Al Birini Vur Öbürüne
Sayın Başbakan’ın Putin’e “Alın bizi Şangay Beşlisi içine biz de AB’ye ‘allahaısmarladık’ diyelim, ayrılalım oradan” şeklindeki teklifi Türkiye’nin dış politikada eksen değiştirmesine yol aradığı şeklinde yorumlandı. Veya en azından AB’ye bir hatırlatma.
“Alacaksan al beni nişanlım var geride.”
Buradan direkt NATO’ya geçilir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden umudunu kesmesi demek ileride NATO’dan kopacak demektir. Bu iş ne kadar kolay olur, veya neye mal olur şimdilik bilinmeyebilir. Bilinen tek şey, Osmanlı’nın mirası üzerinde bir çok derin hesaplar yapan ülkelerin başlıca umudu Türkiye olunca bedavadan verirler mi seni.
Sömürme politikaları açısından Türkiye onlar için bir köprü.
En azından bize bakışları öyle.
Irak kuşatmasında ABD uçaklarının İncirlik’ten kalkarak komşu ülke, hem de en azından 600 yıl bir arada yaşadığımız insanların üzerine bomba yağdırması köprüleşmenin bir sonucu değil de nedir? Şimdi de eski Fransız sömürgesi Cezayir aynı köprü vazifesini görüyor.
Cezayir, Fransa’nın Mali’deki muhaliflere yapmış olduğu hava saldırılarında ev sahibi.
Mali, zengin yeraltı servetine sahip bir ülke.
Ayaklanmacıların gayesi ülkelerini emperyalist güçlerden temizlemek, ama bu temizliğe başta BM’ler müsaade etmiyor. Gördünüz işte, Suriye diktatörüne kayıtsız kalan BM Mali’ye hemen müdahale etti. Nedeni, Suriye beklendiği gibi çıkmadı…
Türkiye dış politikasının hangi hesaplar içerisinde olduğunu elbette ki bilemem, ama benim merak ettiğim kilise aynı kilise olduktan sonra papazın değişmesi cemaat açısından çok bir şey ifade etmez. Gitsin Obama, gelsin Putin!..
Her bir parçası emperyalistlerin tahakkümü altında olan Osmanlı’nın mirasına sahip çıkmak yerine Obama’ya Putin’i tercih etmek gibi bir politika uzun mesafede neyi değiştirecek? Hem o, hem de diktatör Esed’i destekleyen Şangay Beşlisi’nin baş patronu Putin’dir.
Dolayısıyla, Şangay Beşlisi’ne dahil olduğumuzda ister istemez eli kanlı Esed rejiminin yanında yer almış olacağız.
Gerçi bir gün yollar batıdan doğuya akacak ama bu iş söylendiği kadar kolay değil. En azından Batı ile elimizi kolumuz bağlayan Lozan gibi ucu açık antlaşmalarımız var. Hepsini bir çırpıda çizerek “haydi Allaha ısmarladık” demek için hem yürek ister, hem de ekonomik güç.
Ayrıca ortam bu işe müsait değilse otur oturduğun yerde.
Rusya’nın başında bulunduğu pakta yer alma olayı yeni değildir.
Rahmetli Menderes de aynı kapıyı açmaya kalkıştığında soluğu Yassıada’da aldı. Belki Özal da bu yoldan sonlandırıldı…
Dikenli ve de en azından şimdilik tehlikeli bir yol.
ABD’nin tarihi politikasına baktığımızda sergilediği vefasızlık ortada.
Hangi ülke ile yakın temasa geçmişse sonunda o ülkenin liderlerine ya çelme atmış, veya kement atarak kovboyluğunu göstermiştir…
CIA ile MOSSAD’ın bu coğrafyada ki politikaları her zaman kan kokar.
Bu gün bakarsınız gül güneşlik, yarına acayip bir kasırga.
İşin içerisinde beşinci kol faaliyetleri de var.
Son zamanlarda Kemalistleşen bazı cemaatlerin nereden dem vurup nerden çıktıklarını görüyoruz. Bu haliyle eski Kemalistlere taş çıkartıyorlar.
Bir asra yakın onlar bu ülkeyi Kemalist ideoloji adına sömürdüler, şimdi de İsrail sermayesi eliyle bir asır da şimdikiler din adına sömürecek.
Bu işin dış politika ile alakası şu.
Hepsi aynı delikten çıkıp aynı mecraya akıyor…
Başbakan’ın “kefeni giyerek düştük bu yollara” sözünü hiç te yabana atmıyorum. İhanetin ne yapacağı belli olmaz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.