Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Her aşkın sonu pişmanlık mıdır?

Her aşkın sonu pişmanlık mıdır?

Hayat ya doğrudan, ya da dolaylı olarak ebediyete dönüktür... İnsan sonsuzu arayan, sonsuz saadete ulaşmayı hedefleyen varlıktır.
Bu yüzden dünyevi lezzetler insana az gelir... Hep daha fazlasını ister... Daha fazlasına ulaşmak için çırpınırken yerleşik kuralların dışına çıkar.
Hatta bazen insanlıktan bile çıkar: Şu meşhur “sanat çevreleri”nde yaşanan hayatlara bakarsanız ne dediğimi anlarsınız.
Meşhur “sanatçı”lardan birinin yakınması hâlâ kulaklarımda: “Bir süre sonra her şeyin tadı kaçıyor. Karanlık bir boşlukta kala kalıyorsunuz.”
Sanat çevrelerinde sapık ilişkilerin, uyuşturucunun, kısacası saçma sapan hayatların yaygınlığı, hep bu karanlık boşluğu doldurma çabasıdır.
Yaşanan sahtekârlıklar, ikiyüzlülükler, aykırılıklar, yapaylıklar yine aynı sebebe bağlı olarak gelişmektedir.
Düşünün: Sevgiler gerçek değil... Aşklar gerçek değil... Dostluklar gerçek değil... Nefretler gerçek değil... Kavgalar gerçek değil... Ayrılıklar gerçek değil... Sevinçler gerçek değil... Acılar gerçek değil... ölen babasına çok üzüldüğünü, adeta kahrolduğunu söyleyen artistin gözlerinin içi gülüyor. (Akraba-arkadaş cenazelerinde kara gözlükler takmalarının sebebi, “Oh ne âlâ biri daha gitti” hesabıyla duydukları sevincin gözlerine yansımasını göstermeme çabası olmasın)... Zaten bir süre sonra babasıyla arasının iyi olmadığı, babasına bakmadığı ortaya çıkıyor...
Kısacası, “sanat dünyası”nda müthiş bir sunilik (yapaylık) hüküm sürüyor.
Bundan bıktıkları için hayatın ebediyet boyutuna (saadet-i dareyn arayışı) sığınıp kendilerine çeki düzen vermeye çalışanlar da var elbet.
Amerikalı bazı sanatçılar bu yüzden Uzakdoğu dinlerine merak sarıyor. Maksat ruhun sükûna ve huzura kavuşması...
Bunu sağlamak için meditasyon yapıyorlar... Yoga yapıyorlar... Uzakdoğu’ya filan gidip kendilerini bulmaya çalışıyorlar.
Onları izlerken, ruhu bedenle bütünleyip Yaratıcı’ya sunan namazı bilmeleri halinde yogaya filan ihtiyaç duymayacaklarını düşünüyorum.
Onlar yine kendini okuma, kendi gerçeğini arama çabası içinde...
Bizimkilerde (birkaçı müstesna tutulacak olursa) böyle bir çabadan eser yok.
çeşit çeşit eğlencelerde var olmaya çalışıyorlar.
Eğlencelerde var olmaya çalıştıkça da yok oluyorlar!
Keşke ne giyecekleri üzerine kafa patlattıkları kadar, insan olmak üzerine de kafa patlatsalar!
Gerçekten sevinmeyi, gerçekten sevmeyi, gerçekten aşık olmayı öğrenseler.
Hayat onlar için, kuşkusuz daha kolay olur, en azından bu kadar dramatik boyutlar kazanmazdı.
-
“Sevgi”, “aşk” dedim de, geçenlerde bir dostumun yaptığı itiraz aklıma geldi...
“Sevgi ve aşk üzerine yaptığınız yorumlar kâğıt üstünde güzel, ama aşkın akıbeti insanı pişman eder” demişti...
Ben de şu fani âlemde sonu hüsran olmayan, pişmanlık olmayan birkaç şey göstermesini istemiştim...
Muhatabım dini inançlardan ve ibadetlerden söz etmek zorunda kalmıştı.
“Hayat doğrudan, ya da dolaylı biçimde ebediyete dönüktür sevgili kardeşim” demiştim, “içinden ebediyet geçmeyen dünyevi yönelişlerin tümünde hüsran vardır. Ama acaba aşk dünyevi bir olgu mudur?”
“Dünyevi” ise Hz. âlişan Efendimiz’in Hz. Hatice ve Hz. Ayşe’ye karşı aşkını (bu o kadar bellidir ki, örneklemeye bile ihtiyaç yoktur), Hz. Yusuf’un Züleyha’ya duyduğu derin sevdayı, Mevlâna’yı, Yunus’u fani dünyanın neresine koyacaksınız?
Her aşkın ebedi bir boyutu vardır...
Her aşk bir anlamda sonsuzu arayıştır.
Bununla birlikte varsayalım ki, sevgili okurumun iddia ettiği gibi, “Aşk pişman eder”.
Şunu bilin ki, aşktan doğan pişmanlıklar, o duyguyu hiç tanımadan ölmek kadar derin ve yakıcı değildir!
Daha önce de yazdığımı sanıyorum: On yaşındaki dünyalar tatlısı kızını toprağa teslim eden bir annenin, kızının taze mezarını okşaya okşaya söyledikleri ilgimi çekmişti...
Şöyle diyordu: “İyi ki var oldun kızım, iyi ki doğdun, iyi ki bana anneliği tattırdın, evlât sevgisini öğrettin...”
O zaman anladım ki, bazı olgular sonuçları itibariyle acıtsalar da, vaktiyle verdikleri mutluluğu yok etmezler. İşte o zaman öğrendim, acıyla bitebilecek sevgilere ulaşmanın erdemini. çeşitli kuşkular ve korkular yüzünden hiç sevmemekten, sevememekten bir şekilde sevmenin çok daha iyi olduğunu.
Bence aile içi sorunları çözmenin sihirli anahtarı da sevgidir. Mutluluğa ulaşmanın yolu yine sevgiden geçer. Ayrıca başarıya çıkan merdivenin basamakları da sevgiden örülmüştür.
İnsan pervane, aşk ışık: Mevlâna misali dönüşlerle, yanma pahasına ışığı tavaf etmek, belki de hamlıktan olgunluğa geçişin tek çaresidir!
“Dinimiz sevgi dini, Efendimiz rahmet Peygamberidir” diyenlerin, sevgisizlik ve merhametsizlik gibi lüksleri olabilir mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi