Mi’rac Risâlesi
Bedîüzzaman Hazretleri’nin ilk talebelerinden olan Şamlı Hâfız Tevfik, aslen Isparta’nın Barla nâhiyesinden. Ancak babasının subay olması hasebiyle bir süre Şam’da bulunduğu için kendisine “Şamlı” denilmiş. Şamlı Hâfız Tevfik, Bedîüzzaman’ı ilk defa İstanbul’da çocukken görmüş. “Başında kavuk, ayağında şalvar, belinde kaması vardı” dediği üstad’a, kendisi de herkes gibi hayretle bakmış, dedesi “Ona Bedîüzzaman derler” demiş. İkinci defa Şam’da 10 bin kişilik cemaate meşhur hutbesini okuduğu vakit Bedîüzzaman’ı gören Hâfız Tevfik, 1926’da Barla’ya sürgün edildiğinde ziyaret etmiş ve şu soruyu sormuş: “Peygamberimiz Mi’rac’a ruhen mi, yoksa bedenen mi gitti?” üstad cevaben “Hâfız, yazın var mı?” dediğinde “Güzel yazarım efendim” karşılığını vermiş. Bunun üzerine Bedîüzzaman “öyleyse al şu defteri” demiş ve hiç durmadan 35 sayfalık bir risale yazdırmış. Eserin adı: “Mi’rac Risâlesi.” (Sözler, 237)
Bedîüzzaman Hazretleri’nin, “Gâyet kıymetdar ve ehl-i iman mabeyninde nihâyet derecede mu'teber ve ehl-i delalet başında sâika (yıldırım) gibi tesir gösteren Otuzbirinci Söz” diye tarif ettiği ve zaman zaman da “Mi’râciye Risâlesi” ismini verdiği eser, Osmanlıca orijinal nüshalarda 24 sayfalık bir hacme sahip. Bu kısa ama oldukça özlü eserde sırayla, Mi’rac’ın lüzumunun sırrı, hakîkati, hikmeti ve meyveleri vukufiyetle ve yüksek bir ilimle izah ve ispat ediliyor.
Eseri orijinal ve kıymetdar kılan bir başka özelliği ise şu: Malûm, Mi’rac meselesi imanın rükûnlarına inanmayan bir insana karşı ispat edilemez. çünkü müellifin ifadesiyle, “Allah'ı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melaikeyi kabul etmeyen veya semavatın vücudunu inkâr eden âdemlere Mi’rac’dan bahsedilmez. Evvelâ o erkânı isbat etmek lâzım geliyor.” Bundan dolayı, eserde, Mi’rac'ı akıldan uzak gören ve vesveseye düşen bir Mü’min muhatap kabul edilmiş; ancak bir inkârcının da dinleme makamında olduğu farz edilip ara sıra ona da serd-i kelâm edilmiş.
Başta anlatıldığı gibi kerâmetvâri bir şekilde yazılan eser Mi’rac mucizesini izah ve ispat etmekle kalmıyor, diğer bütün iman rükûnlarıyla ilgili şüpheleri de ortadan kaldırıyor.
Bedîüzzaman Hazretleri’nin ilk talebelerinden Hulûsi Bey, eseri müdakkik bir doktora okuması için verir, aldığı intiba çok mânidardır.. Doktor Kemâl Bey şöyle der: “Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek için İslâm olmağa bile lüzum yok, insan olmak kâfi.” (Barla Lâhikası, 17)
“Bugün o yüksek kitabın ikmaline muvaffak oldum.” Zekâî isimli bir başka talebesi ise “Mi'rac kitabı, felsefe düşkünü mu'terizlerin felsefesini her zaman için iflas ve sükût ettirmek kuvvetine mâlik bir eserdir” der ve risalenin tesirini şöyle ifade eder: “Gaflete dalmış ve delaletin mağlubu ve bir tutam aklıyla kendisine bir mümtaz mevki vermek isteyen feylesoflar, Mi'rac gibi bir şâheser karşısında apoletleri sökülmüş, bütün şöhret ve namı sükûta mahkûm bir kral vaziyetine düşer. O kral ise daimî bir ye'se mahkûmdur. Hâlbuki bunca hakikatler karşısında felsefe zincirleri ve mu'teriz efkârı birer birer kırılan, davasının ve iddiasının haksız olduğunu anlayan feylesof ise Hâlık-ı A'zam'ın kudret ve azameti huzurunda secde eder ve af diler.” (age, 35)
Bedîüzzaman Hazretleri Van’daki Nuh isimli talebesine bazı risalelerden oluşan bir paket hazırlatır. Aynı gün talebesi Nuh Bey de üstadına bir hediye paketi göndermiştir. Pakette bir de Ravza-i Mutahhara levhası vardır. Bedîüzzaman bu hediyeyi çok mânidar bulur; zira, Ravza’nın her bir bölümü bir risâleye tekabül etmektedir. Ravza mânen, kendisine, “Bizler senin risalelerinin mânidar işaretleriyiz” der. Levhada, Hücre-i Saadet’in kubbesi ‘Mi'rac Risâlesi’ne bakmaktadır. Büyük Müceddid, bu latif tevâfuku eserinin makbuliyetine bir imza olarak telakki eder. (age, 166)
Bu iknâ edici hârika risâleyi, tüm külliyat gibi Risâle-i Nûr’un başkâtibi Husrev Efendi tevâfuklu olarak yazar. Bedîüzzaman Hazretleri, “Birden Mi'rac gecesi kesretli rahmeti ile gelmesi ve Risale-i Nur'un yazılması ve Hüsrev'in Mi'rac Risalesi ve intişarı dahi bir vesile-i rahmet olduğunu talebelerine kanaat verdi” diyerek Husrev Efendi’yi tebrik eder. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 203)
Mi’rac, Efendimiz (s.a.v)’in Kur’ân-ı Kerim ve zâtından sonraki en büyük mucizesidir. Resûl-ü Ekrem’in Mi’rac merdiveni ile göklere çıkması, O’nun semâ ehline kıymetini göstermiş, zemin ehline de müjdeler getirmiştir. Mi’rac bizim için bayramdır; ebedî saadetin anahtarını bulduğumuz; Yüce Yaratıcımıza, Efendimiz'in şahsında muhatap olduğumuz bir bayram. Mi’râcın sahibi, âlemlere Rahmettir. Mi’rac da çok büyük bir rahmet vesilesidir. önümüzdeki salı günü idrak edeceğimiz Mi’rac Gecesi mübârek olsun. Vakit varken lütfen sadece 24 sayfa olan Mi’rac Risâlesi’ni okuyarak bu mübârek geceyi karşılayın. Mi’racı rûh-u cânınızla yaşayacaksınız inşâallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.