerinin en değerli tarafı kepekleridir. Kepeği eleyip hayvanlara yedirmek en hafif tabirle beyinsizliktir.
3. Asr-ı Saadet’te Resulullah Efendimiz’in zamanında (Salat ve selam olsun ona) Mekke ve Medine’de, Arabistan’da elek yoktu. Arpa ve buğday unu elenmeden pişirilip tüketilirdi. Unu elemek sağlığa çok zararlı bir bid’attır.
4. Sayın Başbakan Türkiye halkına kepekli, esmer, şifalı ekmek yedirebilirse birkaç sene içinde hasta sayısı ve ilaç tüketimi yarıya inecektir. Söylemeye hacet yok, kepekli ekmek tüketiminin yanında sağlıkla ilgili kurallara da riayet edilmesi gerekir.
5. Gıda ve içecek sanayiinde aşırı miktarda kimyevî madde, kimyevî aroma, kimyevî sentetik boya, koruyucu madde kullanmaktadır. Bunları tüketen halkın hastalanmaması mümkün değildir.
6. Başbakanın beyaz ekmeği sofralarımızdan kaldıralım sözü özel hastanelerin, ilaç sanayinin işine gelmez, çünkü müşterileri, hastaları yarıya inecektir.
7. İslam görgü ve terbiyesine sahip eski Osmanlılar sokakta bir ekmek parçası gördükleri zaman eğilip alırlar, kuşların veya böceklerin yemesi için bir duvarın üstüne, bir kenara bırakırlardı. Ekmeğin kutsallığı vardı. Hatta hâlâ halk arasında “Yalan söylüyorsam ekmek çarpsın” diyenler vardır.
8. Allahü Teala Hazretleri kullarına ikram ettiği nimetlerin hor görülmesinden, ayakaltına düşmesinden razı olmaz.
9. Çocukluğumda 1945’e kadar büyük şehirlerde ekmek karneyle veriliyordu. Bir dilim değil, yarım dilim değil, bir lokma ekmeğin büyük kıymeti vardı. 1940’la 45 arasında İstanbul’da lokantaya gittiniz, yanınızda ekmek karnesi yoksa yemek yiyemezdiniz. İstanbul’a taşradan tren ve vapurla gelenler resmî makamlara müracaat ederek ekmek karnesi alırlardı. O darlıktan Cenab-ı Hakk bizi bugünkü bolluğa getirdi ve içimizdeki nankörler ve beyinsizler günde beş milyon ekmeği çöpe atıyorlar.
10. Eski Müslümanlar sokaklarda yazılı veya yazısız kâğıt gördükleri zaman onu da hürmetle alırlar, bir kenara koyarlardı. Çünkü eskiden kâğıtlara genellikle faydalı şeyler yazılır ve basılırdı. Zamanımızda her yer kâğıt, gazete, dergi dolu ve bunların yüzde doksan sekizi zararlı, faydasız, çirkin yazı ve resimlerle kirletilmiş…
Kadırga’da zaman zaman gittiğim İmren Lokantası’nda anlattılar, yemek yemeye gelen Alman turistler ekmek konusunda çok dikkatli hareket ediyorlarmış. Ekmek dilimini ikiye ayırırken, yemek tabağının üzerinde ayırıyorlarmış, kırıntılar içine düşsün diye. Lokantacı anlattı, Mağrip’ten bir grup Müslüman gelip yemek yemiş, ekmeklerin kabuklarını yemişler, içlerini masaya yığıp bırakmışlar. İsraf, vicdansızlık.
Ekmek azizdir (nan-ı aziz). Ekmeğe saygı gösteren, ekmeği nimet bilen, ekmek için şükreden, ekmek nimetine nankörlük etmeyen, ekmeği israf etmeyen aziz olur. Ekmeği tahkir eden, alçaktır, vakt-i merhunu gelince rezil, zelil ve sefil olur.
Müslümanlık sadece abdest alıp namaz kılmakla bitmez. Müslüman olgun, akıllı, bilge, vicdanlı, insaflı, adil, nimetlere şükreden, her türlü azgınlıktan uzak duran, mütevazı, kanaatli, ince ruhlu, kibar, nazik, merhametli ve daha birçok haslete sahip insan demektir. Ekmeğe saygı göstermek, onu tahkir etmemek de bu hasletle ve faziletler cümlesindendir.
Bir takım beyinsizler akıllarınca perhiz yapıyoruz diyerek ekmek yememekte, gerekenden fazla yemek tüketmektedir. Bu da bir dengesizliktir. Sağlıklı olmak isteyen kimse dengeli beslenir, şifalı ve zindelik verici kepekli ekmeği sofrasından eksik etmez.
Zayıflamak isteyenler az yemeğin yanında çok kepekli, tabiî ekmek yesinler.
Çok gelirleri de olsa bereketsiz, uğursuz, meymenetsiz bir hayat sürmek isteyenler bayat ekmekleri çöpe atsınlar… İki yakaları bir araya gelmez. Yerler, doymazlar. Çok kazanırlar, kazançları bereketli olmaz. Ekmeğe yaptıkları hıyanet yüzünden …
* (İkinci yazı)
Teşekkürler, Dualar, Teessüfler, Beddualar
ÖNCE teşekkür ve dua: Evcil ve vahşi hayvanları, kedileri köpekleri, kuşları, zararlı olmayan hayvanları koruyan gözeten, onlara acıyan, kediler köpekler için barınaklar yapan, karda kışta aç kalan hayvanları doyuran, hasta olanlarını tedavi eden şahıslara, kurumlara, belediyelere candan ve içten teşekkürlerimi sunuyor, Allah’tan onlar için hayırlar, iyilikler, güzellikler diliyorum. Bu dünya sırf insanlara mahsus değildir, hayvanların, bitkilerin de yaşamaya, var olmaya da hakları vardır. Zaten bütün canlıların yaratılış gayeleri, hikmetleri, sebepleri vardır. Bunların bir kısmını biz anlayabiliriz, bir kısmını anlayamayız… İslam dini merhamet dinidir. Merhamet (acıma) Yüce Allah’ın Rahman sıfatının insanlardaki tecellisidir.
Hayvanlara acıyan, yardım eden kimselerin ve kuruluşların Allah işlerini rast getirsin.
Teessüf ve beddua:
Başta kedi ve köpekleri itlaf eden belediyeler olmak üzere hayvanlara eziyet eden, onları öldüren, yaşadıkları mekânları tahrip eden, yuvalarını yıkan, öldürmekten vahşice zevk alan herkese teessüf ediyor, önce ıslahlarına dua ediyorum, ıslah olmazlar ve zulmetmekte direnirlerse beddua ediyorum… Allah işlerini rast getirmesin… Hayvanlara ettikleri eziyet ve zulümler onları gölge gibi takip etsin… Çok kazansalar da kazanç ve paralarının bereketi olmasın… Huzur ve rahat bulmasınlar… Musibetler onların peşini bırakmasın…
Daha bitmedi… Öldürdükleri zavallı kedi ve köpeklerin ahı tutsun…
Zevk için, öldürmek için, acı çektirmek için avlananlara bir iki sözüm var:
Eskiden insanlar geçinmek için avlanıyorlarmış. Bu devirde geçim için avcılık hemen hemen hiç kalmamıştır. Zamanımızda öldürmek, acı çektirmek, kan dönmek için avlanılıyor. Bendeniz beddua etsem de etmesem böyle yapanların iki yakaları bir araya gelmez.
Dürbünlü tüfeğiyle nişan alıyor, tetiğe basıyor, vınnn kurşun şimşek gibi gidip zavallı hayvancağızı öldürüyor. Hayvan karlar üzerinde debeleniyor, kanları fışkırıyor, çok acı çekiyor, feryat ediyor… Bizim avcı zevkten dört köşe. Otuz iki dişi görünecek şekilde vahşi bir kahkaha atıyor. Vurdum, vurdum, vurdum diye haykırıyor… Ey sayyad-ı bî insaf, sırf öldürmek, kan dökmek için yaptığın bu avcılık cezasız kalır mı sanıyorsun sen?
Vahşi avcı aradan yedi sene sekiz ay on yedi gün geçtikten sonra dümdüz bir yolda otomobiliyle giderken bariyerlere çarpıyor… Daha sonra ehl-i vukuf bir rapor yazıyor, böyle dümdüz bir yolda, trafik mrafik yokken böyle bir kazanın olması akıl almaz bir şey, diyor. Ehl-i vukuf bilmiyor ki, bundan yedi yıl önce o avcı sırf öldürmek, sırf kan dökmek için hiçbir günahı ve kabahati olmayan masum bir hayvancağızı vahşice katletmişti. Yedi yıl önceki sadik kahkahanın acısı çıktı.
Tasavvuf ahlakında oltayla balık tutmak hoş görülmez. Balık tutmak, tuttuğu balığı pişirip yemek mubahtır da, sûfi olan kişiye oltayla balık avlamak yasaktır, çünkü oltayla avlanmakta yüksek İslam ahlakıyla uyuşup bağdaşmayan iki kötülük vardır. Birincisi oltanın ucuna solucan veya başka bir şey takarak balığı aldatmak. İkincisi oltayı yutan balığı sudan çıkartırken ona büyük acı çektirmek. Sıradan gafil insanlar belki bunları yapabilir ama tarikat mensupları ince ruhlu, merhametli, son derece dürüst insanlardır, onlardan bu iki kötülük beklenmez.
Uygulama hâlâ devam ediyor mu, bilmiyorum; zengin ülkelerden gelen yağlı turistlere ücret mukabilinde dağlarımızdaki yaban koyunlarını, keçilerine vurup öldürme müsaadesi veriliyormuş. Herif beş yüz dolar yatırıyor, dağa çıkıyor, o gözleri şiir kadar güzel yabani hayvanlarımızı dürbünlü tüfeğiyle vurup öldürüyor. Kimisi İngilizce kahkahalar atıyor, kimisi Almanca, kimisi İspanyolca… Boyları devrilsin!
Türkiye Cumhuriyeti, Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve Osmanlı Devlet-i Aliyyesi’nin devamıdır, sefil meblağlar karşılığında zengin turistlere vahşi hayvanlarımız öldürme izni verilmesi devletimize yakışmaz. Bu konudaki kanunlar ve tüzükler hala yürürlükteyse, milli haysiyetimizi ve şerefimizi korumak için mutlaka ilga edilmedir (kaldırılmalıdır).
Yakın tarihimizde hayvanlara zulmedilmesinden dolayı devletimizin, ülkemizin, halkımızın başına gelen bela, afet ve felaketlere en çarpıcı örnek İkinci Meşrutiyet yıllarında İstanbul’daki sokak köpeklerinin Şehremaneti (Belediye) tarafından toplanıp İstanbul’dan görünen Hayırsız Ada’ya atılmaları faciasıdır. O hayvanlar orada açlıktan ve susuzluktan öldüler. Büyük köpekler, küçük köpekleri parçaladı, yedi. Feryatlarından, ulumalarından yer gök inledi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Balkan Harbi patladı ve koskoca Rumeli elimizden gitti. Alma mazlumun ahını...
Öyle bir felaketten korkunuz ki, o sizin sadece kötülerinizin üzerine gelmez, toptan gelir.